M. Nuri Özen*
Yaşadığımız şu dünyada büyük bir tehlike altında olan, ölümleri hızla yaşanan sayısızca dil var. Kendi varlığına dönük bir tehlike olarak gördüğü her şeyi yok eden, adeta talan eden, içini boşaltarak başkalaştırdığı dillerin üzerine hegemonya kuran kapitalist modernite zihniyetinin adeta bir ahtapot gibi toplumu sarıp sarmaladığı bir zamanda, 21 Şubat Dünya Anadil Günü’nü kutlamak manidar. Önemle üzerinde durulması gereken husus, dilin anlamı ve önemi, dil ile kültür, dil ile kültür ve toplum, dil ile kimlik ilişkisidir. Bu bağlamda Kürt diline-kültürüne dönük kolonyalist uygulamaları ele almakta fayda görüyoruz. UNESCO’nun araştırmaları neticesinde yansıttığı tablo bu konu bağlamında önem taşıyor.
Yaşamın dokusu
Epistemoloji işlerine, anlamına uygun, dille alakalı felsefi, bilimsel, politik, sosyolojik açıdan muhtelif tanımlamalar yapılmıştır. Dil ile toplumsallaşma, toplumsal bağların gelişmesine dair dil bilimcilerin sayısızca tespitleri olmuştur. İşlev olarak dilin, toplumsallaşma, toplumsal varlığın oluşturulması, ileriye taşınmasında rolü büyüktür, hatta belirleyici olduğuna dair yaygın-müşterek bir tespittir. Toplumsal yapılarda, ekolojiyle, mitolojiyle, edebiyatla, kültürle, bilim ve felsefeyle bağı olan dil, toplumun kimliğini, düşünüş ve davranış şeklini belirleyen, uluslaşmanın en önemli unsurudur. Dil, salt bir iletişim aracı olarak izah edilemeyecek kadar hayatidir. Toplumsal örgütlemede belirleyici bir role sahiptir. Bir bakıma yaşamın dokusunu belirleyen öğe dildir.
Toplumu var eden dildir
Lübnanlı yazar Amin Maalouf, dilin önemine ilişkin, ‘Ölümcül Kimlikler’ eserinde; insanın anadiliyle bağının önemine ve bu bağın koparılması durumunda ne kadar büyük bir tehlikeye yol açtığını izah ederken, dil ile toplumsal bağın hayati öneme haiz olduğuna işaret etmiş oluyor. Kolektif toplumsal bilincin gelişmesi, belleğin oluşması kadar, uygarlık değerleriyle bağını geliştiren, diri tutan dil toplumsal zihniyet bağlamında şöyle ifade edilmektedir: “Dil, toplumsal zihniyetin sadece aracı değil aynı zamanda yapılandırıcı bir unsurudur. Dil, bir toplumu var eden temel özelliklerindendir. Kolektif zeka aracı olarak toplumsal doğanın esnekliğini çok hızla geliştirir.”
Kültürün gelişim aracı
Toplumsallaşma bağlamında dil ile kültür ilişkisine dair araştırmaların özü, dünyayı birçok açıdan ele almamızı, kavramamızı sağlayan, farklı tonları görmemize rehberlik eden, evrensel değerlerin öne çıkmasını tetikleyen sosyal bilimciler olmuştur. Genel olarak kültür; bireylere, toplumlara yaşam için gerekli (yazılı ve yazısız) normlar kazandıran örf, adet, gelenek görenekler gibi köklü, toplumsal değerlerin tümünü ihtiva eder. Kültürün maddi olmayan öğesi olan dil, kültürün gelişmesi, nesilden nesile aktarılmasında da belirleyici bir role sahiptir.
‘Bir halkın kimliği…’
Toplumsal var olmanın kolektif halkların, toplum şahsında tecessüm eden kimlik ile dilin güçlü bağı gözardı edilemez. Zira kimlik, toplumsal bir statünün ifadesi, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, ahlaki vs. kavramların tümünün toplamıdır. Kimlik denilince de devlet tarafından verilen, kişiyi kodlayan, kağıt parçasından söz etmiyoruz kuşkusuz. Bilakis devletin her türlü girişimlerine rağmen var olmayı başaran halkların vazgeçilmez tarihsel; güncel ulusal boyutunu temsil eder. Dolayısıyla dili yasaklanmış toplum, halk, kimliği yasaklanmış bir halk demektir. Tıpkı L. Thomas’ın tespitiyle; “Bir halkı kimliğinden mahrum etmekten daha korkunç bir ölüm olup olmadığı sorusu sorma hakkımız var” derken anadilin ne denli can alıcı bir role sahip olduğuna işaret eder.Kolonyalist zihniyetin derinleştirdiği asimilasyonun öncelikle dilden başlatıldığını tarihsel süreç bağlamında öncelendiğinde görülecektir ki dilden başlatılması tesadüfi değildir. En etkili, en hassas “sonuç alıcı” yöntem olarak denenmiş, “başarılı” olunmuştur. Aynı şekilde sosyolojide zorla kültürleme olarak kavramlaştırılan, bir kültürün başka bir kültürü, kimliği kendi içinde eriterek yok etmesi sonucu tecessüm eden etnosentrizm (ırkçılık) çağımızın en ağır insanlık suçu olduğu kabul gören genel bir doğrudur. Egemen devletlerin ortak bir politikasını oluşturuyor.
Dünya Anadil Günü
Kıyım politikalarının tehlikeli boyuta ulaşması, daha fazla ilgi uyandırmıştır. Uygarlık mirası olarak kabul edilen dillerin yok olmasına kayıtsız kalmayacağını iddia eden, 2000 yılında 21 Şubat’ı Dünya Anadil Günü olarak belirleyen BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) hazırladığı; Tehlike Altındaki Diller Atlası birçok dilin, kültürün, yalnızlaşıp yok olduğunu hatırlatması kadar, önemli bir veri de oluşturmaktadır. Hazırlanan rapora göre 6 bin 700 dilin yüzde 43’ü kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 1950’den bu yana hiç konuşulmayan ise bu rakamın yüzde 3’üdür. Asya’da, Avrupa’da 75, ABD’de 200 yıldan bu yana en az 15 dilin kaybolduğuna dair ciddi doneler var. Korkunç bir rakam, korkunç bir imha! Araştırmanın verilerine göre dünyada sadece 300 milyon insan kendi yerel dilini kullanıyorken, geri kalan milyonlarca insan ise ülkesini işgal eden sömürgecisi, kolonyalist güçlerin dili ile iletişim kurmaktadırlar. Böylece kolonyalist zihniyetin bu gibi uygulamaları sonucu milyonlarca insan başkalaşma riskini yaşıyor, yok olma eşiğinde duruyor. İfade edilen somut sonuca göre milyonlarca kendisine ait olmayan başkalarının diliyle dolasıyla zihni ile dünyaya bakıyor; duygularını, hislerini, düşüncelerini paylaşıyorlar. Bunun yol açtığı sonuçlar itibari ile siyasal olmak üzere, ekonomik, sosyolojik, pedagolojik genel anlamda kültürel yani insani değerler bağlamında bir travmadır, korkunç bir trajedidir. Dolayısıyla halkların geleceği açısından, dünyanın geleceği bakımından büyük bir tehlikedir.
Süryanice ve Asurice dilleri
İlerlemiş teknolojinin sınır tanımayan erişim kapsamı düşünüldüğünde anadiline sahip çıkmayan/çıkamayan halkların, ciddi bir yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaları kaçınılmazdır. Mevcut hızla devam edilmesi durumunda ve de gerekli tedbirler alınmazsa dünya yani milyonlarca insan milyarlarca insan bir iki dilin egemenliğine girecek ki bu da renksiz, ruhsuz, cansız, kasvetli, tekçi katlanılamaz bir dünya demektir. Yani bir iki çiçekli bahçenin halini andırır. Dünyayı zehir eden bu tip devlet politikaları sonucu birçok dilin yok olma eşiğine gelmesinden farklı değil Türkiye’nin mevcut durumu. Daha vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. Yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen somut, bilimsel sonuçlara birçok dilin yok olduğunu 15 dilin ise büyük bir tehlike altında olduğunu gösteriyor. Bir dönem merkezi Türkiye’de olan, en çok konuşulan Süryanice, Asurice bugün en az konuşulan diller konumunda. Buna yol açan birçok neden vardır. Dillerin zayıflaması, kaybolmakla yüz yüze kalmanın en belirleyici nedeni o dilin konuşulmamasıdır. Fakat buna yol açan objektif koşullar kadar, öznel yaklaşımlar da önem kazanıyor. Azınlıkta kalan dillerin başka bir gücün denetimine girmeleri ve baskılar giderek olumsuzlanmaları dillerin zayıflamasını ciddi manada etkiliyor. Politik, sosyolojik, ekonomik, askeri, dini, kültürel alanda baskı gören her an darbe alarak solan bir bitki gibidir. Göç ve kentleşmenin yaygınlaşması geleneksel hayat tarzını etkilediği gibi dili daha fazla etkilemiş, başka bir dilin kullanılması “mecburiyetini” dayatmıştır. Özcesi öznel ve nesnel koşullar dili etkiler.
‘X’ dil ve kardeşlik
Söz konusu Kürt sorunu olunca, mevcut iktidar başta olmak üzere yandaşları, paydaşları “Daha düne kadar yasak olan Kürtçe’yi serbest hale getirdik” teranelerine sarılıyor. Oysaki işin gerçeği farklıdır. Yapılanlar inanç ve duygu sömürüsünden ibarettir; bir tür asimilasyonu meşrulaştırma arayışıdır. Zira meclis zabıtlarında ya da mahkemelerde “Bilinmeyen dil” olarak ya da “x” dili olarak geçiyor. Bir dile ancak bu kadar hoyratça, saygısızca yaklaşılır, yok sayılır! Bu hükümetin yaptığı en iyi (!) şey adını koymadan Kürtçeyi yasaklamış olmasıdır. Belgelerle sabittir, İsmet İnönü, M. Esat Bozkurt, Fevzi Çakmak, E. Oktay Yıldıran’ın Kürtçe’ye yaklaşımları. Zamanında bunların Kürt diline yaklaşımı ne ise paradan başka bir şey düşünmeyen aklı evvellerin “Kürtler anadilde eğitim istemiyorlar” zırvaları da aynı şeydir. Arada bir tek zaman farkı var! “Türkçe konuş çok konuş” düsturuyla asimile etmeyi temel politika haline getirerek Kürt halkının diline, kültürüne karşı sergilenen tahammülsüzlüğün ayyuka çıktığı bir konjonktür mevcuttur. Bunu salt iktidarla sınırlı bir politika olarak değerlendiremeyiz; tüm kurumlarıyla devletin politikası olduğu açıktır. Oysaki “Kardeşiz” dedikleri milyonlarca insanın, halkların dilidir söz konusu olan. Henüz 5-6 yaşındaki Kürt çocukları anadillerinde eğitim göremiyor. Bunun pedagojik olarak yarattığı tahribatları tahmin etmek zor olmasa gerek; insanın duygu dünyasında yıkım, ruhsal parçalanma, parçalı bir kişiliğin yaratılmasına yol açtığı ağır yıkımlar sır değildir. Bu durumu bildiği halde beş kuruş için onurundan -ki varsa- feragat etmeye teşne kimi eyyamların “12 Eylül yasalarını düşünün” diye tavsiyede bulunmaları çirkince bir yaklaşım olduğu kadar, resmi ideolojinin nasıl çirkince işletildiğini gösteriyor bize. Açlığın, susuzluğun, işkencenin, baskının en alasını göze alarak dayatılan soysuzlaştırma politikasına rağmen onurluca karşısında durabilen insanların çabasıyla, dirayetiyle anadil talebi güncelliğini koruyor.
20 dil konuşuluyor
Anadillere dair Türkiye genelini kapsayan önemli veriler mevcuttur. Örneğin Kürt dilbilimci Ahmet Tigris’in birkaç yıl önceki araştırmasına göre, Türkiye’de Adigece, Abazaca, Arnavutça, Arapça, Azerice, Boşnakça, Kırım Türkçesi, Kırgızca, Kumukça, Ladino, Lazca, Kürtçe, Osetçe, Özbekçe, Romani, Süryanice, Rumca, Tatarca, Türkçe ve Türkmence olmak üzere 20 dil konuşulmaktadır. Fakat bu dillerden hiçbiri -Türkçe dışında- eğitim dili olarak görülmemektedir. Dolayısıyla hiçbiri yok olma tehlikesinden münezzeh değildir. Türkçe’nin “Tek dil”, “Tek millet”, “Tek devlet” stratejisi kapsamında egemen hegenomik bir dil haline getirilmesi sır değildir. Taammüden geliştirilen bu projenin bir sonucu olarak Kürtçe’ye, Kürt kültürüne, Kürt yaratımlarına dönük katı yasaklarının devam ediyor olması şaşırtıcı değildir! OHAL ilanıyla çıkarılan KHK’lerle ilk fırsatta Kürtçe yayın yapan televizyonların, gazetelerin kapatılması, “Tekli” stratejinin en halis yansımasıdır. Hakeza kayyumlar ilk icatlarında Kürtçe park isimlerini değiştirmiş, Kürtçe’ye dair belediyelere bağlı kurumları kapatmıştı. Kürtlüğü çağrıştıran oluşumları Kürt şahsiyetlerinin isimlerini, heykellerini ortadan kaldırmışlardır. Bir tür somut bellek, hafızayı yok etme politikası olduğu çok açıktır. Tahammülsüzlüğün ötesinde, merkezi politikaların sonucudur.
‘Düşünmezsen…’
17 yıllık mevcut siyasi iktidarın açıkladığı sonu gelmeyen “paket”lerin içeriğine bakılırsa, elzem olan anadilde eğitimle ilgili bir düzenleme olmadığı gibi geriye doğru bir gidiş olduğu da görülecektir. Anadilin seçmeli ders olarak yasallaştırılması netameli politika sahibinin “Kürtçe dille eğitim görmek isteyenler Kuzey Irak’a gitsinler” demesi zihinlerinin arka planında nelerin yer aldığının işaretidir. Kendi parasıyla anadilini öğrenmek, kendi parasıyla mahkemede tercüman tutmak kadar absürt ne olabilir ki! Bir soru üzerine “Düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” diyen politik anlayışın anadili baskılamamasını, kullandığı egemen dil için diğer dilleri eritme arayışında olmaması düşünülemez.
Asimilasyon
Bin yıldır mütemadiyen derinleştirilen, asimilasyon politikası doğrultusunda peş peşe çıkarılan yasalar, anayasal düzenlemelerle ya da engellerle Kürt diline ağır bir baskı uygulana gelmiştir. Adeta mengeneye sıkılaştırıldıkça sıkıştırılmıştır. Yasaklar kaldırılmamıştır, biçim değiştirerek “zamanın ruhuna uygun” hale getirilmiştir. Ulus-devlet esasına göre etraflıca düşünülerek çıkarılan planlama uygulanırken yasaların da gücüyle en ince yöntemlerle yasaklar baskı ediliyor. Mevcut iktidarın “Devrim niteliğinde” diye bir düstur kullanmasıyla kast ettiği kurumların, üniversitelerde seçmeli ders düzenlemesine gidilmesi, müstebit iktidar anlayışının bir tezahürü olabilir ancak.
Bir dilin ölümü
Türkiye’nin birçok bölgesine dağılmış- yayılmış etnik grupların, dillerini kaybetmekle yüz yüze oldukları biliniyor. Kendi çabalarıyla açtıkları kurum, enstitü, dernek, okul, vakıf veya farklı dil öğrenme kurumları aracılığıyla diline sahip çıkan halka, gruplara karşı zuhur eden yasakçı uygulamaları bir kısır döngü gibi tekrar ediyor. Anadile dönük kısıtlayıcı, baskıların, yasakların aşılması için Anayasanın ilgili 42. maddesi olmak üzere yasaklayıcı- kısıtlayıcı yasaların kaldırılması kaçınılmazdır. Sonuç babında, dilin anlamı, önemi, işlevi, toplumsal yapılanmasındaki belirleyici etkisi büyüktür. Türkiye’de yaşayan, takriben 20 milyon Kürt halkının anadil eğitim hakkını tanımayanlar, başka ülkelere “asimilasyon insanlık suçudur” diye başka nutuk atmaları koca bir safsata olur. Tek dilli dünya renksiz, ruhsuz, zevksiz, soğuk, kasvetli, yalnızlığa, batmış bohem bir dünya demektir. İngiliz dilbilimci David Crystal’ın haklı tespitiyle, “Bir dilin ölümü bir ulusun ölümüdür.” Kaybolan bir dil yitirilen bir renktir çiçek bahçesinde. Kaybolan insanlık değeridir. Dili elinden alınmış bir halkın, insana münhasır tüm özelliklerinden, en temel haklarından mahkum bırakılması demektir. Ezcümle, bir toplum-ulus için dil, o ulusun-halkın herhangi bir şeyi değildir, o halkın her şeyidir.
* Kırıklar 2 Nolu F Tipi Cezaevi/ Buca-İzmir