Koca ve yaşlı dünyamız, dünyaya hükmeden birkaç koca ve yaşlı adamın ego yarışları, savaş isteklerinin altında inim inim inliyor. Tüm dünyada savaş tamtamları çalıyor. Hindistan ve Pakistan savaşın eşiğinde ve üstelik nükleer bir felakete yol açabilecek bir savaş bu. Venezuela’da olası bir müdahalenin eli kulağında. Sosyalist Kuzey Kore ile ABD arasındaki sorunların çözümü için gözler Vietnam’da olsa da çözüme ve barışa çok uzak dünya.
Ortadoğu yüzlerce yıldır kan deryası. Her şeyi iki dudağı arasından çıkan sözlerin gerçekliğinden ibaret sanan muktedirlerin bir kabul edip bir inkar ettiği Kürdistan zaten birkaç asırdır paramparça ve kan revan içinde. Suriye’de 8 yıldır kesintisiz olarak insanlar ölüyor, bütün ülkelerin dahil olması ile adına “vekalet”, “vesayet”, “güç yarışı”, “stratejik derinlik”, “reel politika” dedikleri bir ölüm oyunun mekanı haline geldi. Libya, Mısır, Filistin, İran, Irak, Arabistan gibi ülkeler daha iyi durumda değiller. Adeta adı konulmamış bir yeni dünya savaşının eşiğindeyiz, barış umudu ufukta görünmüyor.
Taşların bağlanıp ölümün, savaşın ortalığa salındığı bir dönemi yaşıyoruz. Oysa birkaç yıl önce tam da bu dönemlerde Türkiye’den dünyaya yayılan bir barış ve yaşam umudu hakimdi. Çözüm süreci bütün bu kan deryası haline gelen bölgeye ve insanlığa bu kötülük döngüsünden çıkmanın yolunu gösteriyordu. Bir adadan, bütün bu barış umutlarının tutsak edildiği bir yerden barış inşa ediliyordu. Türkiye’den başlayıp Kürdistan’a ve Ortadoğu’ya yayılan bir barış umudu da muktedirlerin kişisel hesaplarına kurban edildi.
28 Şubat 2013 tarihindeki Dolmabahçe Deklerasyonu bunun ilk somut adımıydı. Maalesef boşa çıkarıldı. Dünyayı saran ve adına Gerontokrasi denilen “yaşlı ve koca adamların” egemenliği galebe çaldı ve yeniden savaş politikaları devreye sokuldu. Şimdi Leyla Güven ve onu takip eden yüzlerce insanın bu siyasetin sona ermesi, yaşlı ve koca adamların dünyaya dayattığı bu ölüm ve savaş oyununun sona ermesi için başlattığı direniş ayları, mevsimleri geride bıraktı. Arkadan bir dolu insan, binlerce politik tutsak bugün itibariyle bu direnişi yüskeltiyor. Bu hikaye kaybedilenin kaybedildiği yerde aranması hikayesidir. Cezaevleri, mücadele eden toplumlar açısından bu mücadeleyi bastırmanın mekanı haline getirilen yerlerdir. Toplumun en zinde öncülerinin tutulduğu mekanlar… Toplumsal duyarlılığın ve refleksin cezaevlerinde daha canlı ve diri olmasının, ilk tepkilerin oradan yükselmesinin nedeni budur. Muktedirlerin egemenlik inşasında beden üzerindeki tahakkümünün çatırdadığı bir direniş mekanı.
Hep bir ezber olarak topluma, gelişmelerin lokalliği ve yerelliği öğretildi. Yaşadıklarımızın sadece bizimle sınırlı, küçük ve belki de kıymetsiz olduğu öğütlendi. Çoğu zaman bu durum kabullenildi, kanıksandı. Oysa hakikat bambaşka. Nasıl ki bugün Vietnam’da Kore’nin Kuzeyi ile ABD arasında yaşanan görüşmeler, Hindistan-Pakistan arasındaki çelişki ve çatışma ihtimali, Suriye’de 8 yıldır süren savaş, Venezuela’da yaşananlar, Akdeniz’deki hamleler, Ortadoğu’daki husumetler hepimizi, herkesi, dünyanın genelini ilgilendiriyorsa, hayatlarımız üzerinde etkisi varsa, 28 Şubat Dolmabahçe Deklerasyonu’nun ve çözüm sürecinin başarıya ulaşıp ulaşmaması da sadece bizimle sınırlı değil, dünyaya etkileri olabilecek gelişmelerdir. Üstelik bugün açlık grevi direnişinde olanların yükselttiği itiraz ve bu itirazın yaratacağı etkinin böylesine bir evrensel boyutu bulunmaktadır. Aksini düşünmek tarihi körlük olur.
Bütün bu gelişmelerin temelinde çatışmaanlaşma, savaş-barış çelişkisi yer alıyor. Kimin neyi nasıl temsil ettiği belli. Dünyadaki yaşlılar ittifakı ve egemenliği hayatımıza hükmediyor ve bugün yaşanan çatışma ve savaşın birinci dereceden sorumlusu bu insanlar. Bu yaşlıların oluşturduğu süper güçler, süper devletler sadece herhangi bir ülke için değil dünyanın tamamı için süper bela haline geldi. Tıpkı imparatorlukların yarattığı tarihsel yıkımlar gibi. Dolayısıyla barış seçeneği sadece direnenlerin eylemlerindedir ve o bugün itibariyle cezaevlerinden yükseliyor.