Sıkıcı olmaktan çıktı, artık daha heyecan verici. Her şey o kısıtlayıcı duygunun zorunlulukla olan bağının kopmasına bağlıydı. Yaşamın kendisine biçtiği rolün dışına çıktığında, artık belirli bir kişi olma gereksinimi de kalmamıştı. Doğal davranma zorunluluğunun yükünden kurtulmak, aynı anda birden fazla kişi olabilme imkanına kavuşmak demekti. Nefes aldırmayan, kesif kokulu salonlardan çıkarıp dışarıyı bir tiyatro sahnesi haline getirmek, dışarıdaki herkesi de oyunun aktörlerine dönüştürmek eğlenceyi derinlikle, hazzı verimlilikle, heyecanı sahici gerilimlerle tanıştırmaktı. Değişmez ve belirli bir kişi olmanın boğucu kalıplarını parçalayıp istediği an ve yerde, istediği kimlik ve kişilikle ortaya çıkmanın kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı gücünü reddetmek için insanın ondan çok daha üstün güçlere ve gerekçelere sahip olması gerekirdi. Bir tek kimlikle, bir tek kişilikle yaşam boşu aynı sınırlı dünyanın kalıpların içinde kıvranıp kendine eziyet çektirmenin anlamı yoktu. Hayat, bu haliyle çok daha renkli ve yaşanılabilir bir şeydi.
Değişimin yarattığı çeşitliliğin, görünüş ve gerçek uyuşmazlığından doğan açıklığı aynı anda büründüğü zıt karakterlerle, birden fazla kişilikle doldurabilme yeteneğinin artan neşeye katkısını ve sürükleyici gücün kaynağı olan özgüvene pekiştirici etkisini görmemek olanaksız. Bir tiyatro, bir oyun kaçan keyfin, aşınmış neşenin geri dönüşü için her zaman en uygun zemin. Bunalmak değil, tat almak gerek sonuçta. Her şey olduğu gibi görünüp bütün kesinliğiyle olduğu yeri kaplasa ne olurdu? Günlerin katlanılır, gecelerin çekilir yanı kalır mıydı? Kötülük çarpıcı güzelliğe, yüzsüzlük zekaya, acımasızlık ancak zarafete kendisini benzetebildiğinde mutlu olabilir, mutlu edebilir. En fena ruh, biçimli yüz çizgilerini, orada beliren ifade yoğunluğu da bir el değmemişlik duygusunun o gizemli hatlarını bulmazsa bir zevk manzarası, bir azap kuyusuna dönüşüp içine doğru çekmez mi? Olduğu gibi kalmak: Ölüm, başka bir şey miydi sanki! Yalan, hakikatten çok daha fazla hakikate bürünebildiği halde ne sonuçları ne de onun sorumluluğunu taşımayla kendisini yükümlü kılmadığı için sürükleyici, böylesine nefes kesici.
Dilediği an dilediği kişi olabildiğinde hayat bir şamata, bir curcuna, ağız dolusu bir kahkaha. Zevk aldığı şeye yüz buruşturmazsa, iştahla atıştırdığına hazımsızlık çeker görünmezse, yürüttüğünü yamalı urba altına gizlemezse oyun oyuna mı benzer? Şurada sattığı can ve döktüğü kanla dolaşanı insansever, burada zulmedeni karıncayı incitmez, ötede haksızlığına semirmişi hak bilir, daha ötede kişiliksizliğine kurulanı özverili gibi sürüyle kıymetli niteliğe ağırlaştırılmış farklı benliklerle ortaya çıktığında, kendi üstüne kapanmış ruh da birdenbire açılıvermez mi? Gırtlağına dek hakikatle dolu bir hayat! Bu taşınabilir bir şey mi? Olduğu gibi görünme yükümlülüğünden kurtuldu mu her şey akar, her şey değişir, her şey gelişir. Renk, tat, koku, ses, bir farklılık, bir canlılık, bir hayat doluluk ki bugünkü ölü suskunluğun eriştiği tüm yoğunluğa eşdeğer.
Katılaştırıcı şu soğuk matem havası, ancak oyunun düşleyebileceği bir sevimsiz gerçeklik uyarlaması. Hissedilir baskı, o aldanışa bükümlü eprimiş bir söylence, görünür çöküntü de maziye buruşuk eski bir ağız alışkanlığı. Neşe doruğunda yoksa. Her an başka bir şeyken ruh, can sıkıntısına konacak dal mı kalır! Kendinden çıktı mı baştan çıkarır, eğlenir, eğlendirir her dönüşen. Sonuçta kendisi olma zorunluluğunun yükünden kurtulmuş olanı, hayat da istediği an istediği kişiliğe bürünme yeteneğiyle ödüllendirir. Figüranı olmayan bu büyük tiyatro sahnesinin en budalaları bile hayran olunası kusursuz birer performans örneği ondan sonra. Sadece uygulamada değildi hata, kuramdaydı da. İnsanların yaşamındaki en büyük eksikliğin gerçeklik olduğunu sanmakla asıl eksikliğin fantezi, yanılsama ve oyun olduğu unutuldu. Ama unutmak da fena değildi. Çünkü o, arzuladığına yoldan çıkartılmak ve dilediğine ayartılmak gibi her duruma uygun kişiliğe bürünmenin koşulu, ayrıca kaygısız ve neşeli bir hayatın da temeliydi. Oyuncular iyi, oyun mükemmeldi. Eğlenmek mümkündü; salon can çekişen bir sömürge, sahne mezarlık, ışıklar kan, efektler insan çığlıkları olmasaydı.