Özgürlük tutkuları olmayanın, örgüt tutkuları ve başarıları da olamaz. İçinden geçtiğimiz süreç tarihsel toplum bunalımlarıyla kuşatılmış halkların özgürlük isyanlarının ve tercihlerinin gittikçe yükseldiği bir süreçtir. Kapitalist modernitenin son toplum dizaynı her türlü itirazdan, umuttan ve gelecekten yoksun, günü birlik, sıradan toplum oluşumudur. Bunun gerçekleşmesi için ekonomik, kültürel, siyasal, askeri her türlü zoru kullanmakta, bunalım ve krizi hayatın olağan akışı haline getirmeye çalışmaktadır. Merkezi hegemonik güçlerin kendi iç çelişki ve uzlaşıları bunu ortaya koymaktadır. Yükselen sağ milliyetçi dalganın ‘istikrarsız politika’ örüntüsü yeni bir dünya siyaseti ortaya koymaktadır.
Sürekli karşıtlaşan ve karşıtlaştıran bir uluslararası siyaset dengesi, örtülü ekonomik uzlaşmalar, aleni paylaşım kavgaları yeni dönemin dilidir. Bu gel-gitli halin esas hedeflerinden biri sürekli flu bir görüntüyle hakikati perdelemedir. Perde önünde her an devam eden gerilimler varken, perde arkasında dizaynlar, hesaplar, paylaşımlar devam etmektedir. Kuşkusuz bu güçler çelişkisizdir ve sürekli danışıklı bir uzlaşı halindedirler demiyoruz. Aksine aralarında hegemonik paylaşım krizleri derindir. Fakat en nihayetinde hepsi ideolojik soykırım güçleridir ve her gün yeniden şekillenen söylem ve eylemlerle politikalarını hayata geçirmektedirler. Bu güçlerin ortaklaştıkları en temel nokta özgürlük ve toplum düşmanı olmalarıdır. Kadın düşmanı olmalarıdır.
Demokratik ve özgürlük yanlısı en ufak bir eğilimi bile ezip geçme netliğidir. Ortadoğu özgülünde ve coğrafyamız ekseninde düşündüğümüzde ise en temel özellikleri Kürt düşmanlığıdır. Direnen, hak-kimlik ve varlık mücadelesi yürüten halklar her zamankinden daha yoğunca faşizmin hedefindedir. Bu denli artan baskı, yönelim, katliam, tutuklama başka türlü izah edilemez. Ya işbirlikçi olup kendin olmaktan çıkacaksın ya da yok olacaksın ikilemi dayatılmaktadır. Hedeflenen Kürt özgürlük hareketinin imhasının, Kürt halkının yok edilmesinin, özgürlük ve haklardan yana ne varsa baskılanmasının ideolojik merkezi, hegemonik güçler iken, uygulayıcısı ve pratik gücü AKP-MHP ittifakıdır. Bu uygulamaların hayatın sıradan seyri haline getirilmesi, savaş koşullarının kaçınılmaz bir son gibi gösterilmesi, ekonomik buhranın milli mesele olduğunun lanse edilmesi, uç boyuta varan direnen kadın düşmanlığı bu gücün sonucudur.
Dolayısıyla süreç; topyekün imhayla topyekün özgürlük direnişi arasındaki tercihler sonucu netleşecektir. Kadınlar olarak tarihten beri bu iki seçenek arasında mücadele yürütmekteyiz. Ya itaat edeceksin ya da yok olacaksın ikilemi kadın özgürlük mücadelemizin esas direniş odağı oldu. Aynı yokluk ikilemi Kürdistan gerçekliğine de uygulanmak istenmektedir. Dolayısıyla toplumsal mücadele bu anlamda bir bütündür. Bu toplumsal mücadeleyi doğru okumak, onun pratikçisi haline gelmek, sürecin belirleyeni olmakla mümkündür. Bu şekliyle konum alındığında hem açlık grevi eylemlerine denk bir direniş örülür, hem de yaklaşan yerel seçim gündemi doğru bir doğrultuya kavuşturulur.
Direniş dinamikleri doğru oluşturulduktan sonra pratik politika çok daha zengin ve yöntemli yürütülebilir. Tüm bu gelişmelere bakıldığında görev ve sorumlulukların anlam ve derinliği daha iyi anlaşılmaktadır. Yüzyıla ilham olan bir kadın mücadelesinin olduğu bir dönemdeyiz. Bu anlamda tüm kadınların kadın mücadelesini, birliğini geliştirmek ve büyütmekten başka seçeneği yoktur. Ancak birçok genç kadın sisteme karşı itirazını kapitalist modernite içinde eriyerek yitirmektedir. Yine erimek istemeyen, egemen erkek zihniyetini kabul etmeyen ama buna karşı mücadeleyi nasıl yapacağı bilmeyen ve farklı arayışlara girerek bocalamaktadır. Özellikle genç kadınların sisteme karşı itirazını örgütlenme ve birlik olma üzerinden gelişeceğini bilmesi ve erimeden mücadelesini verebileceği gerçekliği de vardır.
Bilindiği üzere, AKP-MHP ittifakına karşı başlatılan direniş, açlık grevleri eylemiyle ciddi bir düzeye ulaşmıştır. Leyla Güven ve zindandaki on binlerce tutuklu PKK Lideri Abdullah üzerindeki ağırlaştırılmış tecritin kırılması için bedenlerini açlığa yatırmıştır. Ancak on binlerce tutsağın sesini duymak ve duyurmak için toplumun harekete geçmesi, kadın ve gençliğin bu fedai duruşu daha güçlü sahiplenmesi gerekmektedir. Açlık grevleri toplumun vicdanını zorlamakta ancak birlik ve örgütlenme olmadan bu vicdan zorlanmasının tek başına ulaşacağı bir pratik yoktur. Mevcut durumda tüm kadın örgütlerinin, hareketlerinin, bireylerin on binlerin açlık grevinde olduklarını unutmaması gerekiyor. Tarih, içinde bulunduğumuz an, bize seferber olma, mücadele etme, direnme ve başarı sorumluluğunu yükleyerek, başarı dışında başka hiçbir seçeneği tanımıyor.