AKP iktidara geldiği günden itibaren kendi medyasını yaratma ve kendisinden olmayanları dize getirme stratejisi izlerken, en büyük sıkıntısı yetişmiş eleman eksikliğidir
Geçtiğimiz hafta, Muharrem İnce, katıldığı bir televizyon programında 15 Temmuz sonrasında Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Milli Savunma Üniversitesi’nin bazı yöneticilerinin FETÖ suçlamasıyla görevden alındığını söylemişti. Bunu haberleştiren Hürriyet, olayı tam olarak şu şekilde aktarıyordu: “İnce’nin iddiasının yalan olduğu çok geçmeden anlaşıldı”. Sabah, Akşam, Yeni Şafak gibi sarayın propaganda bültenlerinde görmeye alışık olduğumuz bu yoruma dayalı “habercilik” tarzının, geçmişte birçok günahı olsa da, belli bir ortalama dili tutturmaya gayret eden Hürriyet’te görülmesi, Doğan Medya operasyonu hakkında bir fikir veriyordu.
Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılmasının üzerinden üç aya yakın bir zaman geçmişken, satışa konu olan gazete ve televizyonlardaki yeni atamalar da bu fikri güçlendiriyordu. Örneğin, gazeteciliğe 1983 yılında Türkiye Gazetesi’nde başlayan ve 1999 ile 2010 yılları arasında TGRT Haber’in Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapan Mehmet Soysal, Demirören Medya Grubu İcra Kurulu Başkanlığı’nın yanı sıra, Doğan Medya Grubu İcra Kurulu Başkanlığı görevine de getirildi.
Doğan’ın gazete ve televizyonlarında yıllarca çalışmış olan birçok isim kapı önüne konurken, CNN Türk Genel Müdürlüğü görevine yıllarca TGRT’de çalışmış Bora Bayraktar; CNN Türk Ankara Temsilciliği’ne, TGRT’de Cumhurbaşkanlığı muhabirliği yapmış olan Dicle Canova, CNN Türk Haber Koordinatörlüğü’ne, TGRT’de görev yapmış İrfan Sapmaz ve Kanal D Ankara Temsilciliğine TGRT kökenli Ercan Gürses, dijital medya direktörlüğüne ise yine TGRT’den Bülent Ayanoğlu getirildi.
Kanal D haberin başına atanan Ramazan Kurnaz ise geçmişte İhlas Haber Ajansı’nda çalışmış olsa da, uzun yıllar ana akımda (Merkez Medya Grubu) bulunması sebebiyle yeterli güveni oluşturamamış olacak ki, bir buçuk ayın ardından görevinden alındı.
Milliyet ve Vatan örnekleriyle birlikte düşünüldüğünde, bu olay gösteriyor ki, Demirören, içerisine girdiği havuzda medya patronluğu üstüne ihale kalmış iştahlı bir burjuvadan başka bir şey değil. Ziraat Bankası kredisiyle Doğan Medya’yı satın almak zorunda bırakılan Demirören satışın görünen yüzü iken, operasyonu temel olarak TGRT Haber ve Türkiye Gazetesi’nin sahibi Işık Cemaati yönetiyor. Işık Cemaati’nin de Erdoğan’dan talimat aldığını bilmek için kâhin olmaya gerek yok.
Abdülhakim Arvasi’nin öğrencisi olan Hüseyin Hilmi Işık tarafından 1970’li yıllarda kurulan Işık Cemaati, liderinin, İslâm’ın Kur’an ve sünnetten başka yoruma ihtiyacı olmadığını söyleyen katı anlayışına rağmen, 1980’lerde Özal’la ihya olmuş ve merkeze yönelmiş bir cemaat. İlk olarak Türkiye Gazetesi’yle medya sektörüne giren, ardından TGRT’yi kuran cemaat, 1990’larda Uzakdoğu’dan getirdiği ürünlerin (en ünlüsü elektrikli şofben tabi) üzerine kendi markasını basıp satmasıyla İhlas Holding haline gelir. 1990’larda faizsiz bankacılık modeline dayanarak kurulan İhlas Finans, 2001 krizinde, birçok banka gibi batar. Ancak bu aşamada devreye AKP iktidarı girer. Silinen vergi borçları ve cömertçe verilen TOKİ ihaleleri ile İhlas Holding batmaktan kurtulur, aksine büyür.
Işık, İslâmcı bir cemaat olmasına rağmen, TGRT 90’lar boyunca İslâmcılıkla alakası olmayan bir yayın çizgisi izler. Serdar Ortaç, Ebru Gündeş, Gülben Ergen gibi kitle kültürü ikonları TGRT’de sürekli boy gösterir. Kanalın programları ve dizilerinin de, temeldeki siyasi amaçlarla pek ilgisi yoktur. 80’lerde kitle iletişim araçlarına ateş püsküren Gülen Cemaati’nin on yıl sonra büyük bir medya grubu olması gibi, İhlas da, zenginleşmenin ve ana akımlaşmanın tadını çıkartır.
Bu aynı zamanda kalifiye eleman yaratma fırsatı da sağlar. AKP iktidara geldiği günden itibaren kendi medyasını yaratma ve kendisinden olmayanları dize getirme stratejisi izlerken, en büyük sıkıntısı yetişmiş eleman eksikliğidir. Rasim Ozan, Melih Altınok, Mehmet Barlas, Markar Esayan gibi isimleri devşirme yolunu seçerken, örneğin TRT’yi bir dönem cemaatçilere bırakmak zorunda kalır. Siyasi projeleri için bir silah niteliğinde olan Taraf da cemaatçilerin gazetesidir. Hal bu olunca, cemaatten doğan eksikliği, uzun yıllar büyük ölçekli medya deneyimi olan, Işıkçılarla kapatmak zorunda kalması çok normal.
Ancak, Doğan Medya Grubu’nun satın alınmasıyla arzu edilenler başarılabilecek mi orası meçhul. Çünkü aklı başında bir iktidar için, ana akımda konumlanan, yıllar içinde sabitleşmiş okurunu kendisinden uzaklaştırmayan bir Hürriyet ve CNN Türk’ü kısa erimli operasyonlarla şekillendirmek daha kullanışlıdır. Bizzat saray tarafından yönetilen onlarca televizyon kanalının arasında, bir nebze bağımsız görülen CNN Türk’ü izlemeyi tercih eden AKP’li olmayan vatandaşlara, partinin kadrolu yorumcularıyla ulaşılabiliyordu yıllardır. Ancak şimdi iktidar medyasına dahil olan bu kurumları muhaliflerin tercih etmeyeceği bir gerçek olsa gerek.
Bunun yanı sıra, Hürriyet’in satış söylentileri henüz ortaya çıkmadan önce tirajı 325 bin iken, satıştan sonraki tirajı 290 bine inmiş. Siyasi kamplaşmasının zirvede olduğu Türkiye’de, eğitimli bir okur kitlesine sahip olduğu bilinen Hürriyet için 35 binlik bu düşüş gerçeği yansıtmamaktadır. Gazetenin patronajının ve siyasi angajmanının radikal bir şekilde değişmesine rağmen 290 bin kişinin aynı gazeteyi okumaya devam ettiğinin iddia edilmesi, okurun aklıyla alay etmek anlamına geliyor. Daha önce Sabah, Akşam, Milliyet’in satışlarında da gördüğümüz gibi, tirajları sabit tutmak için çok maliyetli yolların seçildiği aşikâr. Yani sadece bu medya kuruluşlarını almak için değil, prestijlerini korumak için de devasa bütçelere ihtiyaç var.
Erdoğan, Doğan Medya Grubu’nu ihalelerle ve vergi borçlarıyla kendisi için kullanışlı bir hale sokmuşken ve bu form daha fazla işine yarayacakken, ülkenin en büyük medya grubunu yok etmeye yöneldiyse, her ihtimalden çok korkuyor demektir. Bu korkularının başında da 7 Haziran deneyiminin olduğu kuşkusuz.