Suriye’de yıllarca Kürt yok denildi. “Kürt saydıklarına” da kimlik bile verilmedi. Hatta kimi Kürt partilerinin de içinde olduğu politik güçler, Rojava Kürdistanı’ndaki sorun, “tüm Kürt coğrafyasının sadece bir sınır sorunundan ibarettir” deyip Rojava Kürdistanı’nı gözden çıkarmışlardı. Bu anlayışın oluşmasının temelinde biz “solcuların”, “sosyalizm geldiğinde tüm sorunlar çözülecektir, onun için ‘vatan’ peşinde koşmaya gerek yok, bizim vatanımız tüm dünyadır…” anlayışının payı çok büyüktü. O zamanlar zaten Suriye “kapitalist olmayan kalkınma yoluyla” “sosyalizme” gidiyordu. Arkasında da Sovyetler Birliği vardı.
Gün geçti devran döndü, köprülerin altından çok sular aktı. Kürtler sosyal ve politik tarihlerini yeniden yazdılar, yazıyorlar… Kendi coğrafyalarında nitel ataklar yaptılar. Bunu tüm dünyaya duyurdular. Bu nedenle kimilerince Kürtlerin adları “eşkiyaya”, “soyguncuya” ve “terörist” olmaya çıktı. Şimdi ise, “Fırat’ın doğusu terör kaynağı olmuştur” deniliyor. “Acem oyunu ve İngiliz entrikası” kullanılarak gizli açık her türlü baskıcı yöntemlerle Kürtlerin üstüne gidilmeye çalışılıyor. Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı bayrak açılan yerin başında Kuzey Suriye toprakları geliyor. Suriye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesi yol aldıkça, hem bölgedeki sorunların çözümü kolaylaşacak, hem de bölge devletlerinin kendi içindeki “derin-karanlık” odakların birbiriyle çatışması ve hesaplaşması artıyor. Yani söz konusu devletlerin iç boğuşması, daha doğrusu farklı “devlet odaklarının” çatışması hızlanıyor. Nitekim daha şimdiden ülkedeki “Ergenekoncu devlet”le, “NATO’cu- Gladyocu” güçlerin, başka bir ifadeyle “Avrasyacı” ile “Amerikancı” güçlerin hırlaşmasının yoğunlaşması bu çatışmanın göstergesi oluyor. Bu nedenle Suriye’de yaşananlar tüm bölge devletlerinin bir iç sorunu haline geldiği gibi, tek tek tüm bölge devletlerinin de dış politikasının temelini oluşturuyor. Bunun en somut örneklerinden biri seçim faaliyetleri sırasında ortaya çıkan “seçim bloklarının” birbirleriyle hesaplaşmalarıdır. Dahası bu kanatların sanki farklı farklı devletlermiş gibi birbirleriyle boğuşuyor olmasıdır. Bu farklılaşmanın da temelinde yatan en önemli neden “Suriye olayına” değişik açılardan bakmaları ve “ittifak” yapmak istedikleri değişik global güçlere yönelmeleri geliyor.
İşte tam da bu nedenle yerel seçimler çoktan kendi “cürmünü” aşmış hale geldi. Global devletlerin her biri kendi politikalarını bölgede kalıcılaştırma peşinde koşuyor. Bu yüzden istemlerini bir yandan Kürt demokratik hareketine ve bölgedeki demokratik güçlere dayatıyorlar, diğer yandan da bölge devletlerinin zayıf halkası olan “Kürtler devlet kuracak” argümanını gerekçe yaparak bölge devletlerini emperyal amaçları için kullanıyorlar. Bu bulgunun kendisi bile Kürt sorununun yalnız başına Ortadoğu’nun ana demokratik sorunu olduğunu göstermeye yetiyor. Bu karmaşık ortamda “çözümün” uzaklarda olduğu sanılsa ve ortalık karanlık görünse de, gerçek durum güneşin doğudan doğacağına işaret etmektedir. Asıl tehlike uygulanan baskı ve şiddetten çok, topluma karamsarlık aşılayan bir duygunun empoze edilmeye çalışılmasıdır. Bu konuda önemli mesafeler katedildiği ve “kendisi olan” demokrasi güçlerinin dışında her kesimde “ikircikli” bir konumun yaratıldığı gerçeğidir. Özellikle aydınlar üzerinde korku yaratıldı ve legal siyasette “rota değişikliği” yapılmaya çalışıldı. Demokratik mevzileri geriletmek için uygulanan baskıların yanında, şimdi de değişim sağlayacak ve devrim yolunu açacak olan ve de Ortadoğu halkları tarafından ilgiyle hayata geçirilmeye çalışılan Kürt paradigması ideolojik olarak sulandırılmaya çalışılmakta. Tam da bu noktada “üçüncü seçenek” yaratmaktan asla vazgeçilmemelidir… Ne global devletlerin emperyal dayatmaları, ne de bölge devletlerinin asimilasyoncu ve baskıcı politikaları halkların tercihi olamaz. Ancak “kendisi olma” yolunu yaratan üçüncü seçenek özgürlük getirecektir. Kürt halkını ve demokrasi güçlerini “kendisi olma” konumuna yükseltecek ve devrimci paradigmayı tüm Ortadoğu halklarının demokratik talebi haline getirecek yolu yaratacak “üçüncü seçenek”ten başkası değildir. Yerel seçimlerdeki çalışmalar dahil olmak üzere her alanda her zaman “üçüncü seçeneğe” sarılarak kendimiz olabiliriz. Ne karamsar olmaya, ne de “abartı girdabında boğulmaya” gerek var. Gelinen noktada pusulanın ucu demokrasiden yana yol göstermektedir. Bu gösterge yönünde yaratılan mücadele çizgisinde hızla ilerlemek ve kazanımları kalıcılaştırmak günün temel demokratik görevidir. Marifet, bilinen ya da görünen şeyleri tekrar etmek değildir, dönemin ruhuna uygun tavır geliştirmektedir. Marks’ın deyimiyle; “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” Üçüncü yol devrimci seçenektir.