‘2 Mart Darbesi’nin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen Türkiye’deki zihniyetin değişmediğini belirten dönemin DEP Milletvekili Mahmut Alınak, ”Ya Türk olursunuz ya da susarsınız diyorlar. Susmayı reddettiğimiz için bunları yaşadık, yazgının değişmesi gerekiyor” dedi.
Ankara’da siyaset arayışına 1990 yılında Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan ve Demokrasi Partisi’yle (DEP) sürdüren Kürtlerin bu çabaları dün olduğu gibi bugün de baskılanıyor. HEP ile birlikte siyasi yaşama atılan Hatip Dicle’nin başkanlığındaki DEP 12 Aralık 1993 tarihinde Meclis’e girdi. Ancak Meclis kürsüsünden Yemin töreninde protestolar arasında Kürtçe yemin etmesi soruşturmaya konu olan Leyla Zana ve arkadaşları hedefe konuldu. Tarihe “2 Mart darbesi” olarak geçecek siyasi krizin adımları atıldı ve Meclis oylamasında DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak’ın dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Vekiller tutuklandı, DEP kapandı
Milletvekilleri 13 gün sonra tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne konulurken, aynı hızla DEP’in kapatılması kararı alındı. 3 Ağustos 1994’te başlayan DEP Davası jet hızıyla 8 Aralık 1994’te sonuçlandırıldı. Milletvekilleri, Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin iddianamesine göre, “PKK talimatları doğrultusunda bölücü faaliyet yürüttükleri” suçlamasıyla TCK’nin 125’inci maddesi uyarınca 15’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak kısa süre sonra serbest bırakılırken, Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Sadak “Örgüt yöneticiliği” suçlamasıyla 10 yıl cezaevinde kaldı.
25 yıl sonra aynı manzara
4 Kasım 2016 tarihinde ise 5 farklı kentte eşzamanlı olarak aralarında dönemin HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu 9 milletvekili gözaltına alındı. Daha sonraki süreçte de gözaltına alınanlarla birlikte 12 milletvekili tutuklandı. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Ferhat Encu, Selma Irmak, Gülser Yıldırım, Çağlar Demirel, Burcu Çelik Özkan, İdris Baluken ve Abdullah Zeydan hala tutuklu bulunuyor.
2 Mart darbesi döneminde milletvekilliği düşürülen ve tutuklanan dönemin DEP Milletvekili Mahmut Alınak, süreci Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Adnan Bilen’e değerlendirdi.
‘Ya Türk olursunuz ya susarsınız’
1 Mart 1994 tarihinde devlet zirvesinde 6 DEP milletvekilinin tutuklanması ve Ulucanlar Cezaevi’ne gönderilmeleri konusunda karar alındığını söyleyen Alınak, şunları dile getirdi: “O gün mecliste sözde görüşmeler yapılacak, sonra da bu milletvekillerinin dokunulmazlıkları oylanacaktı. Oysa bunlar birer formaliteydi, yapılacak şey devletin verdiği karara hukuki bir kılıf uydurmaktı. Komisyon Başkanı Coşkun Kırca, benim yaptığım konuşmaya cevap vermek üzere çıktığı kürsüde, bizim oturduğumuz sıralara yelesi kabarmış bir aslan kibriyle bakarak, işaret parmağını tehditle sallayıp şöyle kükrüyordu: ‘Türkiye’de her Türk vatandaşı Türk’tür. Hepsi Türk’tür. Kendi vicdanınızda bunu hissedebiliyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk Devleti’nin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil’. Yani, eğer Kürt’seniz bir tek susma ve susarak Türk devletinin merhametine sığınma hakkınız var diyordu. Şimdi aynı dili Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli de kullanıyor. Onlar da Coşkun Kırca gibi, ‘Ya Türk olursunuz, ya da susarsınız!’ diyorlar. Biz susmayı reddettiğimiz için sanık sandalyesine çıkarılmıştık”
‘Değişen bir şey yok’
Aradan geçen 25 yılda siyaset anlayışında değişen hiçbir bir şey olmadığı için HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak cezaevlerine kapatıldığını söyleyen Alınak, HDP’lilerin de asla susmayı kabul etmediğini belirtti. O dönem devletin başında Başbakan Tansu Çiller, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in oturduğunu söyleyen Alınak, onların da şimdiki MHP-AKP koalisyonu gibi siyaset defterini baskıyla yazdığını ifade etti. Meclisin bugünkü gibi bir ‘noter’ görevi yaptığını söyleyen Alınak, meclisin tek görevinin o dönem devlet zirvesinde aldığı kararı onaylamak olduğunu vurguladı. Meclisin her zaman halka değil devlet düzenine hizmet ettiğini belirten Alınak, “Devlete yaptığı altın hizmetlerin ödülü olarak sonradan Dışişleri Bakanı olan Coşkun Kırca, çıktığı kürsüde devletin yüz yıllık inkârcı Kürt siyasetini tekrarlıyordu. Konuşması, asker milletvekillerinin, ‘Yaşa, bravo hoca’ tezahüratları ve zembereği boşalmış histerik alkışları arasında sürerken bizi, meclise verdiğimiz bir kanun teklifiyle federasyon istemekle suçluyordu” ifadesini kullandı.
‘Meclis kürsüsü sanık sandalyesine dönüştü’
O gün meclis kürsüsünün kendilerine sanık sandalyesi yapıldığını ifade eden Alınak, büyük hayallerle geldikleri mecliste büyük hayal kırıklığı ve şaşkınlıkla karşı karşıya kaldıklarını belirtti. Alınak o dönem mecliste yaşadıklarını şöyle sıraladı: “Tarihi bilmemenin veya bilip de ders çıkarmamanın bedelini ödüyorduk. Konuşmalarımızda bize, tarihte istilacı beyazların siyahlara yaptığı zulmün benzerinin yapıldığını haykırıyorduk. ‘Biz bu Meclis’in zencileriyiz’ diye yükselen seslerimizle, meclisin yüksek duvarlarını zangırdatıyorduk. Dillerden düşürülmeyen demokrasi şimdiki gibi kocaman bir yalandı. Halk iradesinin tecelli ettiği yer diye yere göğe sığdırılamayan parlamento bir kandırmaca, anayasada ve kanunlarda yazılı olan hak ve özgürlükler de birer tuzaktı. Kanunlara ve anayasaya aldanıp demokratik haklarını kullananlar o zaman da şimdiki gibi cezaevlerine kapatılıyordu. Kürt milletvekilleri o gün kürsüde karşılaştıkları vahşeti teşhir eden konuşmalar yaparken, MHP, DYP, DSP ve ANAP milletvekilleri yaralarına tuz basılmış gibi avaz avaz bağırıyorlardı. Milletvekillerine sataşıyor, konuşmalarını kesiyor, sıraları yumrukluyorlardı. Oturumu yöneten meclis başkanvekili Mustafa Kalemli konuşma süresinin aşıldığı gerekçesiyle ardı ardına mikrofonu kapatıyordu. İdam mahkûmlarına bile son sözleri sorulurken, Kürt milletvekillerinin son konuşmalarına izin verilmiyordu.”
‘Mehmetçik milletvekilleri’
Meclisteki görüşmelerin formalite olduğunu belirten Alınak, “Milletvekilliğini iş takipçiliği ve devlete hizmet olarak gören ‘Mehmetçik milletvekilleri’ çay ve sigara molası bile vermeden, aşkla el kaldırıp dokunulmazlıklarımızı peş peşe kaldırmaya başladılar. Hal ve hareketlerinde gecenin bir saatinde sinsice girdikleri bir bostanı yağmalayan hırsızların telaşı ve aceleciliği vardı. Otomatiğe bağlanmış gibi el kaldırıp indiren bu milletvekillerinin çoğu diğer zamanlar meclise ayak bile basmıyorlardı. 25 yıl sonra HDP milletvekillerine yapıldığı gibi. Bu güruhun ‘vatan için, millet için’ elleri kalktı, indi; kalktı, indi ve Leyla Zana, Ahmet Türk, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sırrı Sakık ve benim dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Kervana daha sonra Selim Sadak ve Sedat Yurtdaş da katılacaklardı” diye konuştu.
‘Korku yaymak korkakların temel karakteriydi’
Devletin bu kararla korku siyaseti yaratarak halkı hizaya sokmaya çalıştığını söyleyen Alınak, “Çünkü egemenler, halkın uyanmasından ve ayağa kalkmasından korkuyorlardı. Halkın uyanışı onlar için bir kabustu. Yürüttükleri terör siyaseti, iliklerine kadar işleyen ve yüreklerini yangın yerine çeviren korkularının bir yansımasıydı. Korku yaymak korkakların temel karakteriydi. Oturdukları taht milyonluk ordularla bile korunsa hep tetikte ve alarm halinde olurlardı. HDP milletvekilleri sabahın köründe evleri kuşatılarak gözaltına alındılar. Biz ise mecliste kuşatılarak gözaltına alındık. Sadece mekan farkı vardı. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar daha dokunulmazlıklarımız kalkmadan meclisi bir polis ordusuyla kuşatmaya almıştı. Meclis, içi ve dışı polis kaynayan tipik bir karakola dönüşmüştü. Anayasanın egemenler için bir zırh, halk içinse bir tuzak olduğu bir defa daha tescil edilmiş oluyordu” ifadelerini kullandı.
‘Bizi oyuna getirdiler’
Dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinden bazılarının mecliste kalarak direndiklerini hatırlatan Alınak, sözlerine şöyle devam etti: “Milletvekillerinin kendilerini kilitleyecekleri odanın kapıları devlet güçlerince patlatılacaktı. Böylece hem bir direniş geleneği yaratılacak, hem de devletin zorbalığı teşhir edilmiş olacaktı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gelen bir telefon milletvekillerinin dirençlerini kırdı, bu düşünce rafa kalktı. Telefon devletin yetkili bir bakanından gelmişti. Bakan DGM Başsavcısı ile görüştüğünü, bizim emniyet müdürlüğüne götürülmeden hâkim önüne çıkarılacağımızı söylüyordu. Biz de bu söze güvendik ve direnmekten vazgeçtik. Belli ki, devletin Şeyh Said ve Seyid Rıza’yı yalan vaatlerle nasıl tuzağa düşürdüğünden ders çıkarmamıştık. Böyle bir devletin sözüne güvenmek akıl işi değildi. Orhan Doğan ile Hatip Dicle meclis çıkışında gözaltına alınmışlardı. Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve ben de 4 Mart 1994 günü DGM’ye götürüldük. Devletin sözüne güvenilmeyeceğini DGM Başsavcısı Nüsret Demiral’ın bıçak gibi sözüyle bir kez daha öğrenmiş olduk. Nüsret Demiral, ‘Ben sizi gökte ararken, yerde elime geçtiniz. Terörle mücadele şubesinde sorgulanacaksınız’ dedi. Az sonra da terörle mücadele şubesine götürülmüştük. Bakan bize yalan söylemiş ve tuzağa düşürmüştü. Emniyet Müdürlüğü’nde 13 gün kaldık. 25 yıl sonra HDP milletvekillerine yapıldığı gibi. Formalite bir hâkim sorgusundan sonra tutuklanıp Ulucanlar Cezaevi 9’uncu Koğuş’a kapatıldık”
‘Büyük değişimler yaratmamız gerekiyor’
Aradan 25 yıl geçtiği halde devlette değişen bir şey olmadığını söyleyen Alınak sözlerini şöyle tamamladı; “Dün bizi zindana attılar, bugün HDP milletvekilleri zindanda. Böyle giderse yarın da başka Kürt milletvekilleri bu nöbeti devralacak. Bu yüzyıllık yazgının değişmesi için bizim büyük değişimler yaratmamız gerekiyor diye düşünüyorum.”