Eskiden kullandığımız Rumi takvimle bugün Şubat’ın son günü ve yarın Mart ayına giriyoruz. Martla ilgili çok atasözü ve deyim var.
En meşhuru: “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.” Martın havasına güvenilmezliğini, yazı anımsatan bir havadan çıkıp fırtınaya yakalanabilineceğini yani sol gösterip sağ vurabileciğini anlatır. Siyasi tarihimizde ise mart, en netameli aylardandır. O kadar çok sabıkası var ki yıldönümlerini izlemekte artık epeyce zorlanıyoruz. 31 Mart olayı, 12 Mart Muhtırası/müdahalesi, Gazi Mahallesi olayları…
Önümüzdeki 31 martta yapılacak yerel yönetim seçimleri nedeniyle içine girdiğimiz yakıcı atmosferin bizi neredeyse bir iç savaş havasına sokması nedeniyle, bu üç önemli olayı ve olası sonuçlarını irdelemeden önce, Gezi olayları sırasında ekmek almaya giderken 16 Haziran 2013’te polisin plastik mermisiyle başından yaralanıp dokuz aylık bir yaşam mücadelesinden sonra 11 Mart 2014’te hayatını kaybeden çocuk yaştaki Berkin Elvan’ı anmak isterim. Hani o annesi meydanlarda iktidarın başı tarafından yuhalatılan güzel çocuk. Ölmeseydi bir delikanlıydı şimdi. Kalplerde yaşayacak.
31 Mart olayı, 33 yıllık Abdülhamid despotluğuna karşı girişilmiş ve Abdülhamd’in tahttan indirilmesi ile son bulan bir harekettir. İttihat ve Terakki Partisi bu olayla iş başına gelmiş, ulus devlet temelleri bundan sonra atılmıştır. Sözde “hürriyet, adalet, musavat” getiren meşruti bir devlet yapılanması amaçlanmış, ancak Ermeni ve Süryani kırımları bu dönemde olmuş, aynı fikri temeller üzerinde kurulan Cumhuriyet, otuza yakın Kürt kalkışmasını, onlarca özgürlük hareketini kanla bastırmıştır.
12 Mart 1971’de ordu, Süleyman Demirel hükümetine verdiği muhtıra ile hükümeti devirmiş, Nihat Erim başbakanlığında kurulan hükümetle 1961 Anayasası’nın Türk milletine geniş geldiğini söylemiş, kabak yine Kürtlerin ve Alevilerin başına patlamıştır. 12 Mart 1995’te Kürt ve Türk Alevilerin yaşadığı İstanbul Gazi Mahallesi’nde Alevilerin devamlı gittiği bir kahvehaneye yapılan saldırıdan sonra üç gün süren olaylar sonunda kimi yürüyüş sırasında polis karakolundan yapılan ateş sonucu, kimi karanlık güçlerce yapılan saldırılar sonucu olmak üzere toplam 22 kişi ölmüş, 155 kişi de yaralanmıştı.
Sonradan istihbaratın çok önemli isimlerinden biri olan Hanefi Avcı, PKK ve sol örgütlere mal edilmek istenen bu olayların ve kahvehane baskınının “devlet içindeki güçler” tarafından yapıldığına inandığını söylemiştir. Bunun da “bin yıl süreceği” söylenen 28 Şubat Muhtırası’ndan hemen sonra olması manidardır. Bütün bunları neden anlattık? Yukarıda da belirttiğimiz gibi önümüzdeki seçimler, olası sonuçları itibariyle iktidar cenahını çok korkutmaktadır. Her şey Kürt bölgelerindeki gibi olsa işleri kolay.
Kürtlerin hiçbir baskıya pabuç bırakmayacaklarını bile bile sandık başlarına kimseyi yaklaştırmazlar, taşıma sandık yoluyla kritik yerlerde istedikleri sonuçları elde etmek için her yola başvururlar. Ne var ki batı illerinde ve büyük şehirlerde mızrak çuvala sığmıyor, her oyunu çok rahat oynayamıyorlar. Kürt illerinde yapılanları ağız birliğiyle susarak onaylayan muhalefet, batıda susmuyor. Bu da bir şey. Böyle olunca Erdoğa-Bahçeli ikilisi çareyi, toplumu bölmekte arıyor.
Sayın Erdoğan’ın MHP’lilerin konsolidasyonuna o kadar çok önem vermesi, kendi tabanındaki çatlakları ve erimeyi görmesinin de yarattığı korkunun sonucudur. AKP’yi birlikte kuduklarında hiç kimsenin yanında kalmaması ve AKP içindeki önemli bir kesimin de yer alacağı yeni parti ya da partiler kurulacağı söylentilerinin yayılması sarayın uykularını kaçırmaktadır. Birlikte parti kurduğu yetmişi aşkın kişiden yanında hiç kimse kalmayan Erdoğan, ayrılanları davaya ihanetle suçluyor.
Yetmişten fazla kimse davaya ihanet etmiş, davayı güden bir tek sayın Erdoğan kalmış. Yani dava, sayın Erdoğan’ın şahsıdır sonucuyla karşı karşıya kalıyoruz. Toplumda Cumhur İttifakı’na karşı kullanılan her oyu ihanet olarak gören ve bunların hepsini terörist ilan eden bir düşünce yapısı, ister istemez toplumu bölmekle kalmayıp iki ya da daha çok düşman kampa ayırıyor.
Son günlerde 8 Mart Kadın Yürüyüşü’nde polisin baskısını protesto edenlerin ezanı ıslıkladığı yolundaki bir yalanla kitleleri tahrik etmenin sonucunda silahlı bir güruhun HDP binasına yaptıkları yürüyüş, CHP binasına yapılan silahlı saldırı ve polisin HDP Diyarbakır il binasının kapısını kırarak partilileri gözaltına alması, milletvekillerine karşı şiddet uygulaması, iktidarın toplumu getirdiği ve belki de getirmek istediği noktayı açıkça göstermektedir. Bir 31 Mart’ta, Abdülhamit istibdadı son buldu, bu 31 Mart da tek adam rejiminin sonunun başlangıcı olacaktır.
Şimdiden “seçimi kaybetsek bile daha dört buçuk sene ben yöneteceğim” diyerek para musluklarının kendinde olduğu, seçilenlerin yerine kayyım atayacağı tehditleri ile oy toplama çabalarının sonuçsuz kalacağını görmesi, umarım ülkeyi içinden çıkılması imkansız badirelere atmaz. Zorlama tedbirlerle ayakta tutulmaya çalışılan ekonominin dibe vurması sonucunda uğrayacağı oy kaybı karşısında kaosu daha da derinleştirerek seçimlere yönelik bir erteleme veya iptal, emrindeki yargı tarafından kabul edilse bile, Türküyle, Kürdüyle bu ülke halkları tarafından kabul edilemez, sevinçlerini kursaklarda bırakır.