Barış Terkoğlu Cumhuriyet’in Oda-TV’ci köşe yazarı. Şu sıralar Abdullah Gül’le uğraşmakta. Az sonra onu, “kontrollü darbenin siyasi ayağı” diye suçlarsa, ardından da Saray aynı teraneyi terennüm ederse hiç şaşırmayın. Bu “derin devletin, derin çelişkisiyle ilgili” bir gelişmedir.
Terkoğlu bir kaç gün önce eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un kitabından yaptığı alıntılarla Başbuğ ve ortaklarına karşı yapılan soruşturma ve tutuklamalarda “Erdoğan’ın uzlaşmacı, Gül’ün ise kararlı” olduğunu iddia etmiş, ardından Gül’ün döneminde terfi ettirilen general ve amirallerin yüzde 62’sinin şimdi “FETÖ’den” ya içerde ya da tasfiye edilmiş olduğunu yazmıştı.
Ardından Abdullah Gül yaptığı açıklamada, YAŞ’taki terfilerle kendisinin ilgisi olmadığını, o yıllarda YAŞ’ın başında Erdoğan’ın olduğunu, Başbuğ’un da Genelkurmay Başkanı olarak bu kurulda bulunduğunu ifade etmişti. Terkoğlu dünkü yazısında küçük bir kurnazlık yapmış, “kuvvet komutanlarının” atanması ile general ve amirallerin “terfi”sini bilerek birbirine karıştırmış, bu suretle Gül’ün kuvvet komutanları atamasında rolü var diyerek, onu çaktırmadan terfilerden dolayı suçlamıştı.
Oysa Gül yaptığı açıklamalarda Cumhurbaşkanının terfilerle ilgisi olmadığını, buna karşılık Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları atamasında Cumhurbaşkanının görüşünün esas alındığını söylemişti. Terkoğlu neden Başbuğ’la işbirliği halinde Gül’ü hedef tahtasına koydu? Şundan: Derin devletin Avrasyacı kanadı “tehlikeyi” sezdi. Saray’a karşı Batılı güçlerin, yerli sermayenin destekleyeceği bir “sistem içi alternatifin” işaretlerini aldı. Gül’ün, Davutoğlu’nun, Babacan’ın “yeni parti” girişiminin ayak sesleri Ergenokon’u harekete geçirdi.
Cumhuriyet gazetesine sızan Ergenekoncular şimdi bir yandan Erdoğan’ın yeniden ABD’ye yanaşmasını önlemek, diğer yandan da Erdoğan’a alternatif olabilecek unsurları tasfiye etmek için kampanya başlattı. Bu neyi gösteriyor? Şunu: Yeni bir kavga ufukta göründü. Ve Osman Kavala ve bir dizi aydınla ilgili iddianame de tam bu sırada ortaya çıktı: Hepsinin hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis istendi. Gezi “ayaklanmasını” güya bu aydınlar finanse ve drije etmiş.
Derken aynı gün Cumhuriyet’ten Ergenekon’un tasfiye ettiği Aydın Engin ve arkadaşları hakkında cezalar İstinafta onaylandı. Sistem içi bir muhalefet alternatifini destekleme ihtimali olan herkes artık topun ağzında. Yeni bir “sistem içi alternatifin” liberal ya da demokrat aydınlar tarafından “desteklenme ihtimali” bu yöntemle yok edilmeye çalışılmakta. Yakında Karar gazetesine yönelik suçlamaların da ayyuka çıkmasına kimse şaşırmasın.
Bir de asılan adama ipin desteği vardır
Bu seçim nasıl bir seçim? Seçim olmayan bir seçim…
Parlamenter seçimlerde “palavra atmanın” pek fazla bir zararı olmaz. “Bu seçim referandum” dersin, kaybettikten sonra öteki “referandumda” biz kazanırız diye kendi seçmenini teselli edersin.
Ama rejim “tek adam” rejimi ise, ortada en küçük bir sandık güvenliği, aday güvenliği, seçmen güvenliği kalmamışsa, “bu yerel seçim yerel seçimin de ötesinde bir referandum” dedin mi, ortaya çıkacak olan sonuç seni mahkum eder, “faşist rejime ise meşruiyet kazandırır.”
Bu seçim seçim değildir. Erdoğan rejiminin üstünü perdeleme kampanyasıdır. CHP eğer bu seçimleri boykot etseydi, Erdoğan 1 Nisan günü Venezuela’daki Maduro gibi cascavlak ortada kalırdı. Ama CHP’nin derinlerindeki “çekirdek” bu partiyi Ergenekon’a rampa ettiği için CHP boykota yanaşmadı.
Cumhuriyet Gazetesinde Zafer Arapkirli “boykot” deyince biz şaşırdık. Ve onu selamlıyoruz. Seçim seçim değilse Kürt muhalefeti ve onunla ittifak eden güçler ne yapmalı? Elbette boykot yapmamalı.
Tek başına boykot kendini boykot etmek olur. HDP’nin çizgisi açık: Kürdistan’da kayyımlar silip süpürülecek; Batı’da ise AKP/MHP koalisyonuna “kaybettirmek” için, CHP’ye tıpkı “asılan adama ipin verdiği destek” gibi destek verilecek. Böylece yukarıda resmini çektiğimiz sistem içi çelişkiler de bayram edecek…
Helali hoş olsun…
Saray’ın üzerinde oynadığı iki ipli cambazlık
Erdoğan kendisiyle aynı ipte oynayan bütün rakiplerini kararlı bir şekilde tasfiye etmekle uğraşırken, üzerinde dans ettiği ipin bir ucu Saray’ın putrellerinde sağlam bağlanmış olmasına karşın, ipin diğer ucunun Ergenekon’un elinde olduğunu, Ergenekon ipi bıraktığı anda tasfiye ettiklerinin yanına düşeceğini fark ediyor mu, bilmeyiz. Geçtiğimiz gün Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı “Ordu rahatsız” deyiverdi.
Aynı gazetenin yazarı Mehmet Ali Güllüm ise Erdoğan’ın “güvenli bölge” ile ilgili olarak ABD ile “pazarlık” yaptığını yazdı ve bu “pazarlığı” Ergenekon’un Rusya ile birlikte bozmaya çalıştığını da açık etti. Erdoğan iktidarının korunması karşılığında her an Amerikan yanlısı da olabilir, Rusya yanlısı da. Derin devletin Rusya yanlıları ile Amerikan yanlıları arasında Saray “oynak merkezdir”.
Ergenekon şimdilik Erdoğan’ı Rusya yanlısı konumda tutmak için olağanüstü çaba harcıyor. Putin Erdoğan’a “Şam’la anlaş, Rojava’yı birlikte Suriye ordusuyla işgal edelim” gibisinde ayartmaya çalışırken, Trump da Erdoğan’la “benimle İran’a karşı aynı cepheye gel, ben de sana Rojava’yı altın tepside ikram edeyim” gibisinden iştah arttırıcı tekliflerde bulunuyor. Saray da bir o yana bir bu yana yalpalayarak iki ipte de dans ediyor.
Bu ipin bir ucu Trump’ın, öteki ucu Putin’in elinde. Öyle bir şey olabilir ki, her ikisi de aynı anda ipi koyverebilir. Hoop, cumba boşluğa. Ve bir de şunu bir kenara not edelim: Türkiye Suriye savaşında yenildi. Müsebbib Saray. Yeniklerin masasına oturtuldu bile: Ancak hangi galibin onu teslim alacağı henüz kesinleşmedi. Ama bilelim ki mağlup olanı hiç kimse sonuna kadar yanında tutmaz, beslemez, gönendirmez. Hiç kimse yıpranmış bir ekibe sonuna kadar yatırım yapmaz.
Bir süre sonra göreceğiz, ABD’ye teslim olduğu zaman onun koltuğuna Gül takımı oturacak; Rusya’ya teslim olduğu zaman, şimdi Cumhuriyet yazarlarının dizayn etmeye çalıştığı “yeni Avrasyacı CHP” alternatif haline gelecek. (Şu tabela partisi DSP’nin aniden zuhur etmesi hiç hayra alamet değil.
CHP krize girdi bile. Dikkat edin Cumhuriyet yazarları ve kimi Sözcü yazarları (Çölaşan hariç) CHP’deki yangına benzinle gitmekteler. Ergenekon nasıl Cumhuriyet gazetesine el koyduysa, adım adım CHP’deki son “sosyal demokratları” da kapı dışarı etmeye hazırlanmakta. Mustafa Balbay’a dikkat edin: Sütre gerisinde suya sabuna dokunmayan, gırgır yazılar yazarak beklemekte.) Sistem çatırdıyor.
Vatandaş seçimle oyalanırken, asıl kavgayı verenler şimdilik masa altından birbirlerini tekmeliyor, seçimlerden sonra masa er ya da geç devrilecek ve şimdi “tek cephede birleşmiş” gibi görünenler birbirlerinin boğazına yapışacak. Hayırlısı olsun diyelim.
Biz de öyle diyelim: Şok, şok, şok, flaş
Biz bu yazıları yazıp bitirdikten sonra, çoktandır bakma gereği duymadığımız Abdülkadir Selvi’nin yazısına gözümüz ilişti. O da ne? Yazı tümüyle “Gül’ün partisine” ayrılmış. Şöyle yazmış: “Yeni parti kurma çalışmaları somut adımlara dönüşüyor. Daha önce AK Parti’de cumhurbaşkanlığı ve bakanlık gibi önemli görevlerde bulunmuş isimler tarafından yeni parti kurma çalışmalarının yürütüldüğü söyleniyor.
Yeni parti için 1 Nisan’dan sonrası için tarih veriliyor. Eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın genel başkanlığını üstleneceği bir partiden söz ediliyor. Daha doğru bir deyişle, kurulacak olan yeni partinin başına geçmesi için Ali Babacan’ın ikna edildiği söyleniyor. Parti kurma çalışmalarının arkasındaki ismin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olduğu söyleniyor.
“İlginç. Erdoğan’dan önce Cumhuriyet yazarları Gül’e karşı hareketlendi. Şu Cumhuriyet “operasyonu” meğer nelere gebeymiş?