Newroz’a iki gün kaldı. Kürt halkı başta olmak üzere, Ortadoğu halklarının zulme karşı başkaldırışı olarak anılan Newroz hakkında çok şeyler yazıldı, konuşuldu ve en önemlisi nice bedeller verilerek “kutlandı”, günümüze taşındı. Kimi zaman bir kuytuda, tenha bir dağın yamacında, uçsuz bucaksız bir ovada, hatta bir evin “ocağı” başında cılız bir mum ışığını andıran ateşin yanında anıldı, kimi zaman ise milyonların katılımıyla gümbür gümbür Dicle ve Fırat gibi akan insan seliyle ve göklere yükselen Newroz ateşi ile Ortadoğu’yu aydınlattı.
Gerek Newroz’un tarih sahnesine çıkışı ve içeriğinin “oluşumunun” olgunlaşması ve de gerekse oluşan içeriğin özünün “boşaltılmaması” için sayısız bedel ödeyerek kutlayan halkların başında Kürtlerin geldiğini bilmeyen yoktur. Bu nedenle “dar anlamda” Newroz, Kürt halkının “bayramı” olarak tarihe geçti. Kuşkusuz bu yazının amacı uzun uzun Newroz’u anlatmak değil. Zaten buna da gerek yok. Ancak her Newroz kutlaması, her dönemde “zamanın politik görevlerini” yerine getirmek amacıyla yapılmıştır. Çünkü sadece Newroz, tarihi anma ve yaşanmış olan zulümleri anlatma değil, aynı zamanda insanlık için gerekli olan adalet, eşitlik, kardeşlik ve sömürüsüz bir dünya için verilen mücadelenin özünü toplumla buluşturma savaşımıdır. İşte Newroz’u “Newroz yapan” ve günümüze taşıyan temel içerik burada yatmaktadır.
Günümüzde bu içeriğe uygun bir takım şeyler söylemek gerekirse; Kürt halkının üzerindeki baskının yoğunlaştığı, tecrid ve ötekileştirme politikasının tüm Türkiye halkını kapsayıp doruğa çıktığı, AKP iktidarının Ortadoğu politikasının iflas ettiği, demokrasi güçlerine karşı “şer ittifakların” kurulduğu, global devletlerin kendi çıkarlarını Ortadoğu halklarına dayattığı ve en önemlisi bir seçim döneminin yaşandığı bir zamanda “anılacaktır.” Görünen o ki seçimlerden sonra AKP iktidarının dikiş tutması çok zor olacaktır. Daha şimdiden toplumu sadece seçime endeksleme politikası tutmamıştır. Kitleler üzerindeki ölü toprağı savrulmaya başlamış ve AKP iktidarına karşı devrimci mücadele hızlanmıştır. Devrimcileri parlamentarizmin girdabında boğmaya çalışan baskıcı yöntemler ve yapılan her türlü oportünist manevralar istenen sonucu vermemiştir. İktidarın Ortadoğu’daki konumu ve batı devletleri karşısındaki prestijleri sarsıntı geçirmektedir. Bölgedeki siyasi kutuplaşma ve özellikle “silah alma” tercihinin nasıl yol alacağı “dayatmaları” iktidarın, daha ötesi rejimin önüne yeni “boğuşmalar” koymuş ve AKP’yi bile kendi içinde güvensiz duruma getirmiş ve iç çatlağını artırmıştır. “Ülkenin bekası” yaygarası tutmamış bu bağırıp çağırmanın “ülke bekasıyla” bir alakası olmadığı çıkarcıların “koltuk bekası” ile ilgili olduğu demokratik çevrelerce anlaşılmaya başlamıştır. AKP içindeki Kürtlerin bir kısmı bile bunu “düşünecek” duruma gelmiştir. Şunu da söyleyelim kimi Kürt partilerinin seçimler için de olsa yanyana gelmeleri sevindirici bir gelişmedir ve ulusal birlik için küçük de olsa bir kıpırdanmadır.
Birlikte “birleşik paradigmanın” yaşamla buluşmasında ve militan bir politikanın gelişmesinde önemli bir katkı olabilecektir. Politikanın alışıla gelmiş yöntemlerden sıyrılması ve “köylü mücadele yöntemlerinden” kurtulması için benzer birlikteliklerin önemi büyüktür. Köylü mücadele yönteminden kurtulmayan bir toplum asla “kendisi olamaz ve mücadelesinin odağına rejimi koyamaz. Detaylarla uğraşmaktan ve korkak tavırlardan asla kurtulamaz.” Bu tespit bana Çarlık Rusya’sında yaşanmış bir köylü duruşunu anımsattı. Çar polisi tarafından elleri kelepçeli bir şekilde işkenceye götürülen ve hakarete uğrayan bir komüniste rastlayan köylüler sorarlar; “nedir bu halin, bunlar niye sana bu kadar hakaret ediyorlar…”
Komünist, “bunlar bizi sömürüyorlar, bize baskı ve işkence yapıyorlar, topraklarımıza el koymuşlar, okumamızı engellemişler… dediğim için beni hırpalıyorlar…” Köylüler, “bu söylediklerinde haklısın ve bize de bunları yapıyorlar…” deyince, elleri kelepçeli Bolşevik, “bunları Çar yaptırıyor” dediğinde o zaman köylüler anında tavır değiştirip, “bu adam müstehaktır, daha fazla baskı yapın…” derler. Bu olay “kendisi olamayan” bir toplumun tipik ruh halini ve korkusunu gösteren bir örnektir. Ancak devrimci politik mücadele toplumu her türlü korkudan ve çıkarcı konumlardan kurtarabilir. Yeni bir demokratik siyasetin doğması ya da demokratik siyasetin yeniden toparlanması için de “kendisi olmak” gerekir. Bu nedenle Newroz kutlamalarının ve seçim çalışmasının önemi daha da artmıştır. Çünkü seçimlerin en önemli kazanımı kayyımlarla el konulan, çiğnenen ve antidemokratik bir şekilde yok edilen iradelerin yeniden geri alınması ve bir daha zorbalığın yeşermemesi için demokratik mevzilerin kazanılması olabilir. “Ölüm merdivenine” dayanmış açlık grevlerinin tüm toplumun desteğini alması için içiçe geçmiş Newroz ve seçim çalışmaları önemli bir olanaktır.