Türkiyeli olmak demek; Türkiye’yi tarihiyle, kültürüyle ve değerleriyle tanımaktan geçer. Türkiye Cumhuriyeti tarihini bilmek ise toplumsal hafızaya danışmayı gerekli kılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu zemin Osmanlı’nın; hem pastadan pay almak hem de kendi topraklarında yaşanan ekonomik ve siyasi krizler yokmuş gibi, sıkışmışlığını perdelemek için Dünya Savaşı’na katıldığı bir süreçtir. Avrupa’da milliyetçilik bu savaşla yeniden canlanmış ve yaygınlaşarak bugün Türkiye’nin temel stratejisi olmuştur. Bu gerçeklik Ortadoğu’da, özelde Suriye merkezli yaşanan olaylarda da benzer bir sürecin yaşandığını göstermektedir. Dünyada yaşanan sistem krizlerini savaşla çözme mantığı; tarihte olduğu gibi yeni savaşlar üretip, sömürüyü ve krizi büyüterek katliamlara yol açmış ve de insan öldürmek gündem değiştirme kılıfı olmuştur. Bu nedenle de Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesi toprak kaybını önlememiş tam tersi parçalayıp yok etmiştir. Bugün intikam alırcasına Türkiye’nin Osmanlı toprak bütünlüğüne kavuşacağını söyleyen kişilikler, Türkiye’yi küçültmeyi hatta tıpkı Osmanlı gibi parçalamayı esas alan güçlerin ta kendisidir. Türkiye’nin bugün yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasal krizler o süreçte yaşanan konjonktürü tam olarak açıklamasa da çok benzerdir. Savaş sonunda Cumhuriyet rejiminin ilan edilmesi ve demokratikleşmek için yapılan girişimler, daha doğrusu yaşanan sorunları içten çözme çabaları, bir bütünen yok olmayı engellemiş ve reformlarla Cumhuriyet rejimine geçilmiştir.
Yaşanan bu reform sürecinde Osmanlı topraklarında yaşayan birçok halk ve kültür ayrılmayı talep etmiş ve nihayetinde de ayrılmıştır. Bu da gösteriyor ki sıkışmışlık ruh haliyle beraber gelişen baskı ortamı, çoğulcu yönetim sistemlerinde parçalanmayı doğuran asıl sebep olmaktadır. Yani bugün “Türkiye’yi parçalıyorlar” naraları atarak gelişen muhalefeti sindiremeyenler Türkiye’yi parçalayanların ta kendisidir. Kendini merkeze koyan ve eksikliği sürekli dışarıda arayan ve kendini sözde lider olarak adlandıranlar Türkiye’yi geriye çekenlerdir ve böyle devam ederse bu megaloman ruh hali nedeniyle Türkiye’nin yıkıcı gücü olacaklardır.
Böylesi krizli süreçlerde içten bir demokratik ve dinamik güç açığa çıkar ve yaşanan süreci evirir. Bu durum tüm değişim süreçlerinde yaşanan bir ritüele dönüşmüştür ve de sonuç almıştır. Türkiye’de de yaşanan bu gelişmelere duyarsız kalmak demek insanlığın yaratmış olduğu değerler silsilesine yabancılaşmak demektir. Türkiye’de devrimci demokratik çizgi her zaman kendini var kılmış ve de var olacaktır. Demokrasi insanlık tarihinden beri var olan insanın ve toplumun yaratmış olduğu; ahlak, adalet, estetik, vicdan, paylaşım, üretim ve birlikteliğin tek kavramda buluşmasını ifade etmektedir. Sıralanan bu kavramların her birinin tarihi araştırıldığında üzerine ciltler dolusu kitap yazılacak kadar kapsamlı ve de tüm bilimlerin temel taşını oluşturacak derecede bilgi yüklüdür. Bu nedenle bağrında birçok kültürü ve dini barındıran bin yıllara dayalı tarihi değerleriyle çekim merkezi haline gelmiş olan bu topraklarda yaşanan her türlü gerici ve şovenist yani antidemokratik yaklaşıma karşı ortak tutum sergilemek bu tarihi değerlere sahip çıkmanın, kimliğine sahip çıkmanın bir diğer adıdır.
Bugün Türkiye’yi bölmeye çalışan sözde liderlere en güzel cevap; başta Kürt halkı olmak üzere tarihine, toprağına, diline, müziğine, destanlarına ve de en önemlisi tüm bunlara sahip çıkan öncülerine sahip çıkmaya çalışan halklar ve inançların yaşamasıdır. Özcesi; bu ülkede ötekiler yaratanlara rağmen öteki olmamaktır. Öteki olmamakta ısrarcı olup bulunduğu zamanda tarihine sahip çıkıp, bu toprakların asıl sahibi gibi yaşamaktır. Sınırlar çizenlere inat, sınır kabul etmemektir. Öteki olan; faşizmdir, iktidardır, kapitalizmdir, militarizmdir, cinsiyetçiliktir, halklar ve inançlar değildir. Bugün Türkiye’de yaşayan ve sayısı binleri aşan Kürt halkının irade olarak gördüğü legal parti HDP üyeleri, bu partinin milletvekilleri, bu partinin amaçları doğrultusunda mücadele etmiş ve şu an tutuklu bulunan seçilmişler, bu fikri savunup da savunduğu fikirler uğruna tutsak alınan yurtseverler ve bunların dışında Türkiye’de ötekileştirildiği için sürgün olan ve dünyanın birçok yerine dağılmış olan Kürtler bugün tüm benlikleriyle kendi olmakta ısrarcı oldukları için PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tutsak alınmasının kendilerini de tutsak ettiğinin bilinciyle bedenlerini ölüme yatırmışlardır. Bu sadece bir kişi şahsında açığa çıkmış bir eylem değil esasta tarihine sahip çıkmanın, Türkiye halklarını bölmek isteyenlere rağmen bölünmemekte ısrarcı olmanın da eylemidir. Bu nedenle devrimci öz ve duruş bu taleplerin kendi talepleri de olduğunun bilinciyle bu eylemlere ortak olmayı gerektirmektedir.
Türkiyeli olmak, Türkiye’de yaşanan sorunların çözümü için tek beden olabilmektir, bu duruma sessiz kalmak sorunlara ortak olmakla eşdeğerdir…