Porto Alegre’ye yakın bir ormanın kıyısıydı. Belki size şaşırtıcı gelecek ama direniş filan yoktu ya da toprak işgal etmek. Bir Brezilyalı arkadaş ev yapıyordu. Çoğunu yapmıştı aslında. İçinde kalıyorduk. Her gün bir toprak blok döküyorduk. Sadece toprak. Sağlam ve geniş bir tahta bloğun içine, toprağı döverek sıkıştırıyorduk. Ev, her gün 2 metre uzunluğunda, 60 santim yüksekliğinde, 50 santim genişliğinde büyüyordu. -Yavaş mı yapılıyor sanıyorsunuz ? Siz işinize gidip, her gün akşama kadar çalışıp, eğer para biriktirebilirseniz ve 10 yıl kadar bankaya borçlanıp, size biçilmiş evlerinizde hesaplayın. Hangisi daha yavaş?- ‘Hadi iki blok yapalım’ dediğimizde ‘evin ruhu yara alır’ diyordu Alfredo. Onu dinliyorduk. Evi, her gün tek blok yapa yapa bugüne getirmişti.
Evin ruhunu yakından tanıyordu. 8 Mart Dünya Kadınlar günüydü. Evdeki kadınlar bunu kutlamak istiyorlardı. Yakında çok küçük bir kasaba vardı sadece. ‘Hiç bir şey yoktur orada’ diyordu Juliana ‘Belki sıkıcı bir öğretmen toplantısı.’ Son zamanlarda toprak işgal etmiyorlar diye MST-Topraksızlar hareketinden ayrılmıştı. Enerjisini toprağa veriyordu. Köylü kadınlara, doğal tıp bitkilerini öğretiyordu. Onlardan öğreniyordu. 3 yıl önce MST- Topraksızlar’ın 8 Mart eylemine katılanlardandı. Keskin uzun bıçakları-machetaları ile GDO’lu tohum üreten bir laboratuvara girmişlerdi. Monsanto’nundu galiba.
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar- GDO’lar, yani kapitalist ve kanser tohumlar, küçük köylü düşmanları, sermayenin doğurdukları, doğa imha edicileri, iktidar çocukları, paketlenmiş ve metalaşmış gıda zirveleri, hadım, tıynetsiz ve soysuz tohumları imha etmişlerdi. Bir miktar ama olsun güzel bir 8 Mart kutlamasıydı. Doğurgan olanı, kadını kutsayan bir eylemdi. Kasabada ‘belki olan’ toplantıya gidilmedi. 8 Mart’ın bitmesine sadece 2 saat kalmıştı. Birden Julina ayağa kalktı.
Son döktüğümüz toprak bloğun üstündeki elektrikli testereyi aldı. 7 kişi cipe bindik. Kucağımıza elektrikli testereyi yatırdık. Araba çalışınca patates kızartması kokuyordu. Benzin yerine yanık yağ kullanıyordu Alfredo. İnsana bira içirtmek dışında bir masrafı olmuyordu cipin. Sarsılarak ilerledik. Geceydi. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Juliana dışında birileri biliyor mu, onu da bilmiyordum. Ha bir de, iki balta ve bir nacak vardı. Zaten her zaman yanımızda olan uzun bıçaklar-machetalar da. Okaliptus ağaçlarının olduğu yolun kenarından ilerledik. Cipi karşı kıyıda bir kuytuya çekti Alfredo. Motoru durdurdu. Ama hâlâ patates kızartması kokuyordu hava. Yolda motosiklet farı var mı, diye kontrol ederek karşıya geçtik. 7 kişi, iki balta, bir nacak, galiba 6 macheta ve bir elektrikli testere.
Okaliptus ağaçlarının üretim alanına daldık. Büyük toprak sahipleri okaliptustan bio-yakıt üretiyorlardı. Amazonun gerçek ağacı olmayan okaliptus, bütün diğer ağaçları yok ediyordu. Biyolojik çeşitliliği öldürüyordu. Okaliptus ağaçları orman değil, fabrikaydı. Sermayenin temerküzünün yeşil canavarlarıydılar. Toprak sahiplerinin silahlı ve motosikletli nöbetçilerinin sesi duyamayacağı kadar derine yürüdük. Alfredo sadece çalıştırdı testereyi. Juliana aldı. Oldukça büyük bir okaliptus ağacının karnına girdi testere.
Geceyi yırtıyordu ses. Diğer kadınlar ve iki balta, bir nacak sağda solda okaliptus bedenlerini yaralamaya çalışıyorlardı. Günde 40 ton su çekiyordu okaliptus. Juliana ve elektrikli testerenin kestiği okaliptusun iyice beli büküldü. Baltalı kadınlar ve nacak, düşeceğin yerin oradan çekildiler ve kesildiği yerin tersine düştü okaliptus. 6-7 genç okaliptusun tepesine .
Kadınlar Juliana’ya sarıldılar. Biz alkışladık. Hava ortadan biçilmiş sermaye kokuyordu. Ve Yaşasın 8 mart…