31 Mart seçimlerine iki haftadan az bir zaman kaldı. Dünya ölçeğinde toplumsal, siyasal, ekonomik krizlerin yaşandığı, bunun yol açtığı yeni ilişki ve çelişkiler ikliminde seçimlere girilecek. Hem egemen devlet ve iktidar güçleri açısından hem de demokrasi güçleri açısından son derece siyasallaşan ve bu şekilde sonuçları olacağı anlaşılan bir seçim süreci yaşanmaktadır. Bundan ötürü yerel yönetimler seçimi genel seçimler havasında gitmektedir. Tüm kesimler açısından böyle olmasının sebepleri vardır. Öyle görünüyor ki seçimde ortaya çıkan sonuçlar yeni bir süreci başlatacak nitelikte olacaktır. Bundan ötürü seçimlere gidildiği bu süreci doğru anlamak ve bu şekilde halklar ve demokrasi güçleri lehine sonuçlanacak bir tutum ve çalışma içerisinde olmak çok önemlidir. Dünya boyutunda ve özellikle Ortadoğu açısından önemli bir tarihsel süreçten geçilmektedir. Kapitalist sömürü sistemi artık kendini sağlıklı bir şekilde yeniden üreten ve sürdürebilen özelliğini kaybetmiş durumdadır. Egemen dünya sistemi her anlamda bir tıkanma yaşamaktadır. Bunun sonuçları Ortadoğu’ya savaş olarak yansımaktadır. Ortadoğu’da artık eski düzen aşılmış durumdadır. Bunu derken kendiliğinden her yönüyle veya mutlak olarak daha iyi bir sürecin geleceğini beklemek elbette doğru değildir. Büyük dönüşümler, tarihsel gelişmeler her zaman tarihsel süreçlerin doğru okunması ve gerekli mücadelelerin verilmesinin sonucunda mümkün olmuştur. Bu ilke yaşadığımız dönem için de geçerlidir. Halkların, ezilen toplumsal kesimlerin özgürlüğe ve kurtuluşa ulaşmaları açısından fırsatların, imkanların olduğu bir dönemi yaşamaktayız. Kapitalist sömürü sisteminin ortaya çıkardığı Ortadoğu’daki ulus-devlet statükoları sistemin içerisine girdiği krizden ötürü bir ciddi bir sarsılmayı yaşamaktadır.
Türkiye stratejik konumu ve bunun tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu sosyal, siyasal potansiyel bakımından Ortadoğu’daki denge ve düzenin oluşmasında belirleyici bir özelliğe sahiptir. Türkiye ölçeğinde ortaya çıkacak bir sonuç tüm bölgeyi etkileyecektir. Acaba mevcut durumda toplumsal çalışmalara öncülük eden kesimler bunun bilincine ne kadar sahipler? Buna sahip olduğumuz ölçüde değiştirici gücümüz olabilir, söz konusu sonuçları yaratan pratiklerin sahibi olabilir ve iyi bir geleceği yaratanlar olabiliriz.
Peki, bu bilinçten, bu birikimden uzak mıyız? Daha hayati olarak, bunun gerektirdiği mücadele biçimi, onun araçları geliştirilmiş midir? Bunun cevabı mücadele karşısında içerisinde bulunduğumuz duruma, sürecin gerektirdiği tutuma ne düzeyde sahip olduğumuza bakarak anlayabiliriz.
Kürtlerin, Türkiye’de demokrasi güçlerinin geliştirdikleri mücadele biçimi ve alınan tutum doğru çizgide olunduğunu göstermektedir. Bu durum birbirini tamamlayan iki gelişme sayesinde mümkün oldu. Böylelikle en son çöktürme projesi olarak kavramlaştırılan yeni inkar, imha, soykırım ve sömürü siyaseti boşa çıkarılmış oldu.
Bunlardan birincisi Leyla Güven’le başlayan, daha sonra içeride ve dışarıda hızla yayılan ve bugün milyonların talebi olarak kavramlaştırılan direniş sürecinin başlamasıydı. AKP iktidarı diyalog ve çözüm söylemiyle önce pasifleştirerek daha sonra sert baskı ve şiddetle boyun eğdirerek ulaşmak istediği amacına direniş tutumunun geliştirilmesiyle boşa çıkarılmış oldu. Kürtlerin mücadelesinde birliği sağlamış oldu. Geriye dönüp bakıldığında, ilk başlarda bunun sağlanamadığı görülecektir. Geliştirilmek istenen yeni inkar ve imha konseptine karşı toplumsal saha içerisinde direniş pozisyonuna geçmede sıkıntılar yaşandı. Eski devletin inkar ve imha siyasetinin AKP eliyle geliştirilen yeni konseptini zamanında anlama ve bu şekilde gereken duruşu gösterme bu sıkıntılar yaşandı. Leyla Güven’in geç kaldık, öz eleştirimizdir dediği durum bunu ifade etmektedir. Fakat neticede AKP’nin bırakalım herhangi bir çözümü, yeni dönemde halkları ve ezilen kesimlerin mücadelelerini bastıran en gerici ve baskıcı güç olduğu gerçeğini gören ve buna karşı direnişi esas alan öncülüğün ortaya çıkmasıyla beraber çizgide ve mücadelede birlik sağlanmış oldu.
İkincisi, Kürtler ile demokrasi güçlerinin seçimler vesilesiyle kendi aralarında sağladıkları birlik ve ittifakların geliştirilmesiyle atılmış oldu. Buna Kürtlerin kendi aralarında sağladıkları birlik ve ittifaklar da dahildir. Kürtlerin kendi bölgelerinde kazanmayı esas alırken Batı cephesinde AKP-MHP’ye kaybettirme stratejisi ile demokrasi güçlerinin Kürtlerle ittifak kurarak tek adam rejimine karşı çıkma stratejisi son derece doğru ve başarılı bir adımdı. Yıllardır devlet, devleti yöneten güçler Kürt halkına karşı inkar ve imha siyasetini geliştirirken bunu bir şekilde yanına yanaştırdığı bir kesim Kürtlerle meşrulaştırmaya çalışmaktaydı. Şimdi bu durum ortadan kalkmış oldu. Bundan olsa gerek daha önce üzeri bir şekilde örtünen Kürt düşmanlığı açıktan dillendirildi. Tayyip Erdoğan bu ülkede Kürtlerin yerinin olmadığını söylemiş oldu. Bu durum işte atılan bu adımların sonucunda gelişti. Sonuç olarak sürecin temel adımları atılmıştır. Gerisi bunu tamamlayacak pratik adımların atılmasıdır.