İnsanlığın hafıza ve kültürel tarihine kötülüğün izdüşümü olarak geçen Alman faşizminin en zor dönemlerinde direnme dirayetini gösteren insanların anti-faşist direnişini anlatan devasa bir eserin adıdır ‘Direnmenin Estetiği’. Peter Weiss’in kaleme aldığı kitap, faşizmin bütün kıta Avrupa’da kol gezdiği ve insanlara nefes aldırmadığı bir dönemde anti-faşist mücadele hattını oluşturma cesaretini gösteren hem kolektif hem de bireysel direnişçilerin hayat hikayelerinden yola çıkarak direnme estetiğinin olguya dönüştüğü noktalara vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla anti-faşist direnişi merkeze alarak mücadele ve sınıf bilincini estetik bir çerçevede somutlaştırırken faşizm koşullarında etkin özne olarak varolmanın bile bir direnme biçimi olduğunu anlatır.
Direnmenin Estetiği üzerinden tarihi, Antik Yunan’dan bu yana sanat ve siyaset düzlemlerinde yorumlar ve tarihi çerçevede yeniden kurarak bir kurtuluş fikri ve eşitlikçilik paradigmasını ortaya çıkarmaya yeltenir. Dolayısıyla bugün Batı dünyasının ezici çoğunluğunun din, dil, ırk ve cins farklılıkları gözetmeksizin; hak, hukuk, adalet, hürriyet ve eşitlik gibi temel hakları insanlığın ortak değeri olarak kabul ederek anayasalarına naklettikleri temel ilkeler, kollektif mücadelenin yanı sıra etkin bireylerin ve aydınların direnme tarihine bağlıdır. Bu temel değerlerin toplumsal hayata sirayet etmesini ezilenlerin, sınıfların ve aydınlanmacıların direnişlerin bir ürünü olarak görür Weiss. Dolayısıyla direnmenin estetiği üzerinden ortaya çıkan kurtuluş fikri verili bütün gerçeklerin yanı sıra, kültürel aktarımın ışığında da koşulların tarihselliğini yorumlayarak yeni bir direniş ütopyası kurar. Batı kültürünün siyasi ve sanat tarihinin sentezinin neticesinde ortaya çıkan bu kurtuluş fikrinin, Doğunun kültürel birikimine yabancı olmayan bir önerme olduğunu düşünüyorum. Söz konusu ortak değerlere inanan kadim toplulukların kültürel ve tarihsel aktarımları neticesinde temel bir değeri ifade eden kadim bilgi, yaşamsal düzeyde yeniden üretilip sosyolojik olarak kültürel dokulara uygun bir hale bürünebilir. Buradan hareketle direnmeyi kadim Doğu’nun kültürel mirasının bir parçası olarak gördüğümüz andan itibaren söz konusu kurtuluş fikriyatı da bütün kadimliğiyle karşımıza çıkacaktır.
Doğu’nun o zengin kültürel birikimini yeniden yorumlama cüretinde bulunmak çetin gibi görünse de, onun ufuk açıcı özelliklerini taşıyan Halkların Demokratik Partisi’nin politik manifestosu üzerinden yorumlamak bir katkı özelliği taşıyabilir. Batı kültürünün siyasi ve sanat tarihi üzerinden yapılan direniş tartışmasının bir benzerini yeniden yorumlaması durumunda direnmenin estetiğine tekabül eden bir direngen ruhun karşımıza çıkacağı inancındayım. Çünkü direniş, etkin olma halinin dışavurumudur ve yaratıcı sonuçlar ortaya çıkarır. Sanattan kültüre, halklardan inanca, emekten toplumsal cinsiyete, dilden yazıma kadar hayatın her alanını kapsayan bir bütünler silsilesini içermektedir. İşte Halkların Demokratik Partisi’nin hem içe, hem de dışa dönük yüzünün bu direngen kavşaklardan besleniyor olması, kurtuluş fikrinin canlanmasını çağrıştırıyor. Zira bu kurtuluş ruhunun, bütün bileşenleriyle birlikte hayatın her alanına taşındığını gözlemliyoruz. Onun için HDP’yi bu coğrafyanın kadim tarihinin mirasçısı ve çağdaş Anadolu hümanizminin “yeni direniş mozaiği” olarak tasvir etmek mümkündür.
HDP’nin mücadele biçimleri hem kadimliği hem de sınıf tarihini baz alan geleneklere dayanmaktadır ve bu gelenek her geçen gün ivme kazanmaktadır. HDP despotik diktaya karşı direnen bir siyasi anlayışı aşan çok katmanlı bir “bileşenler hukukunu” yaratmıştır. Yani halklardan inançlara, emekten kadına, ekolojiden dünya barışına kadar birçok alanı mücadele kapsamı içine almış ve kararlıkla büyütmektedir.
HDP bu mücadeleyi bütün zorluklara rağmen büyük bir neşe ve estetik görgüyle sürdürmektedir. Kanımca mücadele ettiği güçlerin aşikar şaşkınlığı ve baskıcı saldırganlığı, bu yeni direniş mozaiğin mukavvasıyla bağlantılıdır. Kültürel ve sosyal doku bağlamında Mezopotamya ve Anadolu’nun, kadim bir medeniyetler mozaiği olduğu, dünyanın hemfikir olduğu ender hakikatlerden biridir. HDP kendini o geleneklerin devamcısı olarak görüldüğü sürece sembolü olan o ağaç daha da şenlenecektir. Bugün coğrafyamızı “neşesiz bir arenaya” dönüştüren mevcut tekçi anlayış bizleri kaygılı bir gelecekle karşı karşıya bırakmıştır. Bu kaygılı gelecek diktası günlük hayatımıza sirayet etmeye başlamış ve bizleri ucu açık yeni “kaygılı alanlara” itmiştir. Söz konusu bu itilme hali, hem sosyokültürel hem etnodinsel hem de sınıfsal bağlamda mevcut kaygılarımızı tekrar tetiklemiştir. Onun için HDP, kurucu ilkelerine bağlı kalarak mücadeleyi büyütmesi durumunda direnmenin estetik kaygısını da aşarak despotizme karşı önemli bir politik hattı kalıcılaştırma zeminini oluşturacaktır. Bütün verili saptamaların ve pratik gözlemlerin ortaya çıkardığı sonuçlar HDP’nin bu eşiği aştığını göstermektedir. Bütün baskılara rağmen bugüne kadar başarılı olmasının bir sebebi de, başvurduğu mücadele biçimlerinin estetikle buluştuğu noktadır. Bütün hüzünlü ve hazin olaylara rağmen mücadele biçimleri hep bir şölen renkliliğiyle gerçekleşmiştir. Ana ilkeler doğrultusunda mücadeleye devam ettiği durumda bu, savaş seçimini de tersyüz edecek güce sahiptir.