Viyana dönüşü uçakta gazetecilere konuşan Tansu Çiller, Kürt sorununun çözümü için BASK modelini uygulamak gerektiğini söylüyordu. Çiller, 1993 yılında Viyana’da düzenlenen Avrupa Konseyi toplantısında zamanın İspanya Başbakanı Felipe Gonzales ile görüşmüş ve Gonzales’in fikirlerinden çok etkilenmişti.
BASK modelinden söz eden Çiller, tepkiler üzerine bu söylemden kısa süre sonra vazgeçti. Tam tersini söylemeye başladı: “Terörün dıştaki ve içteki finansal kaynaklarını mutlaka kurutacağız. Haraç verenlerin listesini çıkarıyoruz. Bunlar kurutulacak” dedi. (31 Ekim 1993 Hürriyet). Dört gün sonra ise Holiday Inn Otel’de düzenlediği basın toplantısında şöyle diyordu: “PKK’nın haraç aldığı iş adamları ve sanatçıların ismini biliyoruz. Hesap soracağız”. Çiller’in bunları söylemesinden bir süre sonra Kürt iş insanları kaçırılıp öldürülmeye başlandı. Daha sonra sıra vekillere geldi. Bu defa Çiller, “PKK’yı Meclis’ten atacağız” diye fetva verdi. Sonra 28 Şubat 1993’te Kürt vekiller yaka paça Meclis’ten atıldı. Yıllar geçse de Kürtler bu manzarayı unutmadı. Çiller’in bu fetvasından sonra sadece Kürt iş insanları öldürülmekle kalmadı, 3 bine yakın köy yakıldı ve boşaltıldı, 5 milyon insan yerinden edildi. 20 bine yakın faili meçhul cinayet işlendi.
Tayyip Erdoğan da Çiller benzeri bir rota izledi. Çözüm sürecini bitiren Erdoğan, benzer politikalar izlemeye başladı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Çiller-Ağar ekibinde yer alan isimler, hükümetin içinde ağırlık kazanmaya başladı. Zaten İçişleri Bakanlığı Çiller’in prenslerinden sayılan Süleyman Soylu’ya teslim edildi.
Bu seçim döneminde işinin hayli zor olduğunu başta Erdoğan anladı. Seçim startının verilmesiyle birlikte, milliyetçi oyları konsolide edebilmek adına HDP karşıtı sert bir kampanya başlatı. İşi, “Benim ülkemde Kürdistan diye bir bölge yok, Irak’ta var isteyen oraya gitsinler” demeye kadar vardırdı. (Yeni Akit, 5 Mart) Seçim mitinglerinde gösterdiği videolarla HDP’lileri ve HDP yöneticilerini ‘terörist’ diye hedef aldı. Kürdistan sözcüğü üzerinden bir ötekileştirme kampanyası başlattı.
Kürdistan neresi?
Bugün Kürdistan sözcüğü üzerinden Kürtleri ötekileştiren Erdoğan, daha iktidar olmadan önce bir Kürt raporu hazırlatmış ve kendi imzası ile Erbakan’a sunmuştu. O rapor Kürdistan’ın neresi olduğunu iyice tarif ediyordu. O zaman Vatan gazetesinde yazan Ruşen Çakır, raporun önemli bölümlerini özetler ve üzerine bir dizi yazı yazar. Rapora göre: “Bugün “Doğu” veya “Güneydoğu Sorunu” olarak adlandırılan sorun, aslında bir “Kürt Sorunu” dur… Sorun gerçekte ulusal bir sorundur, yani bir Kürt sorunudur… Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde “Kürdistan” olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir… Kürtlerin konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçe’yle ilgisi olmayan müstakil bir dildir…” (Ruşen Çakır, Vatan gazetesi 27 Aralık 2007 Perşembe)
Erdoğan’ın HDP ve HDP seçmenine yönelik sözleri tepki topladı ve sözlerini geri almak zorunda kaldı. Ama bu söylem Kürtleri öfkelendirdi. Bir süredir Kürt kentlerinde seçim kampanyası yürüten HDP Eşbaşkanı Sezai Temelli, bu nefret söyleminin sahadaki etkilerini Duvar gazetesinden Nergis Demirkaya’ya şöyle özetliyor: “Daha önce düz konuşuyordu. Bunu yeni yapıyor. Biz cevap verdikçe, oy kayıpları ortaya çıktıkça ‘Kürtler siz benim kardeşimsiniz’, ‘HDP yöneticileri terörist’ diyor. HDP’ye oy veren 6.5 milyon insan var. HDP’ye oy verenler HDP yöneticileriyle duygusal bağ kurmadan gidip oy vermiyorlar ki. Uzun süredir bölgedeyim. İnsanlarda çok büyük öfke var. En çok da AKP’ye oy vermiş Kürtler öfkeli. Bu nefret söylemi, ötekileştiren, dışlayan, bütün Kürtlere ‘defolun gidin’ diyen dil kimsenin içine sindirebileceği bir dil değil. AKP’deki adaylar da bunun ızdırabını çekiyorlar. Neredeyse kampanya yapamaz, mahcup bir kenarda oturur duruma geldiler.”
Sahanın gerçekleri bu söylemin AKP’ye oy kaybettireceğini gösteriyor. Erdoğan ve sözcülerinin geri adım atmaya başlamaları bundan. Ancak geri adım atmakta biraz geç kaldılar.