24 Haziran seçimlerine iki haftadan az bir süre kala, gidişat, Tayyip Erdoğan karşısında muhalefetin lehine görünüyor. Baskın seçim, yani Erdoğan’ın A planı ters tepti. Kral bütün çıplaklığıyla ortada. Erdoğan’ın ne bu ülkeyi yönetmek için meşruiyeti, ne yakıcı sorunlara dair bir çözüm vaadi, ne de ülkeyi yönetecek ehliyeti var. Gitmeli. Gidecek. Ama yine de muhalefet cephesinde kimse rahat değil. Çünkü Erdoğan, bugüne kadar kendisi hakkında “gitti gidiyor” dedirten pek çok badireyi şapkadan çıkardığı tavşanlarla bertaraf etmeyi başardı.
Herkes şapkadan çıkacak yeni tavşanı, yani Erdoğan’ın B planını merak ediyor. Acaba Erdoğan bu kez de Kandil operasyonuyla mı durumu tersine çevirecek? Açıkçası bu tavşan ölü bir tavşandır, korkmaya gerek yok, yeter ki muhalefet o şapkanın içine diri bir tavşanı kendi elleriyle koymasın.
Önce bir yanılsamayı giderelim. Muhalefet mevcut konumlanışını muhafaza ettiği sürece, Kandil operasyonunun ya da benzer operasyonların süreci tersine çevirme şansı yoktur. Erdoğan’ın numaraları ancak muhalefet güçlerinin asıl çatışma eksenini bırakıp mevcut güçlü pozisyonlarını terk etmeleri ile etkili olabilir. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşanan şey budur.
7 Haziran-1 Kasım arasında yaşadığımız, yalnızca Kürtleri değil, CHP’den dönemin MHP’sine, Cemaat’ten sosyalist harekete sistem içi ve sistem karşıtı bütün muhalefeti hedef alan çok boyutlu bir savaş süreciydi. Bu savaş 7 Haziran’da “mağlup” olan iktidarın, muhalefeti hükümeti devralmaktan alıkoymak için yürüttüğü bir savaştı. Strateji üzerine yazılmış temel metinlerden, Çinli komutan Sun Tzu’nun Savaş Sanatı’ndaki “Düşman birlikse, onu parçalara ayır” ve “Düşmanın güçlü bir konumu varsa, onu oradan uzaklaştırmak üzere kandır” öğütlerine uyarcasına izlenen stratejinin bir parçasıydı.
Oy oranı yüzde 40’a gerilemiş AKP’nin sözcülerinin deyimiyle “Yüzde 60’lık muhalefet blokunu” Kürt çatışması ekseninde bölmeyi, AKP karşıtı güçlü konumdan Kürt sorunu eksenindeki zayıf konumlara ayrıştırmayı, iç karışıklıklar ve tereddütler yaratmayı ve bölünüp zayıflatılmış muhalefet karşısında olağanüstü müdahalelere imkân sağlamayı hedefleyen bu savaş o dönemde Erdoğan’ın işini gördü. HDP, frenlenip saldırıya açık hale getirildi; MHP, Saray karşısında sert muhalefetten sert yandaşlığa doğru yol aldı.
Bugünkü mevcut iktidar-muhalefet dengesi ve saflaşmalar da zaten Temmuz 2015’ten beri kesintisiz süren Kürt sorunu eksenli bu çatışma atmosferi içinde açığa çıktı. Afrin’de de görüldü ki AKP’nin savaşı tırmandırmaya yönelik tek taraflı çabalarının siyasal getirisi doğal sınırlarına dayanmıştır. Sınır ötesi operasyon halkın herhangi bir sorununa derman olmadığı gibi “dermanmış” gibi de sunulamamakta, halkın beklentileri ile hükümetin vaatleri arasındaki açı büyümektedir. Sağın parçalanma eğilimi ve kontrgerilla içi ihtilaf da bu hamlelerle tersine çevrilememekte, İyi Parti ve Saadet Partisi muhalefetteki konumlanışlarını terk etmemektedir.
Sağın parçalılık hali, İyi Parti ve Saadet Partisi liderliklerinin ya da Abdullah Gül kliğinin niyet ve isteklerinden çok, Türkiye halklarının Erdoğan karşısında tükenmeyen, aksine daha da güçlenen itirazının ve bunun da etkisiyle derinleşen egemenler arası çelişkilerin bir yansımasıdır. AKP iktidara geldiğinden bu yana Erdoğan karşısında öngörülü, tutarlı ve tavizsiz bir muhalefet çizgisi izleyen sol güçlerin de inkâr edilemez katkısıyla, diktatörlük karşısında direncini pekiştiren ve sola meyyal bir toplumsal zemin oluşmuştur. Muhalefet cephesini bir arada durmaya, şaşırtıcı derecede makul davranmaya, sağ partileri bile soldan bir dil kurmaya ve Erdoğan’a kaybettirecek şekilde konumlanmaya zorlayan da bu zemindir.
Muhalefetin mevcut konumlanışı, Erdoğan’ın kendisini devletin ve milletin tek güvencesi olarak sunabileceği bir saflaşma yaratmasına imkân tanımamaktadır. Erdoğan muhalefetin bu konumlanışını değiştirmeye çalışacaktır.
Denklemi Erdoğan lehine ancak muhalefetin kendisi bozabilir. Orada da belirleyici olan CHP ve Kürt hareketinden başkası değildir. Erdoğan’ın olası kışkırtmaları ve psikolojik harp operasyonları karşısında, Erdoğan’ı yalnız ve bu saldırganlığı da “tek taraflı” bırakıp bırakmamak bu iki aktörün elindedir. Olası saldırı ve kışkırtmalar karşısında Saray ile Türkiye arasındaki çelişkiyi geri plana itmeyecek bir “stratejik sabır” Erdoğan’ı galip geleceği bir çatışmadan mahrum bırakacaktır.
Ölmüş eşek kurttan korkmazmış. Her türlü çılgınlığı yapabilir. Ama Kandil’e yönelik bir operasyon kendi başına yeterli bir çılgınlık değil. Yeter ki muhalefet bir çılgınlık yapmasın.
*Bu yazı sendika.org ile eşzamanlı yayınlanmaktadır.