Sömürü sistemlerinin kuruluşundan günümüze kadar insanlık değerlerini savunanlar bir direniş içerisinde olmuşlardır. Eğer bugün hala insanlık değerlerinden bahsedebiliyorsak, tüm aksayan yanlarına rağmen toplumsallıktan, yani bencilce olmayan, paylaşan, eşitçe ve özgür bir yaşamdan bahsedebiliyorsak, böyle bir yaşamın kurulmasına dair insanlığın ezici bir çoğunluğunda umut var ise bunu sağlatan tarihsel süreç boyunca süregelen direniş olmuştur. Bunun böyle olması gerektiği, yani mücadelenin direnişle ancak zafere ulaşması gerektiği düşünce ve eylemi edinilen tecrübeler sonucu olmuştur. Bir sınıf veya topluluğun direnişinden tutalım bir gencin, bir çocuğun isyanı dahil tüm karşı çıkışlar bu şekilde gelişmiştir. Direnişi derinleşmiş özgürlük arzusu dışında tasavvur ve tasvir etmek ideolojik bir yaklaşımdır ve bu yaklaşım egemen düzenin lehine geliştirilmiştir. Bu tarz yaklaşımlar gerçeği yansıtmamaktalar. Gerçeği yansıtmadığı gibi çarpıtma amaçlıdır. Direnişler sömürgen yaklaşımların terk edilmemesi sonucu, insanlığa kölelik ve teslimiyet, ihanet ve soykırım dayatıldığı için gelişmiştir.
İçerisinde bulunduğumuz süreç ve coğrafyada toplum böylesi bir tarihi yaşamakta veya yaratmaktadır. Çözülmekte olan kapitalist sistem ile onun işbirlikçisi sömürgeciliğe karşı gittikçe büyüyen bir direniş gelişmektedir. İşte Kürt halkı başta olmak üzere tüm halkların, ezilen tüm kesimlerin bu zalim düzene karşı bir direnişi söz konusudur. Leyla Güven ile sembolleşen içeride ve dışarıda gelişen bir direniş söz konusudur. Faşizmin her şeyi kontrol ettiğini, tüm karşı çıkanların, yani özgürlüğü, onurlu ve eşitçe bir yaşamı arzulamanın, bunu dile getirmenin tümden bittiğini, artık herkesin bugün uygulanmakta olan faşizmi kabul ettiğini iddia ettiği bir dönemde Leyla Güven ile başlayan ve yayılan direnişlerin ne ifade ettiğini iyi anlamak lazım.
Bu direnişlerin tarihsel ve toplumsal bir muhtevaya sahip olmasından kaynaklı bu düzeyde bir sonucunun olacağı açıktır. Peki, başta Leyla Güven ve arkadaşlarının başlattığı direnişler olmak üzere soykırıma, faşizme karşı gelişen mücadeleyi yeterince anlama ve buna katılma gelişmiş midir? Toplumun direnişin ve direnişçilerin arzu ettiği düşünce ve taleplere katılımı tam iken süreci başarıya götürecek ve böylece yeni bir süreci başlatacak bir eylemliğe dönüşmüyor olması bunun yeterli olmadığını göstermektedir. Kapitalist sömürü düzenine karşı gelişen insanlığın toplam mücadelesinden Ortadoğu’da Arap toplumunun despotik sömürgeciliğe, Kürt halkının soykırımcı sömürgeciliğe, Türkiye halklarının Tayyip Erdoğan’ın tekelci sermaye yanlısı tek adam rejimine karşı sürdürdüğü mücadelenin özünü ve amacını bu direnişler yansıtmaktadır. Bunun bilincinde olarak Leyla Güven ve arkadaşları talebimiz milyonların talebidir, bunu biliyoruz dediler. Gerçeklik böyleyken, yani milyonların böylesine bir duygu ve düşünce ortaklığı var iken bunun dışavurumu yetersizse bunun öncülükle, meydanda bulunan öncü kesimlerin yetersizliğiyle ilgisi bulunmaktadır. Milyonların taleplerini örgütleyecek, bunu eyleme dönüştürecek bir öncü ve öncülüğün gelişmediği anlaşılmaktadır. Şüphesiz demokratik siyaset adına, mücadele adına var olan bir öncülük bulunmaktadır. Fakat bu kesimlerin sürecin gerektirdiği dönüşümü yaptığı, direnişe dayalı gelişen yeni sürecin gerektirdiği bilinç ve iradeye, cesaret ve coşkuya sahip olduğunu belirtmek mümkün değildir. Ya hepsi ya da bir kısmıyla, belki de fazlasıyla mustarip olunduğundan bu böyle olmaktadır.
Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, devlet bir süreç olarak topluma öncülük eden kesimler üzerinde siyaset geliştirdi. Bu siyaset hegemonik güçlerin ve sistemin çıkarlarıyla yakından alakalıdır. Uluslararası bir komployla PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tutsak edilmesinin nedenleri bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Ortadoğu coğrafyası toplumsal ve siyasal içerikte yeniden dizayn edilirken Kürt halkının gelişen kurtuluş ve özgürlük mücadelesi engel olarak görüldü ve Kürtlere karşı uluslararası komplo bu amaçla gerçekleştirildi. Fakat hesaplar tutmadı, İmralı’da direniş gelişti. İmralı teslim olmadığı gibi yeni sürecin zihniyet ve siyaset bakımdan paradigmasını oluşturdu. Şimdi bu zihniyet ve siyaset Ortadoğu’da, Rojava deneyiminde gerçekleşen durumuyla sisteme alternatif bir model konumundadır ve bu durum büyük bir korku sarmıştır. Tecrit bunun sonucunda gelişti ve Leyla Güven’in direnişi işte bunun önüne geçmenin ağır ama bir o kadar anlamlı adımıdır. Bu adımın altında yapılan ve yapılacak hiçbir şeyin siyasal ve toplumsal karşılığı kalmamıştır. Çağrılar, kendini ifade etmeler, izah ederek kendini anlatmaya çalışmak dönemin söylem ve dili değildir artık. Mahkemelerde eski tarz ifade vermenin, savunma yapmanın da bir anlamı kalmamıştır. Tek bir şey anlamlıdır, içeride ve dışarıda Leyla Güven’in direnişini desteklemek, ona katılmaktır. Değişmeyenin aşılacağı söylemi belli bir süreç için değil, her zaman geçerlidir. Değişmeyen aşılır. Bugün direnmeyen aşılır.