Birinci ve ikinci kuşak arasında sayılabilecek bir zaman aralığı olarak değerlendirebileceğimiz 1919 doğumlu Nureddin Zaza, Kürt aydınları arasında hatıratında ailesi, çocukluğu ve özel yaşamı ile ilgili en ayrıntılı yazan kişilerden biridir. Fransızca olarak kaleme aldığı Bir Kürt Olarak Yaşamım (Ma vie de kurde) adlı anıları, doğduğu Maden kasabasındaki çocukluğu ve gündelik hayatın tasviri ile başlar.
Dedesinin Maden valisi olduğu esnada 1915’te yaşananları şöyle betimler: “Dedem iyi bir yönetici olmakla yetinmez, silah sanatındaki bilgisini de geliştirir ve binicilik alanında iyi bir ün yapar. Maden’deki Kürt, Rum, Ermeni ve Türk topluluklarını uyum ve huzur içinde yaşatmayı başarır. Ne yazık ki, Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasıyla, İstanbul’da iktidarda bulunan Jöntürkler’in Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmaya kararlı güçlerle işbirliği siyaseti Maden’deki uyumlu birliği parçalamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Ermeni örgütleri savaşı kazanması için Rusya’ya yardıma karar vermişlerdi, bu da Almanları çok kızdırmıştı. Jöntürkler’in güçlü desteğiyle, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Ermenileri yok etmeyi amaçlayan bir plan yaparlar. Bu plan 1915 yılından 1918 yılına kadar gerçekleştirilir. İstanbul’daki yöneticiler bütün bir halkın kırımını hedefleyen, şeytanca birçok yönteme başvururlar. Bu siyasete karşı hoşnutsuzluğunu gösteren her Osmanlı hain olarak değerlendirilip en yüksek cezalara çarptırılabilirdi. Birçok Kürt, bu tür tehditlere karşı servetlerini verirler; kentlerindeki, bölgelerindeki ve aşiretlerindeki Ermenileri korumak için yaşamlarını bile verenler olur. Maden’de yaşayanlar da aynı tutumu sergilerler. Yöneticilerin emir vererek gönderdikleri askerlerin, jandarmaların ve katillerin zulmünden, kentlerindeki Ermenileri esirgerler. Kürtler, 1919 yılında, Suriye’ye sığınmaları için Ermenilere yardım ederler. Aynı dönemde ailem, yetim Ermeni kızı küçük Caco’yu (gerçek adı Macide) yanlarına alırlar. Ermeniler Maden’den ayrıldıklarında mahalleleri bir yıkıntıdan başka bir şey değildir.”
Fakat dedesinin bu süreçte nasıl bir tavır takındığına hiç değinmez. Daha genel ifadeler kullanır. Kitapta, Kürtlerin bu süreçteki rolüne dair komşuları olan Ermenileri korumak ve kurtarmak dışında herhangi bir durumdan bahsetmez.
Zaza’nın anlatımına göre yetim kalan Ermeni kızı Caco aile içerisinde herkesçe çok sevilen biridir. Özellikle annesinin onu çok sevdiğini şöyle anlatır: “Büyük oğlunun gidişinden sonra anamın hoşuna en çok giden kişi Caco’ydu. Caco ona, kız kardeşinde ya da öteki çocuklarında bulmadığı bir davranış inceliği ve özveriyle hizmet etmesini biliyordu. Ölümünden çok önce onu ödüllendirmek için elinde kalan bütün mücevherlerini Caco’ya verdi. Bu hareketi ablamın hoşuna gitmemişti ve aileden biri bu konuyu açtığında küplere biniyordu.” Ermenilerin başına gelenlere son defa 1925 sonrası devletin Kürtlere yönelik politikalarını anlatırken değinir: “Sultanın Türklerinin, Yunanlılara, Ermenilere ve Bulgarlara yaptıkları gibi, Mustafa Kemal’in Türkleri de Kürtleri öyle korkunç bir vahşetle katlettiler. Mustafa Kemal, “İstiklal Mahkemesi” adı altında askeri mahkemeler kurdurdu. Bu mahkemeler, binlerce insanı tam bir askeri hızla sürgüne, hapse ve ölüme mahkûm etti.”
Nureddin Zaza’nın ailesi 1925 Şeyh Said isyanına katıldığı için Suriye’ye kaçar. Orada yaşayan ve büyük bir kısmı Türkiye’den göç eden Ermenilerle ilişkilerinin son derece iyi olduğunu anlatır. Ona göre Kürtler de Ermeniler gibi Osmanlı ve Cumhuriyet rejimlerinin kurbanlarıdır ve her iki halkın kaderi bu noktada ortaktır. Nitekim Xoybûn örgütünü birlikte kurmalarını da bu kader ortaklığı üzerinden gerekçelendirir. Burada özellikle 1921’deki Koçgiri ve 1925’deki Şeyh Said direnişleri sonrasında Kürtlerde kolektif bir hafızaya dönüşen meşhur “em şîv in, hûn paşîv” sözünün (yani Ermenilerin ilk öğün, Kürtlerinse onlardan hemen sonraki öğün olduğuna dair duygulanımının) açık bir ifadesini görürüz.