‘Bir kadın olarak ülkem yok. Bir kadın olarak, bir ülkem olsun istemiyorum. Bir kadın olarak, bütün dünya benim ülkem’ Wirginia Woolf
Sabiha Temizkan
Hayatı mücadeleye dönüştüren kadınlar… O kadınlar ki isimleri geçtiğinde bile yüzümüzde tebessüm ve umudu yeşertiyorlar. Sadece Kürt tarihine ismini yazdıran Leyla’lardan bahsetmek istiyorum. “Kürt Prensesi” Leyla Bedirxan’dan mesela. Dansıyla dünyaya adını duyururken bir yandan da ailesi ve yakınlarının feodal yargılarıyla mücadele eden. Leyla Bedirxan, “Dansım ve rüyalarım Doğu’ya ait” diyordu ilk Kürt kadın dansçı olarak adını yazdırdığı tarih sahnesinde.
Leyla Qasim var bir de…
1974 yılında henüz 22 yaşındayken idam sehpasına götürüldüğünde “Benim ölümüm halkımın uyanışı olacak” diyordu. Öyle de oldu. Tarih 1991 yılını gösterdiğinde bu kez Meclis’te bir Leyla Kürtlerin yasaklı diliyle iktidara, devlete meydan okuyordu. Ben ilkokula gidiyordum o zamanlar ve büyük bir şaşkınlıkla izlediğim yemin töreni sonrasında Konya’da büyüyen bir Kürt çocuğu olarak sadece evimizde konuşulan dilimin Meclis’ten yükselmesi beni çok heyecanlandırmış ve onurlandırmıştı. Evet, Leyla Zana Kürtlere yönelik zulme sessiz kalmamış ve Kürt tarihine Leyla ismini bir kez daha yazdırmıştı.
Leyla Zana’nın Kürtçe yemini sonrasında aynı okulda okuduğum kuzenim sınıfındaki diğer Kürt çocukları ile birlikte tahtaya çıkartılıp öğretmeninin hakaretlerine maruz kalmıştı. İşte o zaman bir Leyla daha uyandı. Annem Leyla Güven okulumuza gelerek o öğretmene hesap sormak istedi. Kürt oldukları için daha 11-12 yaşlarında olan çocuklara nasıl hakaret ederdi? Üstelik öğretmen de bir kadındı. Sonraları annemin Kürt sorunu konusundaki duyarlılığı arttı. Bulunduğu her ortamda, gittiğimiz her yerde Kürt kimliğini vurguluyordu. “Kürtlere hiç benzemiyorsunuz” diyen komşularımıza “Neden? Kürtlerin iki burnu üç kulağı mı var?” diye cevabı yapıştırıyordu. Ya da “kuyruğumu mu göremediniz?” diyerek toplumda yaratılan Kürt algısına tepkisini ortaya koyuyordu. O artık halkına dayatılan zulme, aşağılanmaya başkaldıran bir kadındı.
1994 yılında HADEP’te görev aldığında ise bugüne kadar uzanan serüveni hakkında güçlü ipuçları veriyordu aslında. Konya’da kadın olmak, Kürt olmak ve bu kimliklerle muhalif siyaset yürütmenin en zor olduğu yıllarda üstelik. Kadınlarla omuz omuza hem erkeğe hem sisteme karşı koyuyordu. 2004 yılında kadın belediyeciliğinin en güzel örneklerinden birini sergiliyordu. 7 Haziran 2015’te milletvekili seçildiğinde cesareti ile göz önündeydi bu kez. Cizre’deydi. Kimsenin alınmadığı ilçeye ablukayı yarıp girerken çekilen görüntüleri konuşuluyordu. Canını hiçe saymıştı, kimse ölmesin, zarar görmesin diye. Bombardıman altındaki ilçede bir sokaktan diğerine koşturuyordu.
25 yıllık bir emek nasıl anlatılır ki?
Anneniz ise bir de hikayenin kahramanı. Kendi kahramanınız bir de halkının kahramanı olduysa… Ah Leyla! Annem, yoldaşım, canımın canı! Senin duruşun, anneliğin, kadınlığın, mücadelen beni hep hayran bıraktı sana da canını ortaya koyduğunda ne çok canım yandı bir bilsen. Sen hep güzel yerde durdun. Bana hep güzeli, doğruyu öğütledin. Sen aç ile ekmeğini paylaştın, açıkta olan ile yuvanı. Ne çok misafir ağırladık beraberce. Sen birisi aç, açıkta ise uyuyamazsın.
Sen gencecik bedenler toprağa düşerken sıcak yatağında uyuyamazsın bilirim. Bundandır ki seni anlatmaya çalışıyorum dilimin döndüğünce. Şimdi “Bu ülkeye barışı getiremediğimiz için özür diliyorum” diyerek başlattığın açlık grevinde giderek küçülen bedenini iradenle devleştiriyorsun. “Tecrit bir insanlık suçudur” diyerek Türkiye’nin kendi yasalarını uygulamasını istiyorsun. Ama bu iktidar talebine kör, sağır, dilsiz. Senin açlığında bir mevsim geçti. 121 gündür devlet kendi yasalarını uygulamadığı için eriyorsun.
Üstelik seni yalnız bırakmayan ve bedenini açlığa yatıran binlerce yoldaşının sorumluluğunu da omuzlarına alarak. Ama tıpkı Mardin Luther King’in dediği gibi “Beni korkutan kötülerin baskısı değil iyilerin kayıtsızlığı.” İyiler birleşelim, yaşamı savunalım. Leyla’lar yaşasın! Leyla’lar yaşasın ki barış umudu bu topraklardan eksilmesin. Leyla’lar yaşasın ki yaşamımızın geri kalanında hatırlayacağımız tek şey “dostlarımızın sessizliği” olmasın!