İlk konuştuğum adam elimde tuttuğum telefonu gösterdi, ‘Şimdi bizim söylediklerimizi yazacak mısın?’ diye sordu… Kıs kıs güldü, ‘Hapse mapse düşmeyesin ha?’ dedi. Adam, tokalaşırken hafif eğilerek, ‘Allahvekil ya me ye’ dedi
Seçim İzlenimleri-Vecdi Erbay/Diyarbakır
Ben sana diyeyim, AKP nasıl kazanır. Adı gibi adaletli olur, ancak o zaman. O da belki…” Sağ elinde tuttuğu tespihi sol elinin avucuna koydu bunu söylerken. İri taneli kehribar tespihi avuçlarının içinde bir güzel okşadı. “Te fam kir?” (Anladın mı?) dedi, kurnazca bakarak. Newroz günü güneş, Diyarbakırlılar dahil, alandaki pek çok kişiyi çarptı. İstanbul’dan gelen birkaç arkadaşım, ertesi gün nasıl yandıklarını gösteriyorlardı birbirlerine. Ama işte, ertesi gün hava değişmişti ve sonraki günler yağmurlu geçmişti. Yağmur yağmıyor olsa, kûrsîlerimizi alıp çay ocağının önünde oturacaktık. Bitişik nizam oturmayacak, her gelene selam vermek durumunda kalmayacaktık. Ama öte yandan bir çeşit açık oturuma dönüşmeyecekti sohbet.
Çay ocağı havasız, bu beni rahatsız ediyor ama yerel seçimleri konuşacak çok insan var yöremde, bu da işime geliyor. Adam 75 yaşındaydı. Ömrü Suriçi’nde geçmişti. İskender Paşa tarafında oturuyordu ve gençliğinde kendisinin de oturduğu diğer mahallelerde çatışmalar başlayınca yaşadığı huzursuzluğu anlatmak için kelime bulamıyordu. “Bizim zamanımızdaki Sur bitti” diyor ve neden bittiğini kelimelerle anlatmak yerine, eliyle dışarıyı gösteriyordu. Güneşi görünce kalabalıklaşan Ulu Cami Meydanı’nda neredeyse kimse yoktu. Tek tük insanlar hızlı adımlarla geçiyordu meydandan.
Adalet yoksa oy da yok
“Ne olacak seçim? Kayyımın hiç kazanma şansı yok mu? O kadar çalıştı adam…” Adamı konuşsun diye kışkırtmaya çalışıyordum. Kızarsa konuşacak, böyle hissediyordum ve çok güzel bir Diyarbakır Türkçesi vardı. Saatlerce konuşsa dinleyebilirdim. Onu konuşturmaya çalıştığımın farkındaydı. Yanındakine dönerek, “Hele bak yaw” dedi. Gazeteci olmasam, böyle sorular sorduğum için kızacaktı belki. “Hani ne yapmış?” diye bana sordu bu kez. “Yol” dedim, “Park” dedim, “Kaldırım” dedim. “Bak Suriçi’ni de güzelleştirdi” dedim. “He” dedi, “Aha bu caddeye iki ışık koydu güzelleştirdi, öyle mi? Hele bu arka mahalleye git bak, ne haldedir.
Niye Suriçi sadece bu Gazi Caddesi’dir? E, bizim 6 mahalleye ne oldu? Daha yasaktır, gidip bakamıyoruz. Ben sana diyorum, eğer asfalt yerine altın da dökse kazanamaz. Neden? Çünkü adalet yok. Bizim millet adalet istiyor, adalet. Hani adalet vardır? Yoktur. E, adalet yoksa oy da yoktur.” Biraz sinirli güldü. Yanındakine dönüp baktı, onay bekliyordu. Yanındaki başını onaylar gibi sallamakla yetindi. Ortamı sakinleştirmek için önce bize, sonra biraz daha yüksek sesle garsona, “Hele çay getir” dedi. Sonra merakını yenemedi, hangi gazetede çalıştığımı sordu. Sonradan geldiği için arkadaşıyla aramızda geçen konuşmaların bir kısmını dinlememişti. Söyledim. Düşündü biraz ama daha önce duymamıştı çalıştığım gazetenin adını, çok belliydi. Düzgün kesilmiş sakalları vardı. O da tespih çekiyordu. Hazır konuşmaya başlamışken, “Sen ne diyorsun abi, sahiden AK Parti’nin Diyarbakır’da kazanma şansı yok mu?” diye sordum. Uzaklara baktı sanki ve kısaca “Zordur” dedi. “Belki yanılıyorsunuz. Erdoğan’ın mitingi çok kalabalıktı” diyerek üsteledim. “Sen mitinge bakma, kim bilir nerden geldiler.”
‘Savaş varsa kriz olur’
Çaylar geldi. Adamlar ketumdu ya da o kadar inanıyorlardı ki HDP’nin seçimi kazanacağından, uzun uzun konuşmak istemiyorlardı. İlk konuştuğum adam elimde tuttuğum telefonu gösterdi, “Şimdi bizim söylediklerimizi yazacak mısın?” diye sordu. “Evet, konuşursanız yazmayı düşünüyorum” dedim. Espriyi anladı, kıs kıs güldü, “Hapse mapse düşmeyesin ha?” dedi. Sonra Türkiye’de gazeteciliğin içler acısı halini, gazetecilerin hapse düşmesini kendi aralarında konuştular. Bense, birkaç cümle daha konuşsalar da yazacak bir şey çıksa derdindeydim. Bu yüzden sözü ekonomik krize getirdim. Bu konudan da bir şey çıkmadı. Daha doğrusu, “Savaş var, sen farkında değilsin? Bir yerde savaş varsa kıtlık da olur.
Eskiden çuvalla alırdık patatesi şimdi kiloyla alıyoruz, bu kriz değildir? Hepsi savaş yüzünden. Uçaklar suyla mı her gün gidip dağ bombalıyor. Barış sürecinde kriz mi vardı sanki?” Adam daha bir sürü şey söyledi. Sakallı olan, bir fırsatını bulup, ikindi namazı vaktinin geldiğini hatırlattı arkadaşına. Derler ya “zengin kalkışı” yaptılar. İçtiğimiz çayların parasını ödediler ben itiraz edemeden. Çay ocağında oturan bir iki arkadaşlarına da seslendiler, namaza gidelim, diye. Tokalaşıp Allah’tan yardım istediler benim için.
İlk konuştuğum adam, tokalaşırken hafif eğilerek, “Allahvekil ya me ye” dedi. Yaşlı adamlar art arda çıktılar çay ocağından. Yağmur hâlâ yağıyordu. Yaşlı bacaklarına yüklenip hızla yürümeye çalıştılar camiye doğru. Çay ocağına bakan adam da onlara gülümseyerek bakıyordu. Sonra bana dönüp, “Hacı amca yamandır ha” dedi. Bir başıma kalınca ben de çıktım çay ocağından. Hava pek üşütmüyordu ama yağmura karşı ince giyinmiştim. Dağkapı’ya doğru hızlı adımlarla yürüdüm, yaşlı adamlarla konuştuklarımı ve son yılların en çirkin seçimlerden birine birkaç gün kaldığını düşünerek.
Beka Diyarbakır’dadır
Hep soruyorlar, Diyarbakır’da seçimi hangi parti kazanacak, diye. Seçim tarihi belli olduğu ilk günden beri kime sorsanız HDP kazanır diyor. Bu, aslında kayyum uygulamasına duyulan öfkenin dinmediği anlamına geliyor. Belediyelere kayyum atayanların kayyumları öve öve bitirememesi pek işe yaramadı, öfkeyi dindiremedi. Ayrıca kayyumların gelir gelmez sokak aralarına döktüğü asfalt çoktan feci bir görünüm aldı. Ayrıca belediyelerden ihraç edilen binlerce kişinin durumu da ortada. Kayyumların ihraç edilenlerin yerine yeni personel alımına başlaması da tepkiyle karşılandı ve “Çocuklarımızı işten çıkarıp kendi kadrolarını yerleştiriyorlar belediyelere” şeklinde yorumlandı.
Leyla Güven’in PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması için başlattığı açlık grevi; cezaevlerinde binlerce mahpusun Güven’in talebini sahiplenerek açlık grevine başlaması; cezaevlerinde gerçekleşen eylemlerin ölümle sonuçlanması ve cenazelerin ‘kaçırılarak’ polis tarafından defnedilmesi ise son günlerde hükümete yönelik öfkenin artmasına neden oldu. 2015’ten bu yana yaşananlar elbette çok trajik oldu ama görünen o ki Diyarbakırlılar omuzlarında hissettikleri ağır baskıya teslim olmadılar. Bunu Newroz’da gösterdiler. Newroz kutlaması, Diyarbakırlıların seçimde hangi partiye oy vereceğini göstermesi açısından da önemliydi. Oysa hafta içi kutlanan Newroz’a katılımı sağlamak için, önceki yıllarda olduğu gibi ciddi bir çalışma da yapılmamıştı. Öte yandan Cumhur İttifakı kanadından HDP’ye yapılan her sataşma, Diyarbakır’da HDP’nin hanesine oy olarak dönüyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı adayı ile ilçe belediye başkan adaylarının bozuk bir Kürtçe’yle hazırlayıp caddelere astıkları pankartların ise hiçbir karşılığı yok Diyarbakır’da. Kürtçe’yi belediye kurumlarından çıkaran, projelerinde Kürtçe’yle ilgili hiçbir şey bulunmayan Cumhur İttifakı adayları, bu pankartlarla sevimli bile olamıyorlar. Cumhur İttifakı bunu görüyor elbette ama Ankara ve İstanbul gibi iki büyükşehri kaybetme endişesiyle bölgede kaybettiği oylarla pek ilgilenmiyor. Cumhur İttifakı için beka, Ankara ve İstanbul’da çünkü. Herkesin bildiğini kendime mırıldandım: Cumhur İttifakı’nın diline pelesenk ettiği bekanın yolu Diyarbakır’dan geçiyor.