“Ana” dedi Çavşînim.
“Nasılsın” dedi.
“Ben iyiyim ana kurban, sizler nasılsınız” dedim.
“İyiyiz” dedi.
Her zaman da öyle derdi. Onu çok özlerim ama her hafta gidemem ki! Çok uzaktaki bir zindana götürdüler.
Her hafta arar beni. Sesini duyunca dünyalar benim olur, ya! “Ana, ben de açlık grevine başladım” dedi.
Ses etmedim. Boğazım düğümlenmişti. “Ana” dedi. “Bir şey demedin” dedi. Bir şey demedim, ya, demedim. Ne diyebilirdim ki? Bilirdim ne için girdiklerini ama bir şey diyemedim.
Ciğerimden bir parça, her gün bir parça eriyecekti. Her gün gıdım gıdım, biraz daha eriyecekti. Yine de diyemedim ki, “kızım girme!” Çünkü hakkıdır. Zaten o çok kararlıdır. Beni de dinlemez ki! Kimseyi dinlemez.
* * *
Çavreşim de demişti ya, o çok sonradan demişti. Çavreşim filinta gibi bir gençti. Onu gören alamazdı gözlerini. Kendisi de güzeldi, ahlakı da. Çocukla çocuk olurdu, yaşlıyla yaşlı. Hatırlarım, yaşlı komşumuz demişti: “Sen iyi, güzel bir çocuksun.
Niye takılırsın ki onlara” Çavreşim de, “Ben iyi olmazsam, beni aralarına almazlar ki!” demişti. Ziyaretine gitmiştim. Baktım ki, çok zayıflamış, arkadaşlarının yardımıyla yürüyen biri girdi ziyaret yerine.
“Vah vah!” dedim.
“Herhal çok hastadır ki, bu hale gelmiş” dedim. Ben ona bakardım, o da yavaş adımlarla benim masama doğru gelirdi. Sonra yanımda durdu. Arkadaşlar onu oturttu. Vay benim gözlerim kör ola! Nasıl tanıyamamıştım. O benim fidanımdı, Çavreşim’di. Bana baktı ama tanıyamadı. Gözlerini yumup yumup açtı. Yüzünü gerdi. Başını biraz daha bana doğru uzatıp, “Ana, sen mi gelmişsin?” dedi.
“He ya oğul, ben gelmişim” dedim. “Kusura kalma ana, gözlerim de zayıflamış, seni tanıyamadım” dedi. “Vah oğul, ben ölem!” dedim. “Sana ne olmuş böyle, sen erimişsin!” dedim.
“Üzme kendini ana, ben açlıktayım” dedi. Bilmezdim o vakit, “Niye kendilerine böyle yaparlar?” derdim. Ben sordum Çavreşime. O da her bir şeyi anlattı. Sonra, “Üzülme ana!” dedi.
“Bana söz ver” dedi. “Tamam” dedim; ama üzülmemek elde mi?
Çavreşimi o halde gördüğümde vurgun yemiştim
. “Ziyaret bitti” deyip, beni, yavrumu o halde koyup çıkardılar. Her saniyeyi, her dakikayı sayar, Çavreşimi düşünürdüm. Bilirdim ki, her saniye eriyordu Çavreşim. Bir gece vakti aradılar. “Oğlun hastanedir” dediler. Gittim. Baktım Çavreşim’in yüzü bembeyaz kesilmiş.
Ağzının etrafı hep yara olmuş. “Çavreşim!” dedim. “Kurban olam, anan geldi” dedim. Konuşamadı. Parmaklarını oynattı. Elini tuttum. Gözkapaklarını hafif aralayıp, “Ana” dedi.
“Biz bir şey istemedik ki, sadece hakkımızı istedik” dedi. Bırakmadılar, yavrumun yanında kalayım. “Süre doldu” dediler. Kapıda günlerce bekledim. Bir gün gelip, “Oğlun öldü” dediler. Ya, öyle dediler. Günlerce oğlum, Çavreşim aç kaldı. Sonra da…
* * *
“Bir şey demeyecek misin ana?” Süren az kalmış, telefonum kapanacak dedi Çavşînim. “Niye diyeyim kızım” dedim. “Abini, Çavreşimi düşündüm” dedim. “Merak etme ana.
Halkımız evlatlarına sahip çıkacak” dedi. “Biz haklıyız ya, onun için sahip çıkacak” dedi. Ben de beklerim öyle. Sahip çıksın ki, erimesin yavrularımız…
Bünyan 2 nolu T Tipi Cezaevi