İZLENİM
Türkiye’nin en büyük ayakkabı imalat merkezlerinden biri olan İzmir’in Bornova ilçesindeki Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde tam anlamıyla üretici kan ağlıyor. 15 Temmuz darbe girişimi öncesine kadar 50 binin üzerinde üreticinin, işçinin çalıştığı sitede o dönemlerde bile insan kaynıyormuş. Sitede konuştuğum herkes işlerin yüzde yetmiş azaldığını hatta kimi üreticiler ise 6 aydır siftah yapmadığını söylüyor.
Türkiye’de doğusu ve batısıyla emekçiler ekonomik krizle boğuşurken, biraz da severek, beğenerek hepimizin bazen çifter çifter aldığı bu rengârenk ayakkabılarının imalat merkezinde saya işçilerini uzun uzun katmerleşmiş sorunlarını dinledim.
Onlarca markanın vitrininde gördüğümüz ayakkabıların; çocuk işçinin, sigortasız emekçinin, mültecinin hatta emekli olmuş ama geçimini ek iş yaparak sağlayan 60 yaş üstü insanların ellerinde yaşam bulduğunu kaçımız biliyor? Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde çalışan saya işçileri 20 yılın en durgun ve işsiz piyasasıyla karşı karşıya olduklarını anlatıyor. Üreticiler hükümet krizinin ötesinde sistem krizine bakmamız gerektiğine işaret etti. Devletin yıllık milyon dolarlık kazanç elde ettiği bu üretim merkezinde hayali bir çarkın içinde karın tokluğuna bile çalışamayan emekçilerden Suat Canoğlu’nun anlattıkları bize bir kez daha çürümüş sistemin kokusunu taa öteden ulaştıracaktır. İlkokula giderken çocuk işçi olarak girdiği atölyede 30 yıldır işçilik yaptığını söyleyen Canoğlu, 5 yıl önce küçük bir imalat atölyesi açarak işlerini büyütme kararı aldığını belirtiyor.
“Helal parayla üretim yapmak” niyetiyle işyeri açtığını belirten Canoğlu’nun 5 yıl içinde nasıl borç batağına saplandığını isterim ki kendisi bize anlatsın. Ve yılların ayakkabı imalatçısı Canoğlu, “Bu ayakkabıları kim üretiyor?” diye soruyor.
Canoğlu: “3 aydır siftah yapmadım. Faturalarım burada, isterseniz bakın, ne mal girişi ne de çıkışı. Bizim sektörde son 10 senedir markalar diye bir sistem var. Şimdi ben bu marka anlayışının küçük esnafı ve asıl üreticiyi nasıl bitirdiğini anlatmak istiyorum. Ayakkabı dünyasında Sanbe, Vicco, Polaris gibi markalar var mesela. Bu firmalar kendi fuarlarını yapıp, bizim ürettiğimiz bu ayakkabıyı götürür kendi fuarında satar ve daha iyi maliyet elde eder. 10 bin çift liste ayakkabıyı alan bu markalar, üreticiye teslim ettiği süre boyunca 15 günde bir yüzde otuz para verir. Temin tarihi geldiğinde ise paranın geri kalanını bize çek ya da senet olarak veriyor. Fakat vermiş olduğu çekler piyasaya girmiş olduğunda yüzde dörtle çarpılarak alınıyor. Yani benim 6 aylık bir çekim varsa paranın karşılığı 10 bin ise onlar 7 bin 500 TL olarak alıyor.
Şubat ayında 28 TL’ye anlaşıp ürünleri teslim ettiğim marka para yerine yine 6 aylık çek veriyor. Peki biz 2018 Haziran ayında devalüasyon yaşamadık mı? Dolar 3.5 TL’den 6 TL’ye çıkmadı mı? Benim o tarihte 28 TL’ye mal ettiğim ayakkabı, 35 TL’ye malzemesiyle bana geri kaldı. Ama herhangi bir marka benden 28 TL’ye ürün alarak, 300 tane zinciri var ve her gün o zincirden para kazanmış oldu. Benim gibi üreticiye vermiş olduğu 10 bin TL’lik senedi, götürüp tacire, bankaya 3 bin TL zarar ederek ancak paraya çevirebiliyorum. Oysa marka benim ayakkabılarımdan kazandığı parayı götürüp dövize yatırıyor.
Bana 28 TL üzerinden 10 ay sonra ödeyeceği parayı kullanarak ayakkabıyı zaten bedavaya getirmiş oluyor. Yine aynı marka 28 TL’ye aldığı ayakkabıyı sezonu bitince 25’e çok rahat fiyatını indirerek bizlerden gelip ayakkabı alacak olanların da önünü kapatıyor. Çünkü zaten uzun vadeli bir çekle benden ayakkabı aldı ve devalüasyondan kaynaklanan parayı kazanarak ayakkabıdan zarar değil büyük paralar elde etti. Bizim gibi küçük esnaflarda devalüasyondan kaynaklı 28 TL’den ürettiği ayakkabının maliyeti 35’e çıktığı için bunu fiyatlarına yansıtmaya çalışıyor. Tabi benden bu fiyata ayakkabı alan başka bir esnafta kendi giderini de üstünü koyarak ayakkabıyı götürüp 45 TL’ye satmak zorunda kalıyor. Vatandaş da bir Kemeraltı’nı dolaşıyor, ‘Aman burada ayakkabılar çok pahalı yok falan markada bir alana bir bedava’ deyip oraya koşuyor. Aynı markaları bir de ‘eflasyona inat ülkemizin kalkınması için şu fiyat’ diyerek iki tane de reklam patlatıyor. Vatandaş da koşarak gidip oradan ayakkabı alıyor. Ne oluyor? Biz bindiğimiz dalı kesmiş oluyoruz.
Bir Ziylan Ayakkabı markasının her dalda şirketi var. Kısır bir döngüde Türkiye’yi istediği gibi döndürüyor. O vitrinleri süslü markaların üreticiyi ne hale getirdiğini sabaha kadar anlatabilirim. Bitirdiler bizi sadece bunu diyorum. “Mesela benim şu an devlete 50 bin TL borcum var. Neden biliyor musunuz? Çünkü devlet bana diyor ki; sen bir ayakkabıyı 10 TL’ye mal edip 14 TL’ye satabilirsin. 14 TL’nin üstünde satarsan ben senden 3.5 TL para alırım. Hangi branj olursa olsun yüzde kırkla satabilirsin. Ama yüzde kırkını geçtiğin anda, devlet buna kâr patlaması deyip 3.5 TL’yi alıyor.
Belli bir kotadan sonra o da fiyatı durduruyor. Devlet bana gider göstereceksin yani sigortalı işçi çalıştıracaksın ki ben bu kâr patlamasından senden para olarak almayayım diyor. Ben sigortalı işçi çalıştıramıyorum ki hatta kendi sigortamın parasını bile yatıramıyorum. Geçen gün ne bakanıysa, ‘2018 yılında ayakkabıcılık rekorlar kırdı, çok büyük ihracatlar yaptı’ diyordu. Doğru, piyasada 500 milyon çift ayakkabı satılmış gözüküyor. Abla Peki 500 milyon çift ayakkabı satıldıysa, siz bir SGK’ya girin kaç sigortalı işçi çalışıyor?
Bu 500 milyon ayakkabıyı yapanlar sihirbaz mı? Bu ayakkabılar Türkiye’de üretiliyor değil mi? Ülkemiz dünyaya, Avrupa’ya çok iyi ihracat yapmış bir yurttaş olarak ben bundan mutluluk duydum. Ama kimle yaptı, kim üretti bu ayakkabıları onu soruyorum. Yurttaş olarak bizler soruyoruz ama sistemi kuran ve denetlemesi gereken devlet bunu sormuyor. Sen kimle ayakkabıyı yaparsan yap beni ilgilendirmez, bana kâr patlamasından gelen kârı ver yeter diyor. İşte bu sistem işçiyi böyle ortadan kaldırdı. Çok ilginç bir şey daha anlatayım, sigortacılar, maliyeciler geliyor sitemize. Onlar girer girmez geldikleri duyuruluyor.
Sigortacı geliyor herkes kapının önünde oturuyor. Burayı bir atölye olarak düşünün, 30 çalışanı var, 27’si kapının önünde duruyor. 30 kişilik atölyede 3 işçi çalışmaya devam ediyor. Memur içeriye giriyor, bir bakıyor tezgahtaki makinede saya yarım bırakılmış. Memur demiyor ya kardeşim bir okus pokus yapın da şu yarım kalan işler devam etsin. Aynı memur dışarıda 27 kişiyi görüyor ama ‘siz kimsiniz burada ne işiniz var’ demiyor. Çünkü kapının önünde duran 27 işçi aynı atölyede sigortasız çalışıyor. Belki aynı şeyleri tekrar ediyorum ama en başta devletin şunu demesi gerekiyor; bu ayakkabıyı kim üretiyor? Bu ayakkabılar okus pokus yöntemiyle üretilmiyor! “Bu sistem örneğin; Şato ayakkabı firmasına sahip çıkıyor, neden bana sahip çıkmıyor?
Üretici benim o tüketici. İmalatçıya 1 buçuk milyon para yüklenmiş ama bizim cebimizde bin 500 TL yok. Bir çark dönüyor, bu çarktan bir diş kırıldı mı aslında bakıyorsun çark diye bir şey yok. Sen her şeyi hayali yapıyormuşsun. Düşünün bir toplantıcı şimdi bu dükkandan içeri giriyor, benim bütün el emeği göz nuru ayakkabılarımı 3 tane kağıt parçasıyla alıyor ve gidiyor. Peki bu 3 kağıdın devletteki karışılığı nedir biliyor musunuz? 5 bin TL. Bu markaların piyasaya verdiği güvenle hatta 3 yaprakla benden 1 buçuk milyon mal bile alabiliyor. Şimdi yine aynı markaların İzmir’de çalıştığı firma sayısı en az 60 tanedir. Bunlardan 5 tanesine nakit para veriyor.
Onu piyasada vizyon yapıyor, kendi markasının da vitrini olarak kullanıyor. Ben baş edemem dediğimde ise, ‘Bak falanca kunduranın bundan 3 yıl önceki halini görüyordun şimdi onu milyoner ettik’ diyor. Evet, bu markalar piyasada en az 5 üreticiye el altından nakit para veriyor. El altından veriyor ki beni ona heveslendirsin, ben de zengin olma hayaliyle bu çarkın içine gireyim. Yani anlayacağınız tam anlamıyla kapitalizmdir. Bakın krizin bir başlangıcı bir sonu olur. Ama bizim yaşadığımız krizin ötesinde bir şey.
Kendi adıma söyleyeyim, 2014 yılından bu yana krizdeyim. Böyle bir kriz yok. Bu devlet sormuyor mu 7 yıldır bu işyeri neden büyümüyor? Zengin devletin verdiği vergilerden faydalanarak kredi kullanabilir, istihdam sağlayabilir, konkordato ilan edebiliyor hatta parayı ödemeyip vadeyi uzatabiliyor ama asıl üretici hiçbir şey yapamıyor. Neden? Çünkü bizler küçük esnafız, biz istihdam sağlayamıyoruz. Üreticiler olarak battık, balçık boyumuzu aşmış durumda.”