Uçurtmayı Vurmasınlar, senaryosunu Feride Çiçekoğlu’nun yazdığı, Tunç Başaran’ın yönettiği bir film. Annesi hapishanedeyken onunla kalan Barış adındaki çocuk, çocuğun tecrübeleri ve 12 Eylül sonrası Türkiye’deki hapishane koşulları anlatılıyor filmde. Film hapishane yönetimlerinin acımasızlığını deşifre ederken, çocukların anneleriyle beraber bu acımasızlığın içerisinde cezalandırılmasını konu alıyor. Yıllar sonra siyasi tutsak Filiz Karaoğlan’ın başına gelenler bu filmin tekrar hatırlanmasına yol açtı. Filiz Karaoğlan, 2015’te “canlı kalkan” iddiası ile Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmış ve “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” suçlamasından 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştı.
Hamile olduğu gerekçesi ile infaz savcılığına yapılan müracaatla iki kez infaz erteleme talebi kabul edilen Karaoğlan, erteleme süresinin bitmesi gerekçesi ile tutuklandı. Karaoğlan, prematüre ikiz bebeğiyle birlikte Patnos L Tipi Cezaevi’nde tutsak tutuluyor. Türkiye çapında cezaevlerinde 743 bebek anneleri ile birlikte hapis tutuluyor. Bu annelerin bir kısmı doğumdan bir iki hafta sonra bebeğiyle beraber tutuklanmış bulunuyor. Bu ve benzeri uygulamalar, hem temel insan hakları kararları hem de imzalanmış uluslararası belgelere aykırı bir şekilde yürürlüğe konuluyor. Saray, kendisinden olmayan herkesi güncel linç çuvallarından birisi olan “FETÖ” ya da “bölücü” kavramlarından birisi ile etiketliyor ve vatandaş tanımının dışına çıkartıyor. Bu etiketler, etiketlenmiş kişiyi hedef alan her çeşit saldırı ve uygulamayı meşrulaştırmanın bir aracı oluyor. İktidarın, kendisine karşı olan herkesi düşman ilan ederek, onlara karşı bir çeşit savaş hukuku uygulaması Nazi Almanya’sına dayanıyor. Bu uygulamaya literatürde “düşman ceza hukuku” deniyor. Kavram olarak “Düşman Ceza Hukuku”, ilk kez Alman ceza hukukçusu Günther Jakobs tarafından kullanıldı.
Kavram, toplumsal hayatta iktidar karşıtlarının düşman olarak görülmesine ve düşmanlara yönelik cezai uygulamalarla baskı altında tutulmasına dayanıyor. Devlet Ortaçağ’dan kalan metotlarla, gözden çıkardığı kimseleri, yakınlarına haber vermeden, avukatsız ve hiçbir hukuki koruma olmadan tutuklayıp, cezalandırabiliyor. Buna göre iktidar karşıtları vatandaş tanımının dışına çıkarılarak, vatandaşların yararlandığı her çeşit yasal ve anayasal haktan mahrum bırakılıyor. Düşman ceza hukuku uygulaması, iktidar karşıtlarına karşı devletin tüm anayasal ve yasal sınırlamalardan arınmasına ve her çeşit aracı kullanarak saldırmasına dayanıyor. Düşman kavramı siyasal iktidarın çıkarlarına göre belirleniyor. Bugün iktidarın yanında olan, diğer bir gün düşman ilan ediliyor. Bugün hasım gördüklerine düşmanca saldıran, diğer bir gün aynı ve belki de daha ağır yöntemlerin hedefi haline geliyor.
Televizyonların gözü önünde polis tarafından tacize uğrayan Merve Demirel’in başına gelenler, bu uygulamanın nasıl vahşice devrede olduğunu gösterir bir mahiyettedir. Devlet, tüm kurumları ile tacizci polisin arakasında dururken, tacizi açıklamak için ise taciz edilen kadın FETÖ’cü iddiası ile etiketlenmiş, FETÖ’cü veya “terörist” etiketini taşıyanların her çeşit uygulamayı hak ettikleri açıklanmıştır. Bunun adı düşman hukukudur. Saraya karşı olanın düşmanlaştırılmasıdır. Yıllardır Kürt halkına ve devrimcilere karşı devrede olan bu uygulamada yeni olan şey düşman tanımının genişlemiş olmasıdır.
Yıllarca insanlar işkencede katledilmiş, köyler yakılmış, şehirler yıkılmış, sürgünler ve katliamlar yaşanmıştır. Bizzat en tepeden yapılan açıklamalar ile seçilmiş HDP milletvekilleri polis tarafından saldırıya uğramış, bu vekillerin vekilliğinin tanınmadığı açıklanmıştır. Saray, kendisine karşı olan ya da kendi çıkarlarına zarar veren herkesi düşman ilan etmekten sakınmamaktadır. Bu düşmanlaştırma saray karşıtlarına karşı her çeşit ekonomik, siyasal ya da fiziki saldırının devreye konulması anlamına gelmektedir. İnsanlar hiçbir gerekçeye ihtiyaç duyulmadan işinden atılmakta, her çeşit ekonomik kazanımları yok sayılmakta, mallarına el konulmakta, canlarına kastedilmektedir. Neredeyse bir çeşit Ortaçağ ganimet hukuku işletilmekte, canı, malı ve her çeşit değeri el koyanlar tarafından hak görülmektedir. Saray, kendi düşmanlarını çoğaltmaktadır.
Herkesin düşmanlaştırılma olasılığı ile yaşadığı bir korku iklimi yaratılmaktadır. Kabul edilmelidir ki böylesi karanlık bir coğrafyada korkunun kimseye hiçbir faydası yoktur. Bu saldırı doğrudan devlet aygıtları tarafından devreye konulduğu için ve yargının kendisi bizzat düşman hukuku temelinde hareket ettiği için devlettin ve yargının bir çözüm aracı olmaktan çıktığının da ilanı anlamına gelmektedir. Saray, kendisini bütün yasal sınırlamalardan kurtarıp topluma karşı sınırsız bir baskı mekanizmasına dönüştürürken, tersten kendisine karşı yasal mücadele imkânlarını da ortadan kaldırmaktadır. Düşmanlaştırılanların çoğalması, tersten saraya karşı olanların da çoğalması anlamına gelecektir ki bu durum sarayın sonunu hazırlayan bir dizilim de yaratacaktır. Yaklaşan yerel seçim bu bağlamı ile ele alındığında, sarayın sonunu değil ama bu sonu hazırlayıp hızlandıran koşulların olgunlaştırılmasını sağlayabilir. Mesele, sürecin böylesi bir yan yana gelişi sağlayacağı bir perspektifle hareket edilmesi meselesidir.