Wey le le daye, wey la daye, wey le dinyaye
Wey lo lo axayo ez Geliye Tinate
Eze dena xwe didime geleki zalim a
Çume Lo lo bira zinareke gelek zalim a
Şemune Hanna Heydo bave kore se cara dikir gazi li Elike Bate
Kemal Yalçın’ın ‘Süryani Halk Kahramanı Şemun Hanne Haydo‘yu (ciltli, 637 sayfa, Ekim 2018, Almanya) yeni bitirdim. Kemal Yalçın, kitabı belgesel roman olarak tanımlıyor. Ama bence tam bir dengbej anlatısı.
Kemal Yalçın da bence modern bir dengbej. Sözlü tarih dediğimiz çalışmalar da bir anlamda modern dengbejlik değil de ne?
Sözlü anlatıcılık aslında insanlığın evriminde, çok eski bir tarihe sahip. Ulusal destanlar da kayda geçmiş dengbej anlatıları değil de ne? Homeros’un İlyada ve Odysseia’sından, Ksenophon’un Anabasis‘ine, Rodoslu Apollonius’un Argonautica’sına ve Finlilerin Kalevala’sına kadar.
Şemun Hanne Haydo da, Süryani ve Kürt toplumu içinde efsaneleşmiş bir halk kahramanı, dengbejlerin sözlü olarak 100 yıldır anlattığı.
Şemun Hanne Haydo’nun öyküsü aynı zamanda Seyfo’dan sonra, Metz Yegern’den sonra kendi bireysel öyküsü yanında, Süryani toplumunun kendini toplama ve ayakta kalmasının öyküsü.
Soykırım Turabdin yöresinde ağırlıkla Kürt aşiretleri aracılığıyla gerçekleştirildi. Elbette Kilis yöresinde iskan edilen Çeçenleri, Midyat’ın Mıhalmilerini, kimi Arap aşiretlerinin rolünü unutmamak gerek. Ya da Diyarbakır’da yerleşik olan Türklerin rolünü. Ama Süryanilerin travmasında ‘Türk’ten çok ‘Kürt’ yer alır. Ve travma günümüze kadar uzanmıştır. En son failler Kürt korucular olmuştur. Ama belki hayatta kalabilme riski ile Yezidiler, hatta Süryanilerin içinden bile olumsuz rol üstlenenler çıkabilmiştir. (*)
Direnişi ile ünlü Aynwardo köyü ve kilisesi…
Bu anlatı, aynı zamanda gerek Kürtler, gerek Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler, Yezidiler, Kürtler, Türkmenler, Yörükler ve hatta Ermeniler arasında binlerce yıllık kökleri olan aşiret toplumu olgusunu, aşiretler arasındaki birliktelikleri ve ayrılıkları daha iyi kavramamıza olanak sağlıyor.
Aşiret federasyonları içinde farklı inançlara mensup aşiretler birlikte yer alabiliyordu.
Osmanlı modernleşmesi II. Mahmut ile birlikte merkeziyetçiliğe yöneldiğinde, aslında binlerce yıllık yerel gelenek ve dengeleri de altüst edecekti. Hele hele İttihatçılar Pantürkizme yöneldikten sonra.
Klasik imparatorluk ilkesi, divide et impera /böl ve yönet, Osmanlı İmpararatorluğu’na fetihle değil, bir çeşit otonomi statüsü ile katılan Kürt Beyliklerini II. Mahmut’un fermanı ile dağıttığında, bir anlamda bölgeyi farklı aşiretlerin kendi egemenlik kavgalarına mahkum etmiş oldu.
Osmanlılar da bir zamanlar bir uç beyliği idi. Ama oradan bir üst düzeye, devlet olmaya, oradan da imparatorluk düzeyine sıçramayı başardılar.
Beyliklerin dağıtılması, Kürtlerin devlet ve ulus olma sürecini, bir geri aşamaya itti ve aşiret kavgalarına mahkum etti.
Beylerin tahsil ettiği veri teorik olarak merkezi devlet toplayacaktı. Gayrimüslimler “eşit” teba olarak kabul edilmişti Tanzimat Fermanı ile ama, dağıtılan Beyliklerin yerine kendi ayrı ayrı egemenlik alanlarını kuran aşiret ağalıkları vergi tahsiline başladı.
Ve sözde eşit olan gayrimüslim teba çifte vergilendirme gibi ağır bir durumla karşı karşıya kaldı.
Vergilendirme bir çeşit haraca dönüştü.
İşte Şemun Hanne Haydo da, bir Süryani ağası idi.
1914 yılında ilan olunan cihat, kent ve kasabalardaki eşrafa gayrımüslimlerin malını, canını, ırzını helal kılarken, kırsalda da bunu aşiret mensuplarına ve ağalarına sağlamıştı.
Ama hala eski karma federasyonların geleneğini sürdürmek isteyen dost aşiret reisleri de vardı. Aşiret reisleri ile bir ay süren toplantıda, İttihat yönetimi, “Ermeni devleti kurulması” korkusunu kullanarak, onları suç ortağı yapmayı başardı.
Savaş sonrası, bu kez hayali olası “Ermeni devleti” tarafından cezalandırılma ihtimali ve korkusu kullanılarak, Ankara’ya biat edilmesi sağlandı.
Bölgeye hakim olmak için Ankara da aşiret olgusunu tepe tepe sömürerek kullandı. Ta ki 80’lere kadar. Özgürlük arayışı Aşiret olgusunu dikkate alarak aşmayı başardı. Zaten uluslaşma olgusu, kendini aşiretler gerçekliği içinden onu aşmayı başararak sağlanmamış mıdır?
Bu bağlamda geçmişe yönelik özeleştirel bir tavır da gelişebildi. Öyle ya zo’lardan sonra lo’lara gelmemiş miydi? Bu bağlamda Mardin’de bir Süryani kadın belediye eş başkanı mümkün olabildi. Onu Saray görevden aldı. 3 dönemdir TBMM’de bir Süryani mebus var.
Kemal Yalçın kitabın sonuna Şemun Ağa’nın ailesinin tanıklıklarına da yer vermekle iyi etmiş. Halen Hollanda’da yaşayan, Şemun Ağa’nın torunu Meryem’in tanıklığına yer verelim biz de: “1938 yılında Arnas köyünde doğdum. Babam Murado’dur. Anam Şemun Ağa’nın kızı Azze. Annem kaçırılışını, başına gelenleri hiç anlatmadı… Ben de sormadım üzmemek için. Babam Seyfo sırasında yaşadıklarını anlattı. Annemin başına gelenleri babamdan öğrendim. Babam 1915 öncesi Seyde ile evliymiş. Hanna adında kızları varmış. 1915’i atlatmışlar ama 1917’de yitirmişler canlarını. Dedem Şemun, 1918 de (Kürt) Haco Ağa’yı kurtarmak için savaşırken Murado’nun cesaretini, vefasını görmüş. ‘Sana kızımı vereceğim’ demiş. Annem çok güzeldi. Herkese yardımcı olurdu, köyde sözü geçerdi. Şemun Ağa’yı sadece dedem olduğu için değil Süryanileri kurtaran bir kahraman olduğu için çok sever ve sayarım. O benim onurumdur, gurur duyuyorum torunu olmaktan!”.
Şemun Ağa’nın Kürt yoldaşı Alike Batte Ağa’nın aynı adı taşıyan torunu ise şöyle anlatıyor: “1913 yılında Midyat Kaymakamı ağaları toplamış, ‘Biz Süryanileri öldüreceğiz, bize yardım edin’ demiş. Sadece Alike Batte karşı çıkmış. ‘Süryaniler bizim himayemizdedir. Kalleşlik yapamam’ demiş. Diğer ağalar susmuş. Sonra dört Kürt ağa ile birlikte Şemun Ağa’yı da tutuklayıp Harput mahpusuna koymuşlar. Osmanlı Fermandan önce rehin almış onları. Ağalar içinde sadece Şemun Ağa mektebe gidip Harput Koleji’ni bitirmiş. Osmanlı devleti Alike Batte’yi öz amcası Çelebi Ağa’ya öldürttü. Haco Ağa öldürüldü. Çelebi Ağa ise Antep cezaevinde Şemun Ağa’nın kucağında öldü. Çelebi Ağa’nın mezarı bile yok. Torunu AKP Mardin Mebusu Süleyman Çelebi de aradı, bulamadı. “Çocukluğum, gençliğim hep dedemin öldürülmesinin verdiği acılar ve korkular içinde geçti. Aşiretlerin çoğu Süryanilere çok büyük kötülükler yaptı. Canlarını, mallarını, kızlarını, kadınlarını aldılar. Süryaniler dürüst, çalışkan namuslu insanlardır. Devlet Müslümanlığı kullanıp Süryanileri korkuttu, köylerini, topraklarını terke zorladı. Süryaniler Turabdin’in bereketiydi. Midyat onların zamanında Midyat idi… Şemun Ağa’yı hem Kürtler hem Süryaniler seviyordu ve hala da sevilmekte. Dengbejler Şemun Ağa ile Alike Bete’nin dostlukları, cesaretleri, vefaları insanlıkları hakkında çok türkü yakmışlardır.”
Kitabın sonuna, araştırmacı Hanna Beth-Şawoce’nın arşivinden sağlanan, Seyfo’ya karşı Süryani direnişinin belgelerinin konulması iyi olmuş.
(*) Seyfo olgusunu kurtarıcılar, failler ve direniş olgusu da dahil farklı boyutlarda ele alan, tanıklıklar yanında genel kurmay arşivi dahil en kapsamlı arşiv belgelerine dayanan David Gaunt’un “Katliamlar – Direniş – Koruyucular / 1. Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’da Müslüman – Hıristiyan İlişkileri” (Belge Yayınları, 2007) Kürtler açısından da vazgeçilmez bir başvuru kaynağı. Öte yandan mikro düzeyde Peder Abraham Garis’in “Bote Köyü 13 Günlük Cehennem “ (Baskıya hazırlayan: Yasemin Gedik, Belge Yayınları 2017) adlı kitabı, salt bir köy çevresinde, Kürt komşuların nasıl bir anda kıyımcıya dönüşebildiğinin tanıklığını yapıyor.