Hitler’in insanlığa verdiği korkunç zararlardan biri de, ortaya koyduğu olağanüstü zalimlik performansıyla kendisinden önce gelen canilerin en ağır suçlarını unutturmasıydı. 20 yılda Kongo’nun nüfusunu yarıya indiren Belçika’nın lanetli kralı II. Leopold bunların en acımasızlarından biriydi.
1865’te, henüz 30 yaşındayken, ölen babasının yerine kraliyet tacını giyen Leopold, aslında çok önceden beri Afrika’da sürdürülen sömürgecilik yarışında Belçika’nın ‘pasif kalmasından’ rahatsızlığını dile getiriyor ve bir an önce atak yapılmasını istiyordu.
Daha büyük Belçika!
Tahta çıktığında da “Daha büyük, daha güçlü bir Belçika istediğini” açıkça söylemişti. Sömürgeler konusunda Avrupa ülkeleriyle doğrudan çatışmak istemeyen Leopold, bunun için kişisel servetini de kullandığı karmaşık bir yol izleyecekti ve asıl hedefi muazzam fildişi ve kauçuk potansiyeline sahip olan geniş Kongo topraklarıydı. Önce, 1876’da Brüksel’de uluslararası bir jeofizik konferansı topladı. Bu konferansta, “Kongo yöresi halkına medeniyet götürmek, bilimsel araştırma ve ticaret yapmak, köle tüccarlarına karşı savaşmak için” uluslararası bir komite kurulmasını savundu. Böylece Uluslararası Afrika Derneği kuruldu ve II. Leopold derneğin başına geçti.
Bu noktada Leopold, adı ‘gazeteci’ olarak geçse de aslında maceracı bir sömürge ajanından başka bir şey olmayan Henry Morton Stanley’e (rakiplerini şüphelendirmemek için) ‘gazetecilik faaliyeti’ adı altında gizli bir görev vererek Kongo’ya yolladı. Özel talimatında, “Alabildiğin kadar toprak al ve egemenliğimiz altında topla. En kısa sürede, tek bir dakika kaybetmeden, tüm ticaret yollarını ele geçir” diyor ve şunu ekliyordu: “Bu mümkün olduğu kadar büyük bir devlet yaratma ve yönetme projesi. Bu projede zencilere en ufak bir siyasi söz hakkı vermeyeceğimiz açıkça anlaşılmalı. Aksi çok saçma olurdu.”
Kongo ‘tapu’ ile tanışıyor
Stanley, kısa sürede, okuma yazma bilmeyen, tapu nedir hiç duymamış kabile şeflerini tehdit ederek Kongo topraklarının neredeyse tamamına sözde ‘satın alma’ yoluyla el koydu. Bütün tapular ise Leopold adına çıkarılmaktaydı.
Böylece, 1880’lere gelindiğinde Kongo, artık kralın tapulu malıydı! 1885’teki Berlin Konferansı’nda da Belçika’nın Kongo üzerindeki hâkimiyeti tanınmış ve ‘bağımsız’(!) Kongo Devleti kurulmuştu. İlk yıllarda fildişi, daha sonra ise kauçuk öne çıkarken, Kongo sömürge düzeni de en acımasız evresindedir. Kölece çalıştırılan işçilerden isyan edenlerin ya da günlük kotasını dolduramayan ‘tembellerin’ elleri ve ayakları çapraz kesilmekteydi. Kotayı dolduramayan kişi yakalanamazsa askerler bu kişilerin eşlerinin veya çocuklarının ellerini kesiyordu. Milyonlarca kişi bu dönemde ağır çalışma nedeniyle ölürken, isyan edenler ise acımasızca bastırıldı. Beyazların yönettiği işbirlikçi Kongolulardan oluşan Kongo Ordusu o kadar çok insan öldürüyordu ki, buna harcanan mermilerin Belçika ekonomisine yük getirdiği tartışılmaya başlanmıştı. Leopold, bunun için bir yol buldu sonunda: Askerler kullandıkları her mermi için öldürdüğü kişiye ait eli beyaz bir subaya teslim etmek zorundaydı! Birine ateş edilip ıskalanması durumunda yaşayan bir Kongolunun eli kesilerek subaylara gösteriliyordu. Öyle ki, bir süre sonra Kongo, bir ‘elsiz insanlar’ ülkesi haline gelmişti.
Leopold, uzunca bir süre ülkesindeki ‘yandaş’ medyanın yardımıyla Kongo gerçeğini gizleyebildi. Ancak, 1900’lü yılların başında gazeteci Edmund Dene Morel, fotoğraflarla gerçek durumu ortaya çıkarınca ikiyüzlü Avrupalı sömürgeciler “Bu kadarı da fazla canım!” diye tepki gösterdiler. Böylece, Kongo’da olup bitenleri aslında fiilen yöneten Belçika hükümeti, kralın bölgedeki yetkilerine son verdi ve sömürge düzenini kendi üzerine aldı. Bu, tabii ki Kongo için ‘bağımsızlık’ anlamına gelmedi. 1960’larda bile Lumumba gibi devrimci önderlerin katledilmesinde Belçika ordusunun bizzat hazır bulunduğu biliniyor.
Modern Belçika’nın heykelleri
Bu anlamda Leopold dönemi, aslında belki sömürgecilik tarihinin parantezinden ibarettir ama özel bir parantez! Belki de erken doğmuş bir Führer sayılabilecek olan kralın hırsı, dönemin diğer sömürgeci güçleri tarafından dengelenmemiş olsaydı ne olurdu sorusu, bu bakımdan önemlidir. Küçük bir ülke olan Belçika’nın, Kongo nüfusunu 20 yılda 20-30 milyondan 9 milyonun altına düşürmüş olması, gerçek bir tarihsel ibrettir çünkü. 1884’ten 1960’lara kadar Kongolu yerli işbirlikçilerin cinayet performansı ise ayrı bir tartışmanın konusudur bu arada.
Sonuçta, kamuoyunda tartışılsa da II. Leopold’un heykelleri bugün hala Belçika kentlerini süslüyor. Kongolular ise yaşamlarını ve ellerini yok eden bu adamı nefretle anmaya devam ediyor.
Arif MOSTARLI