Toplumsal muhalefet dinamiklerinin ayrı gündemlerle yürüttüğü mücadelenin başarısını açlık grevi eyleminin sonucu belirleyecek. Yanı sıra sandığa gitmek de direnişin bir biçimidir. Halklarımız önüne barikatlar kurulsa dahi iradesini kullanma kararlılığını göstermelidir
M. Ferhat Çelik
Önümüzdeki pazar yapılacak yerel seçimlere sayılı gün kaldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan önderliğinde sürdürülen Cumhur İttifakı’nın seçim çalışmalarında HDP başta olmak üzere diğer partilere yönelik tehditleri havada uçuşuyor. HDP her gittiği ilçe ve kentte büyük ilgi görürken, halk buluşmaları da miting havasında geçiyor. Yüzde 10 civarında kararsız bir kesimin olduğu ve bu kesimin seçimin sonucunu etkileyebileceği de konuşulan önemli seçim gündemlerinden biri. Öte yandan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit nedeniyle DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevleri ise hayati bir noktada devam ediyor. Yeni Yaşam gazetesi olarak HDP’nin önceki dönem Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile şimdiki Eşbaşkanı Sezai Temelli’ye seçim sürecini ve açlık grevlerini sormuş, iki konuyla da ilgili fikirlerine yer vermiştik. Bugünkü söyleşimiz ise cezaevinde tutuklu olan HDP’nin önceki dönem Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ…
Leyla Güven’in tecride karşı başlattığı açlık grevi 141. gününde. Cezaevlerinde binlerce tutuklu da açlık grevinde. Sizin demokratik kamuoyuna ve konunun muhataplarına çağrınız ne olur? Çözüm için ne yapılabilir?
Süresiz açlık grevi bugün bölgede, dünyada ve Türkiye’de binlerin katıldığı kitlesel bir direniş hamlesine dönüşmüş durumda. Olayı sadece bir açlık grevi, sadece İmralı’da tecridin kaldırılması ya da Kürt siyasi tutsaklarının zindan eylemliliği olarak değerlendirmek, onu darlaştırmak olur. Sevgili Leyla Güven öncülüğünde başlayan ve devam eden süresiz açlık grevi direnişi, küresel çapta siyasi etkiye sahip bir onur ve özgürlük hareketi olarak şimdiden tarihe kaydolmuştur.
Bu tarihi niteliğini de anı belirleme gücünden alıyor. Seçim sürecinden tutalım, egemen siyasetin krizine, savaş, şiddet, baskı ve sömürü uygulamalarına maruz kalan her kesimin talep ve mücadele eksenlerine kadar çok geniş bir alanda ve anlamda kendini gösteren bir belirleyiciliktir bu. Aslına bakarsanız bugün toplumsal muhalefet dinamiklerinin birçok ayrı koldan ve ayrı gündemlerle yürüttüğü mücadelenin başarısını açlık grevi direnişinin sonucu belirleyecek.
Çok önemli bir toplum bölüğünün zulme karşı direnme, şiddetlenen faşizm rüzgârı karşısında mücadele değerlerine ve mevzilerine tutunma enerjisini, zindanlarda başlayan onur ve özgürlük hareketinden aldığını görüyoruz. Ancak açlık grevlerinin daha geniş bir toplumsal kesim tarafından sahiplenilmesi, oluşan tarihsel enerji alanının sinerjiye dönüştürülmesi bakımından ciddi bir yetersizlik olduğu da ortada. Verili düzene ve siyasi gidişata itirazı olan herkesin kör tarafı olamayacak kadar kritik bir siyasi gündemdir tecride karşı mücadele. Önemini göremeyenler tarihin akışını da kaçırırlar ve dışında kalırlar. Bu nedenle öncelikle bütün muhalif halk, emek ve demokrasi güçlerinin akışa enerjik biçimde dahil olması gerekiyor.
Başta Leyla Güven olmak üzere yüzlerce açlık grevcisinin durumu şu an hayati eşiğe gelmiş durumda. Ve sayısı 7 bini bulan direnişçiden söz ediyoruz. Siyasi iktidar tecride karşı büyüyerek, yeni aşamalar kaydederek ilerleyen açlık grevi hareketini yok sayma politikasıyla bir yere varamaz. Aynı zamanda bilinen ve başvurulan saldırı ve direnişi kırma yöntemlerinin ters tepeceği de bir sır değil. Siyasi iktidar açısından bugün tek geçerli bir karşılığı olacak seçenek, İmralı’yla birlikte çözümün kapısını açmaktır. Aksi durumda doğacak vebalin altından kalkamaz. AKP-MHP koalisyonu bugün var olan sessizliğin biteviye böyle devam edeceğini sanarak, çözümsüzlük, temel talebi yok sayma, gerilimi tırmandırma tavrında ısrar ediyor.
Halklarımız ve demokrasi güçlerinin kritik anlarda harekete geçme potansiyelini, durumu değiştirme iradesini hafife alıyor. Asıl önemli olan da bu potansiyeli ve iradeyi harekete geçirmek. Hapishanelerde ölümlerin başladığı, artık duracak, erteleyecek tek bir anın olmadığı bilinci ve önceliği sürece yön vermek zorunda. Artık kaybedecek vakit yok ve herkesin kendi yaşam ve mücadele alanlarından ses vermesi gerekiyor. Demokrasi güçleri, AKP-MHP iktidarının çözümsüzlük ve tecritle birlikte faşizmi pekiştirme saldırganlığı karşısında inisiyatifi ele almalıdır. Özellikle batı ve metropoller merkezli sahiplenme ve dayanışma hareketinin örülmesi için bütün emek ve demokrasi dinamiklerinin, partilerin, emek meslek kuruluşlarının, kadın ve gençlik örgütlerinin, sivil toplum oluşumlarının, inisiyatiflerin etkin biçimde devreye girmesi gerekiyor.
Bugün bir açlık grevine destek vermek ya da ölümleri engellemenin yanı sıra Türkiye halklarının birbirinden tecrit olmaması, Kürt halkının acıları varlığı ve yaşamsal hak talepleriyle araya tarihsel bir duvar örülmemesi için harekete geçilmeli. Diğer yandan Kürtlerin oyunu isteyen, onların desteği olmadan siyasi denklem kuramayan, her biçimde Kürt halk potansiyelini kendi siyasi ikbali için sömürmenin peşinde olan anlayışların da büyük bir aymazlık ve fütursuzlukla bu halkın tecridin kaldırılması yönündeki temel talebini görmezden gelmeleri kabul edilemez.
Gelinen aşamada süresiz açlık grevinin tek talebi olan Sayın Öcalan üzerindeki hukuk dışı mutlak tecridin kaldırılması yönünde hızla adım atılmalı ve İmralı’daki avukat, aile görüşleri yasal güvence altına alınmalıdır. Bunun yanı sıra hapishanelerde özellikle ilk grupta yer alan grevcilerin sağlık durumlarını izlemek üzere bağımsız heyetlerin ziyaretleri yönündeki çaba ve kamuoyu baskısı yoğunlaştırılmalı, heyetler hapishanelere acilen alınmalıdır. Tabii bunların sağlanabilmesi için esas olarak dışarıdaki mücadelenin ivmelenmesi, sonuç alma odaklı hareketin sağlanması gerekiyor. Artık halklarımız ve tüm demokratik, politik odakların tek hedef ve gündem olarak açlık grevinin başarısını, sonuç almasına kilitlenmesi hayati önem taşıyor. Bu önemi gören bir ivme ve ayağa kalkış yaşanacağına inanıyoruz.
‘Kürt halkı onurlu ve tarihi cevap verecek’
Yerel seçimlere geri sayım başladı. HDP’nin seçim hamlesi hakkında ne düşünüyorsunuz ve yanı sıra seçimlerle ilgili genel değerlendirmeniz ne yönde?
Her şeyden önce söylemeliyim ki 31 Mart seçimleri tarihe kayyum siyasetinin yenilgisi olarak geçecek. İstedikleri kadar Türkiye’de Kürdistan diye bir bölge yok bağrış çağrışlarıyla HDP’nin Eş Genel Başkanı’nı, partiye oy veren Kürtleri, halkları kovma küstahlığına yönelsinler. Burunlarının ucundaki gerçekten kaçamazlar. Asıl Kürt halkı varlığı ve iradesini tahakküm altına alan kayyumları def ederek onurlu ve tarihi bir cevap verecektir. Siyasi iktidar ve kayyumcu, inkarcı kamp ise bin bir türlü zulme, güce, olanağa, hilebazlığa rağmen seçilemeyen gayrı meşru ve utanç verici yöntemlere tenezzül ederek yerel yönetimlere el koyan bir siyaset olarak tarihe geçecek.
HDP bu kadar ağır baskılar altında, eşitsiz koşullarda, medya ve propaganda olanaklarını kullanamadan seçime giriyor olmasına rağmen AKP-MHP koalisyonunun, Erdoğan’ın uykularını kaçırıyor. Temel seçim taktiklerini yine HDP ve Kürt karşıtlığı üzerine kurdular. Ama HDP’yi terör uzantısı ilan etme, bu yolla kara propaganda yapma yöntemleri de kitlede beklenen karşılığı bulmadı. Aksine iktidardakiler çirkinleştiler. 2015 7 Haziran’ından bu yana adım adım yaşadıkları gerileme ve tek başına yönetememe krizini bugün “tek adam iki parti” ittifak modeliyle aşmaya çalışıyorlar ama 31 Mart’ta da gerileme sürecektir. Yani AKP-MHP ve etrafındaki ıvır-zıvırı da topladıklarında, yine yönetme krizini aşamayacaklar. Artık dayandıkları kitle tabanında dahi kullandıkları söylemlerin güçlü bir karşılığı yok.
Derinleşen ve gittikçe daha yıkıcı hale gelen siyasi, ekonomik bunalımı etinde-kemiğinde, geleceğinde hissedenlerin sayısı gittikçe artıyor ve bu gerçeklik ülkenin, milletin bekası gibi uyduruk söylemleri etkisiz bırakıyor. Beka derken iktidardakilerin kendisini kastettiği, dar parti, hatta aile, birey çıkarlarının bekasını esas aldığı daha açık görülüyor. Ezcümle Cumhur İttifakı açısından 31 Mart seçim süreci büyük bir güç gösterisi altında, büyük bir tükenişin seçimidir.
Halklarımız, kadınlar, emekçiler, demokrasi ve barış güçleri içinse, faşizm vurdukça güçlenmenin, haklılıkta meşruiyette direnmenin ve bütün zorluklara rağmen kazanmanın yeni bir örneği olacaktır. Bugün kitlesel gözaltılar, tutuklamalar, ağır baskılar, saldırı ve provokasyonlar ortamında seçime gidiyoruz. Böylesi şartlarda sandıklara gitmek de direnişin bir biçimidir. Halklarımız önüne barikatlar kurulsa dahi sandıklara gitme ve oyunu, iradesini tüm saldırılara, hilelere karşı koruma kararlılığını göstermelidir.
Sadece yerel seçimleri kazanmak, kayyumları göndermek için değil, insan onuru, iradesi ve vicdanının her zülüm biçiminden üstün olduğunu göstermek için sandıklara gidilmelidir. Bunun yanı sıra HDP’nin ikili seçim taktiği haklı kaygı ve tereddütlere yol açsa da seçim siyasetinin ana omurgasını demokratik direniş tavrının oluşturduğunu da unutmamak, gözden kaçırmamak gerekiyor. Hepsinden önemlisi de böyle bir dönemde HDP etrafında birleşmek, kenetlenmek bütün düzen güçlerinin farklı biçimlerde hedef aldığı ya da yok saydığı devrimci demokratik meşruiyetimize sımsıkı sarılmaktır.
Demokrasiyi büyütelim
Kamuoyuna mesajınız var mı?
Halklarımızı sevgiyle, saygıyla, özlemle selamlıyorum. En zor koşullarda dahi kazanma ruhunu karartmasınlar. İçeride, dışarıda, bütün yaşam alanlarında süren topyekün özgürlük, demokrasi, barış hareketine katılmaya, bu hareketi büyütmeye çağırıyorum herkesi.