Ahmet Kardam, 5. kuşaktan bir Bedirhani. Bu gerçeği yıllar sonra aile büyüklerinden kalan bir el yazmasının tercüme edilmesi sonucu öğrenmiş. Sonrasında Bedirhan Bey’le ilgili uzun bir araştırmaya girişmiş
Sizin deyiminizle ‘Beyaz Türk’ olarak yetiştirildiniz. Ne zamana kadar Beyaz Türk olarak yaşadınız?
Kardam: “Beyaz Türk” kavramının ne anlama geldiği tartışmalı bir konu. O tartışmaları bir yana bırakarak ben kendimi neden o kategoriyi soktuğumu kısaca açıklayayım. Hem baba tarafım hem anne tarafım “Türk”tüler. Kendilerini hiç tartışmasız öyle tanımlarlardı. Anne tarafımın baba tarafı “Boşnak”, ana tarafı “Abhaz”dı; ama bunun bir önemi yoktu, onlar “Türk”tü! Ailemin her iki tarafı da Türkiye ortalamasının çok üstünde sayılacak derecede varlıklıydı. Annem İstanbul’da Amerikan kız kolejinde okumuş, sağlık nedenleriyle eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldıysa bile çok iyi İngilizce bilen, okuyan, kendini yetiştirmiş bir kadındı. Babam Robert Kolej mezunuydu; üniversite eğitimini Chicago’da tamamlamıştı. İngilizceyi ana dili gibi konuşmanın yanı sıra Almanca, İtalyanca gibi başka bazı dilleri de bilirdi. İnşaat mühendisiydi; Good Year, Pfizer gibi Amerikan şirketlerinin devlet nezdindeki işlerini takip ederdi. Ailemin sosyal çevresi iyi eğitim görmüş, varlıklı iş insanlarından ve devlet bürokrasisinden oluşurdu. Ankara sosyetesinin bir parçasıydık. Sıkı bir Atatürkçü, milliyetçi ve CHP’li bir aileydik. İlk eğitimimi özel bir okulda tamamladım. Orta eğitimin ilk kısmını Ankara Koleji’nde, gerisini ve lise eğitimimi Tarsus Amerikan Koleji’nde tamamladım. ODTÜ iktisat bölümünden mezun oldum. Üniversitenin ilk iki yılının yaz aylarını İngiltere’de geçirme imkânım oldu.
“Ne zamana kadar Beyaz Türk olarak yaşadınız” sorunuzu bir tarih vererek yanıtlamak imkânsız. Hiç kimse kendisine “giydirilmiş” bir kimliği bir çırpıda, gömlek değiştirir gibi bir yana bırakıp yeni bir kimlik edinemez. Özellikle o kimliğinin zihinsel yapısını bir çırpıda terk edemez. Bu uzun yılları kapsayan bir deneyim sürecidir. Bu sürecin ODTÜ’ye girmemle, gençlik hareketinde yer almamla, sosyalizmle tanışmamla başladığını söyleyebilirim. Ama bu sadece bir başlangıçtı. Değerli dostum Barış Ünlü’nün başarılı tanımıyla, iliklerime işlenmiş “Türklük Sözleşmesi”ni zihinsel olarak yırtabilmem 1990’lı yıllara kadar uzanan bir süreçten geçmemi gerektirdi. Bunun son noktası sanırım, Cizre-Botan beyi Bedirhan’ın beşinci kuşak torunu olduğumu ve Bedirhan Bey’in Kürt tarihindeki yerini öğrenmem oldu. Yani yaklaşık 2000 yılı diyebilirim. Fakat bunu dedikten sonra şunu da eklemem gerekir: Böylece “Türk” olmaktan çıkıp, Kürt, Rum, vb. olmadım. Sadece “Beyaz Türklüğü” zihinsel olarak aşabildim, yoksa tümüyle asimile edilmiş bir ailenin ferdiyim. Ne Kürt olarak yetiştirildim ne Kürtçe bilirim ne de Kürtlerin davranış kalıplarına sahibim. İlk tanıştıklarında bir Kürt Mîr’iyle karşılaşacaklarını uman dostlarımı nasıl büyük bir hayal kırıklığına uğrattığımın farkındayım.
Bedirhan Bey’in beşinci kuşak torunu olduğunuzu nasıl öğrendiniz?
Kardam: 1992 yılının son günlerinde Fethiye’de yaşayan ablamdan “yılbaşı hediyesi” olarak gönderdiği büyükçe bir zarf aldım. Zarfın içinden babaannemiz Nazire Kardam’ın ölmezden birkaç yıl önce (1970’lerin ikinci yarısında) kendisine emanet ettiği, Arap harfleriyle yazılmış bir defter ve Latin harfli transkripsiyonu çıktı. Babaannemiz bu defteri ablama “Burada aile büyüklerimin biyografisi var, bunu sakla” diyerek vermiş. Ablam Arap harfleriyle yazılmış olduğu için okuyamadığı bu defteri 20 küsur yıl sakladıktan sonra nihayet transkripsiyonunu yaptırıp yılbaşı hediyesi olarak bana gönderiyordu. Bu defter, babaannemin babası Ali Galip Paşa’nın ölümünden az zaman önce, 1933 yılında, kendi yaşamına ve aile köklerine ilişkin yazdığı otobiyografik bir anlatımdı. Sadece 24 sayfadan ibaret bu elyazması metin köklerimiz, kimliğimiz, ailem, kendim hakkında ne biliyorsam hepsini altüst etmeye yetti. Ben kendimi, Kürt halkının “kendi kaderini tayin etme hakkı” için verdiği mücadeleyle dayanışma içinde olan bir Türk Komünisti sanırdım. Oysa iliklerine kadar asimile edilmiş bir Kürt, bir Rum, bir Boşnak ve bir Abhaz olduğumu keşfediyordum. Meğer kendi kendimle dayanışıyormuşum!
Babaannemin babası Ali Galip Paşa, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunda Osman Bey’le işbirliği yapmış, Bizans’ın Hadrianoi (Harmankaya) tekfuru Mikhael Kosses’in (Kose Mihal) soyundan gelmekteydi; Rum’du. Bu Mihalzade Ali Galip 1880 yılında bir Kürt olan Necip Bedirhan Bey’in kızıyla evlenmiş, Bedirhanîlere damat olmuştu. Yani babaannem baba tarafından Rum, ana tarafından Kürt’tü. Babaannemin kocası Kilisli Dr. Rıfat Kardam’ın etnik kökenini tam olarak tespit edemediysem bile, atalarının Kilis’in çok eski tarihlerde Sudan’dan aldığı göçün bir parçası olduğuna dair bazı belirtiler var. Kendi annem ise bir yanıyla Boşnak, bir yanıyla da Abhaz’dı. Ailede “Türk” dışında herkes vardı. Bir tek “Ermeni” eksikti; bu eksikliği de babaannemin yetimhaneden evlatlık edindiği, 1915 soykırımından sağ kurtulmuş, 1910 doğumlu bir Ermeni kızı tamamlıyordu.
1990’lı yıllar, yoğun faili meçhullerin yanı sıra, bu toprakların Hıristiyanlardan arındırılmasının, Müslümanların ise Türkleştirilmesinin tarihine ilişkin önemli araştırmaların yapılıp yayımlandığı bir aydınlanma dönemiydi. Benim aile tarihim bu geçmişin ilginç örneklerinden birini oluşturuyordu. Devlet her aileden kendi geçmişini itinayla temizlemesini bekliyordu. Herkes “Müslüman” ve “Türk” bir geçmişe sahip olmalı, çocuklarını öyle yetiştirmeliydi. Yeni kurulan Türk Cumhuriyet’inde “rahat etmenin” yolu buydu. Ben baba tarafımın Kürt ve Rum olduğunu keşfettiğimde babaannem Nazire Hanım, kocası Kilisli Dr. Rıfat, onların oğulları babam Galip ve amcam Faruk artık hayatta değillerdi. Annem ise kocasının aile geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ablam Ekin, kuzenim Nüket “Bedirhan adlı bir Kürt beyi” ile bir şekilde ilişkimiz olduğunu duymuşlardı ama bütün bildikleri bundan ibaretti. Bedirhan Bey kimdi, bizim onunla akrabalık ilişkimiz nasıl bir şeydi? Ya Bedirhanların damadı Mihalzade Ali Galip Paşa? Bu konularda hiçbir fikirleri yoktu.
Bu noktada Bedirhan Bey’le olan akrabalığınızın ayrıntılarını açıklar mısınız?
Kardam: Mihalzade Ali Galip Paşa’nın el yazması otobiyografisinden Bedirhanîlerle akrabalığım olduğunu 1993 yılı başında öğrenmiştim ama Bedirhan Bey’in beşinci kuşak torunu olduğumu, Bedirhanîlerin soyağacındaki yerimi öğrenmem bir altı yılımı daha aldı. O sıralar, 12 Eylül döneminde Almanya’daki politik göçmenliğimize son vererek Türkiye’ye dönmüştük, eşimle birlikte hayatımızı sıfırdan başlayarak yeni baştan kurmaya çalışıyorduk. Köklerimi araştırmaya çok az zaman ayırabiliyordum. Nihayet 1998’de, çalıştığım yayınevindeki Kürt arkadaşım Elhüseyni aracılığıyla, İsveç’te yaşayan ve Bedirhanîler üzerine bir kitap yazdığını öğrendiğim Malmîsanij’e ulaştım. Bana gönderdiği kitabında Bedirhanîlerin soyağacı şemaları yer alıyordu. Bunların birinde babamla amcama kadar uzanan soyağacını görünce gözlerime inanamadım. Buna göre ben Cizre-Botan beyi Bedirhan’ın beşinci kuşak torunu oluyordum!
Bedirhan Bey öldüğünde 21’i erkek, 21’i kız olmak üzere 42 çocuğu vardı. Bu erkek çocukların en büyük ikincisi benim atam Necib Bedirhan’dı. Necib Bey’in Hanife adlı eşinden 5 oğlu ve 3 kızı vardı. Mihalzade Ali Galip Paşa bu üç kızdan Sariye isimli olanıyla evlenerek Bedirhanîlere damat olmuştu. Bu evlilikten dünyaya gelen üç kızdan biri benim babaannem Nazire Kardam oluyordu.
Necib Bey’in 5 oğlundan biri de Abdürrezak Bedirhan’dı ve babaannemin dayısı oluyordu (yani benim büyük dayım).
Cizre-Botan Beyi Bedirhan üzerine, biri “Direniş ve İsyan Yılları” diğeri “Sürgün Yılları” olmak üzere iki cilt kitap yazdınız. Böyle bir çalışma yapmaya ne zaman başladınız ve ne kadar zamanda tamamladınız?
Kardam: Bu çalışmaya 2000’li yılların başlarında, yani Bedirhan Bey’in beşinci kuşak torunu olduğumu öğrendikten sonra başladım. O arada Bedirhan Bey üzerine ne varsa okuyordum. Bu okumalar beni şu sonuca götürdü: Bedirhan Bey üzerine yazılıp çizilmiş ne varsa hepsi efsanelere dayanıyordu; yazılı hiçbir belge yoktu. Kaldı ki, Osmanlıya karşı giriştiği direniş ve isyanın nedeni ve amacı konusunda da birbirinin zıddı görüşler savunuluyordu. Bu söylenceleri ayakları üzerine oturtmak gerektiğini, bunun Osmanlı arşivlerindeki belgelere ulaşılarak yapılabileceğini ve bu işin de, yeni keşfettiğim Kürt ve Bedirhanî kimliğime olan borcum olduğu duygusuyla, bana düştüğünü düşündüm. Ama bu, çalışma yaşamıma son verip emekliye ayrılmamı gerektiriyordu. Bunu ancak 2007 yılının sonunda yapabildim. 2008 yılıyla birlikte Osmanlı arşivlerine girerek Bedirhan Bey üzerine çoğu hiç gün yüzü görmemiş 800 sayfayı aşkın belge buldum. Birinci cilt Mart 2010’da, ikinci cilt ise 2012’de yayımlandı. Demek ki bu iş aşağı yukarı beş yılımı aldı.
Kitabınızın yazılış öyküsünü anlattığınız “Başlarken” başlıklı bölümünde büyük dayınız Abdürrezak Bedirhan beye özel bir yer vermeniziniz nedenini açıklar mısınız?
Kardam: Bunun nedeni, dedem Rıfat Kardam ile babaannem Nazire Kardam’ın Kürt Bedirhanîler ve Rum Mihalzadelerle olan akrabalık ilişkilerini sonraki kuşaklardan gizlemelerinin başta gelen nedeninin Abdürrezak Bedirhan’ın politik faaliyetleri olduğunu keşfetmiş olmamdır. Sadece benim değil, kardeşlerimin ve kuzenlerimin de köklerimiz konusundaki bilgisizliğiyle karşılaşınca fark ettim ki, aile içinde babaannemin babası Mihalzede Galip Paşa ve annesi Bedirhanî Sariye hanım hakkında hiçbir şey konuşulmazdı. Babaannem babasının Abdülhamid’in paşası olduğundan çok ender olarak söz ederdi, hepsi o kadar. Annesi Sariye hanımdan söz ettiğini hiç duymadım. Babamın adı da Ali Galip’ti. Ona dedesinin adını vermişlerdi; ama babamın dedesinin adını bir kez olsun andığını duymadım. Anneannesi Bedirhanî Sariye hanım sanki hiç var olmamıştı. Bu durum, aile geçmişinin basitçe ört bas edilmesi meselesinden ibaret olmadığını, çok özel bir nedenle ve özel bir kararla “karanlığa gömülmesi” olduğunu gösteriyordu. Ortada araştırılıp açığa çıkartılması gereken özel bir “aile sırrı” vardı. Sadece Bedirhan Bey’in yaşamını ve mücadelesini değil, bu “aile sırrı”nı da araştırınca karşıma büyük dayım Abdürrezak Bedirhan çıktı.
Daha Bedirhan Bey’in ölümünden önce, 1868’den itibaren, çeşitli devlet görevleri ve payeler verilerek kontrol altında tutulmaya çalışılan aile fertleri arasında Abdürrezak Bey, daha 1890 gibi çok erken bir tarihten başlayarak, Abdülhamid’in en çok kuşkulandığı Bedirhanîlerden biri olagelmiştir. Yüksek rütbeli bir hariciyeci olarak Abdülhamid’in protokol şefliğini yapmakta olan Abdürrezak Bey 1906’da, İstanbul’un Anadolu yakası askeri komutanı olan amcası Ali Şamil Paşa ile birlikte İstanbul Belediye Başkanı Rıdvan Paşa’yı öldürtünce, İstanbul’daki ve İmparatorluğun her bir yanındaki bütün Bedirhanîler ve onlarla akrabalık ilişkisi olan herkes (damatlar, vb.) ya Trablusgarp zindanına gönderilirler ya da değişik yerlere sürgün edilirler. Bu, tüm Bedirhan ailesi için tam bir yıkım olur. Abdülhamid bu suikastı Bedirhanîlerin kendi saltanatını hedefleyen bir tertibi olarak değerlendirir. Abdürrezak Bey birinci derecede suçlu olarak idama mahkûm olur. Bu cezası sonradan ömür boyu hapse çevrilir. Abdülhamid’i deviren Temmuz 1908 ihtilalinden sonra af ilan edilir ama Abdürrezak Bey 1910 yılına kadar Trablusgarp zindanında tutulmaya devam eder. Tahliye olunca diplomat olarak yakından tanıdığı Rus elçilik personelinin yardımıyla Rusya’a iltica eder. İran Kürdistan’ında Kürtler arasında kültürel ve örgütsel faaliyetler yürütür. Birinci Dünya Savaşı patlak verince, örgütlediği Kürt askeri kuvvetleriyle, Rus ordusuyla birlikte Van’a girer. Plan, Botan bölgesinde başlatacağı Kürt isyanını Dersim’e kadar yaygınlaştırarak Osmanlı ordusunu kıskaca alarak yenmek ve Çarlık Rusya’sının himayesinde bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır. Fakat Rus ordusunun Van’dan çekilmesiyle birlikte bu plan gerçekleşmez. Rusya’ya geri döner. 1917 sosyalist Ekim devrimiyle birlikte Rusya devleti ile olan bağları kopar ve bir Osmanlı teğmeninin refakatinde Musul’a gider ve orada, 1918’de, 54 yaşındayken, İttihat ve Terakki kadroları tarafından çayına zehir karıştırılarak öldürülür. Kızkardeşi Sariye hanımla evli olan eniştesi Mihalzade Ali Galip Paşa’nın yaşamı ve kariyeri Abdürrezak Bey yüzünden altüst olur. Bedirhanîlere ve o arada Abdürrezak Bey’e yönelik aşağılamalar Cumhuriyet döneminde de devam eder. Mustafa Kemal ünlü 1927 tarihli nutkunda Bedirhanîlere de saldırır. Benim tahminin, aile 1930’lu yılların başında, çocuklarının ve torunlarının “rahat etmeleri” için ailenin köklerini, geçmişini “itinayla temizlemeye” karar verir.
Sizce, Kürt ulusal uyanışında önemli roller oynamış olan Bedirhanîler arasında Abdürrezak Bey’in farklı bir yeri olduğu söylenebilir mi?
Kardam: Ben esas olarak Cizre-Botan Beyi Bedirhan üzerinde çalıştım. Oğullarını ve torunlarını ayrıca inceleme imkânım olmadı. Büyük dayım Abdürrezak Bey’i, söylediğim nedenlerle, bir miktar incelemeye çalıştım. Dolayısıyla, onun Kürt ulusal uyanışının tarihi içindeki yeri ve diğer Bedirhanîlerden farklı olan yönleri üzerinde ayrıntılı şeyler söylemek beni aşar. Bu ihtiyat payıyla, bazı çok genel tespitlerde bulunmaya çalışayım.
Birincisi, benim bilebildiğim kadarıyla, Kürtlerin Osmanlı vesayetinden kurtularak bağımsız bir devlet kurmaları gerektiğini öne süren ilk Bedirhanî Abdürrezak Bey’dir. Yabancı dilleri öğrenmesini sağlayan iyi bir eğitim almış olması ve diplomat olarak Avrupa ülkelerini ve özellikle Rusya’yı yakından tanıması onun ayrıcalığıydı. Daha 1890’lı yılların ortalarında Petersbug konsolosluğundaki 3. kâtipliği sırasında, bağımsız bir Kürdistan hedefinin Rus himayesi altında gerçekleşebileceğini düşünmeye başlamıştı. İkincisi, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir Kürt-Ermeni ortak bağımsızlık hareketinin oluşturulmasından söz eden ilk Bedirhanî (ve sanırım ilk Kürt) de Abdürrezak Bey’di. Onu diğer Bedirhânilerden farklı kılan iki özelliğinin bunlar olduğunu düşünüyorum. Bu yargımın kanıtlarından biri de 22 Kasım 1914 tarihli Tanin gazetesinde yayımlanan mektup ve telgraftır. Mektubun altında imzaları olan Bedirhanîler şunlardır: Abdurrahman, Murat Remzi, Emin Ali, Hasan Hüsnü ve Mehmet Ali. Bu mektupta Abdürrezak Bedirhan’ın Rus yanlısı tutumu kınanıyor ve Bedirhanîlerin Rus-Türk Savaşı (’93 Harbi) ve Balkan Savaşları sırasındaki çabaları ve kahramanlıkları hatırlatılıyordu. Ayrıca, aileden bazı kişiler Bâb-ı Âli’ye (hükümete) çektikleri telgraflarında ülkeye ve dine bağlılıklarını beyan ederek Abdürrezak Bey’in sınırı geçerek Kürt köylerinde Rus bayrağı dalgalandırmasını lanetliyorlardı.
Osmanlı arşivlerinde Abdürrezak Bey’in politik faaliyetlerini incelemeye yeterli sayıda belgenin bulunmadığı doğru mu? Eğer doğruysa, bunun bilinçli bir belge temizliğinin sonucu olduğu söylenebilir mi?
Kardam: Yeterli belge olmadığı muhtemelen doğru. Ama bunun nedeninin “bilinçli bir belge temizliği” olduğunu söyleyebilmenin mümkün olduğunu sanmıyorum. Ben Osmanlı arşivinde Abdürrezak Bedirhan’a ilişkin kapsamlı bir belge araştırması yapmadım. Yaptığım ilk kaba incelemede bile 60-70 adet arşiv belgesine rastladım. Daha titiz bir incelemeyle belge sayısının rahatlıkla 100’ü aşabileceği söylenebilir. Buna rağmen, sadece Osmanlı arşivinde bulunan bu belgelerin Abdürrezak Bey’in politik faaliyetlerini incelemeye yeterli olmayacağını peşinen söylemek mümkün, çünkü böyle bir inceleme yapabilmek için en azından Çarlık Rusyası arşivlerine girilmesi de gerekir. En önemli belgelerin orada bulunacağından eminim. Benim bildiğim kadarıyla, Abdürrezak Bedirhan’ın politik görüşleri ve faaliyetleri yeterince araştırılmış değildir. Ben Bedirhan Bey’e ait belgeler üzerinde çalışırken “bilinçli belge temizliği”ne dair en ufak bir ize rastlamadım. Osmanlı arşivinin bugünkü durumunu bilemiyorum, ama benim arşivlerde çalıştığım 2008-2010 döneminde araştırmacıya sunulan hizmet sanırım kusursuzdu.