Zaman en çok düşünülen, araştırılan ve tanımı yapılmaya çalışılan kavramların başında gelmektedir. Bu tartışmalar sadece tek bir düşünce alanıyla ilgili değil, insanın düşünme eyleminin tümüne ilişkindir. Çünkü insanın kendini ve dış dünyayı anlama çabasının başından itibaren beliren temel sorunsallıklarından biri zamandır. Zaman ve bunun insana yani topluma uyarlanması olan tarih üzerine kafa yorulması kuşkusuz gündelik hayatın dışında soyut tartışmalar değildir. Tam tersine tarihe dair söylenen her şey aslında hem bugüne hem de geleceğe dair söylenmiş olmaktadır. Geçmiş, şimdi ve geleceğin aktarılması, yorumlanması ve kurgulanması ideolojik kimliğe göre değişmektedir. Bu açıdan tarihten bugüne her ne kadar tarih ve zaman farklı biçimlerde ele alınmış olsa da, bu çabanın özü bu araştırmaların yöneldiği hedeftir.
Devletçi güçler tarihi egemenliklerinin sürekliliğini sağlamak için yorumlar ve bununla toplumu kontrol altına almaya çalışırken, toplumcu güçler hakikati anlama çabasıyla hareket ederler. Kapitalist sistemin ruhu olan pozitivizm tarihi ele almada en iddialı görüş olarak ortaya çıkmıştır. Bilim ve felsefede her şeyin anahtarı olarak keşfettiğini öne sürdüğü özne-nesne ayrımı ve neden-sonuç ilişkisini tarihe uyarlayarak geleceğin de bilgisini kesinkes elde ettiğini iddia etmiştir. Mitolojik tarih bakışı ve dinsel döngüsel tarih anlayışını gerçek dışı ilan ederek sunduğu düz çizgisel ve ilerlemeci tarih anlayışı ile geçmişin ve geleceğin tüm gizemini çözdüğünü ilan eden bu anlayış kuşkusuz sistemi sadece meşrulaştırmıyor, aynı zamanda ‘bilimsel ve kaçınılmaz’ kılıyordu. Egemenlerin tarihine direnmek anlamsızdı çünkü geçmiş, şimdi ve gelecek belirlenmişti. Bugün postmodern görünümle çeşitlense bile muktedirlerin zihniyeti “her şey olacağına varır” kaderciliğidir.
Toplum tarihten, şimdiden ve tabi ki gelecekten dışlanmıştır. Tarihin öznesi büyük insanlar, devletlerdir. Tarihi de geleceği de onlar yazar ve yaratırlar. Toplumun payına düşen ise bugüne katlanmak ve olanları izlemektir. Tüm devletçi güçler kendi tarih bakışlarını bilimsel kılıfıyla topluma sunup ve bu şekilde iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Pozitivizmin bu tarih anlayışı çok etkili oldu, oluyor. Sistem karşıtı en iddialı çıkışlardan biri olan Marksizm’in bu tarih anlayışını ezilenler adına tersine çevirerek de olsa paylaşması zayıf karnını oluşturuyordu. Gelecek her koşulda komünizmin olacaktır desturu ile kabaca ifade edebileceğimiz bu tarih anlayışının 20. yüzyılda ezilenleri motive etmede çok etkili olduğu açıktır. Fakat bu öngörü gerçekleşmedikçe ve reel sosyalizmin yıkılışı ile hayati bir yara alınca, bu anlayış ezilenlerde ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Oysa sürekli yanlışlanan pozitivizmin tarih bakışıydı. Tarihe dair yapılan yeni araştırmaların gösterdiği ve işaret etmemiz gereken temel durum tarihin de geleceğin de kesin, katı olgular temelinde ele alınmasının doğru olmadığıdır. Tarih de gelecek de kimsenin tekelinde olmadığı gibi tek yönlü de ilerlemez. Toplumsallıkla biçimlenen insanların eylemleri ve düşünceleri dünyayı inşa eder.
Toplumsal inşa olumlu olduğu gibi egemenler de icatlarla tahakkümü çeşitlendirebilirler, derinleştirebilir. Kesin olan yegane şey toplumsal mücadelenin değişimleri yarattığıdır. Umudun kaynağı da iyiye, güzele, özgürlüğe, demokrasiye yönelmiş toplumsal hareketlerin sürekliliğidir. Özetlemeye çalıştığımız bu zihniyet çatışmasını günümüzde Türkiye’de çok rahat gözlemleyebiliyoruz. Egemenler tarihi kendine göre yorumlayıp iktidarlarını süsleyip püslüyorlar. Sadece propaganda ile değil, tüm zor araçları ile topluma umutsuzluk pompalıyorlar. Toplumu hiçbir şeyin değişmeyeceğine ikna etmeye çabalıyorlar.
Demokratik güçler ise umudu büyütmek için çalışıyorlar. Seçime ne kadar benzediği tartışmalı olsa da bugün Türkiye’de yerel seçimler gerçekleşiyor. Mevcut hükümetin kendini ezeli ve edebi sunduğu ve bunun hiç değişmeyeceğini ifade ettiği biliniyor.
2023 planları, 2071 projesi gibi argümanlarla kendini geleceğin de sahibi gibi sunuyor. Fakat tarihin böyle işlemediği yüzeysel bir bakışla bile anlaşılabilir. Her fırsatta bu sistemin değişmeyeceğini de ifade ediyorlar. Tarih bunu söyleyip hızla kaybolan iktidarlarla doludur. Bu açıdan sistemin yarattığı umutsuzluk ve siniklik dalgasının yapay bir durum olduğu açıktır. Bugün iktidarın yaratığı atmosfere rağmen umutlu olmak gerekir. Toplumsal mücadele her açıdan sürmektedir. Türkiye toplumu kendine zorla giydirilmeye çalışılan elbiseyi kabul etmiyor.
Demokratik güçler, Kürt halkı, kadınlar, gençler, emekçiler her şeye rağmen mücadele geleneğinin bayrağını taşıyorlar. Bedenlerini toplumsallıkları için feda edenler, açlığı ile direnen binler, yine yeni günü, Newrozu, umudu direnişi kutlamak için alanları dolduran milyonlar, bu umudun kaynağıdır. Özgürlük ve eşitlik mücadelesinin kazanacağını garanti altına alan bu ruhtur. Yoksa doğa kanunları gibi işleyen tarih yasaları değil. Ve umudu büyütmek açısından bugünün, 31 Mart seçimlerinin büyük bir adım olabileceği de açıktır.