Yerel seçimlere iki haftadan kısa bir süre kaldı. Propaganda faaliyetleri iyiden iyiye ivme kazanmış halde. AKP’li Cumhurbaşkanı her gün farklı bir veya iki ilde miting düzenliyor, kapalı salon toplantılarına katılarak yaklaşan belediye seçimlerinin ülke için ne denli yaşamsal bir anlam ifade ettiğini açıklamaya çalışıyor. Sürekli olarak bu seçimin ülkenin bekası anlamına geldiğini söyleyerek seçmeni, iktidarın kaybetmesi halinde ülkenin elden gideceğine ikna etmeye uğraşıyor. Bunu yaparken ülkeyi yerel yönetimler seçiminde dahi bu denli kırılgan hale getirmenin, koskoca memleketi bu denli istikrarsızlaştırmanın sorumluluğunu da fakirim Kılıçdaroğlu ile, havaalanımızı, köprülerimizi kıskanan, Yeni Türkiye’yi anlamayan dış güçlere havale ediyor.
Denenmiş bir pratikle biliyoruz ki son 16 yıldan bu yana siyasi söylemleri öncelikle Recep Tayyip Erdoğan formüle eder, kadroları da başbakandan başlamak üzere, propaganda zincirinin en son halkasını oluşturan ‘Aktrollere’ değin, aynı nakaratı tekrar ederler. Geçmişte Ahmet Davutoğlu veya Binali Yıldırım bu işlevi gören isimler olmuştur. Bu ‘düşük profilli’ siyasetçiler kendi başlarına bir söylem üretmekten sakınır, herhangi bir risk ile karşılaşmamak için Erdoğan’ın söylemlerini tekrar eder, soluklarının yettiği oranda bağırarak yukarıdan aldıkları mesajı alanlarda, mikrofon karşısında tekrarlardı.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtiğimiz bu aşamada başbakanlık gibi bir makam kalmayınca, Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı adına Devlet Bahçeli ‘düşük profilli’ siyaset erbabının rolünü üstlenmiş görünüyor. Pazar günü İzmir mitinginde, kendine özgü üslubu ile belediye seçimlerinde somutlaşan beka sorununu göremeyenlere, idrak edemeyenlere ‘çulsuzlar, çapulcular’ diye hakaret etmekten geri durmadı. Öte yandan açıklanan, (çoğunlukla da tenzil edilerek açıklanan) işsizlik ve yoksulluk verileri ‘çulsuz’ diye nitelendirilen kitlenin ülkenin çoğunluğunu oluşturduğunu gözler önüne seriyor. ‘Çapulcu’ tanımı ise AKP mitinglerinde Erdoğan’ın fırlattığı 200 gramlık çay paketlerini kapmak için birbirini ezenleri anımsatıyor. Düne kadar yoksul evlere beyaz eşya bağışlama, erzak kolileri, kalitesiz kömür kolileri gönderme, yandaş holdinglere ise devlet kasasından servetler aktarma dönemi sona ermiş gibi. İş kala kala 200 gramlık çay paketlerini yağmalamaya kaldı.
Günlük çekişmenin dışına çıkıp, memleketin seçim arifesinde içine düştüğü ortama biraz dışardan, biraz yüksekten bakınca görünen manzara gerçekten de ‘beka sorunu’ ile karşı karşıya olduğumuzun ispatı gibi görünüyor. Gerçekte tersten bir okuma ile bu iktidarın, (daha doğrusu iktidarsızlığın) devamı ülke için bir beka sorunu oluşturuyor.
Avrupa Birliği’nin dayattığı tarım politikaları ile ülke tarımı resmen duvara tosladı. Sanayi sektörü frene basmış durumda. Bazı sanayi işletmeleri frene basmakla kalmadı, geri vitese takıp kaçmaya çalışıyor. Büyük kentler izlenen çarpık şehirleşmenin, ‘kentsel dönüşüm’ yalanı ile talan edilen mahallelerin vebali altında günden güne yaşanmaz hale geliyor. Somut gereklilikten değil de yeni rant alanları yaratma telaşından devreye sokulan mega projeler fiyasko ile sonuçlanıyor. Ekonominin motor gücü olarak sunulan inşaat sektörü, satamadığı konutların altında kaldı. Bütün bunlara uzaktan bakıp ‘oh olsun’ deme şansımız yok, zira neoliberal bir tezgâha kurban edilen bizim ülkemiz, bizim insanımız.
Sosyal medyada seçimden sonra iflasını açıklayacak büyük sermaye gruplarının listeleri elden ele dolaşıyor. Somut veriler olmamaları, dedikodu düzeyinde karşımıza çıktıkları halde, mevcut tükenmişlik manzarası içinde olasılıkları ister istemez ciddiye alınıyor.
Memleket gerçekten de bir beka sorunu yaşıyor. Bu sorunu aşmanın yolu ise mevcut düzenin sürmesine değil, tam tersine akamete uğratılmasına bağlı. Belediye seçimleri bir başına iktidar değişimine yol açmayacak belki ama, iktidarın sonunu hazırlayan sürecin başlangıcı olma anlamını taşıdığı da muhakkak. O yüzden bu seçimlere karşı duyarsız kalma lüksümüz yok. Doğuda kazanmak, batıda kaybettirmek için hepimize görev düşüyor.