ABD Başkanı Donald Trump, 17 Şubat’ta Twitter hesabından Avrupa ülkelerine seslenerek, Suriye’de yakaladıkları Avrupa kökenli 800 IŞİD militanını teslim alıp yargılamalarını istedi. Trump, Avrupa bu militanları teslim almazsa onları serbest bırakmak zorunda kalacaklarını da ekledi.
Talep de tehdit de mantıksız görünüyor olabilir ama değil. Avrupa’dan Trump’a gelen tepkilerde mantıksız bulunan da mesajın içeriği değil biçimi zaten. Mesela Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn’un, Trump’ın sözlerine tepkisi şöyle: “Bu (IŞİD militanlarının yargılanması) bir problem. Avrupa olarak bunun bilincindeyiz. Eğer mantıklı bir çözüm bulmak istiyorsak konuyu tartışmamız lazım. Gelişigüzel tweet paylaşmamamız gerekiyor. Bu mantıklı değil.”
Trump’ın mesajını okurken Avrupalı muhatapların gözlerinin önünden daha önce Türkiye’de yakalanıp Avrupa’ya gönderilen IŞİD militanlarının gerçekleştirdiği kanlı katliamlar geçmiş ve zihinlerde şöyle bir ses yankılanmış olabilir: “Eyyy Trump! IŞİD’lileri salmasını biz biliriz biz!”
IŞİD’lilerin yakalandıktan sonra salınması ve bunun üzerinden üçüncü ülkeler üzerinde bir şantaj unsuru olarak kullanılması yeni bir fikir değil. Yakın zamanda başarı ile uygulanmış bir politika olduğu bile söylenebilir.
Çarpıcı bir örnekle açıklamaya çalışalım.
Hatay’da savaş politikalarına karşı çıkan bir dizi demokratik kitle örgütü ve kanaat önderinin oluşturduğu Savaşa Karşı Yaşam Hakkı Meclisi, 2016’da Suriye savaşının kent üzerindeki etkilerine dair üç ayrı rapor yayımladı. Koordinatörlüğünü yürüttüğüm raporlar, Suriye-Türkiye-Avrupa hattındaki IŞİD hareketliliğine dair ilginç bir mekanizmayı açığa çıkarmıştı.
Suriye sınırında yakalanan yabancı uyruklu kaçaklardan IŞİD’li olduğu düşünülenler Yabancı Terörist Savaşçı diye kodlanmalarına rağmen haklarında yalnızca pasaport kanununa muhalefetten işlem yapılarak Geri Gönderme Merkezleri’ne yollanıyor ve buradan da MİT’in inisiyatifi ile üçüncü ülkelere gönderiliyorlardı. “Devlet bir belayı başından savmak istemiş, aşırı anlamlar yüklemeyelim” denebilir ama meselenin o kadar basit olmadığı, raporun yayımlanmasını ve uluslararası basında yer bulmasını izleyen günlerde yaşananlarla ortaya çıktı. Gün gün aktaralım.
15 Mart 2016’da yayımlanan “Suriye Savaşı’nın ve Türkiye’nin Suriye Politikasının Hatay Üzerindeki Etkileri” başlıklı ilk raporda, İçişleri Bakanlığı bünyesinde görev yapan C.T.’nin aktarımlarına yer veriliyor; C.T., Geri Gönderme Merkezi’ne getirilen ve IŞİD’li olduğu belirtilen şahısların haklarında hukuki bir işlem yapılmadan MİT gözetiminde üçüncü ülkelere transfer edildiğini aktarıyordu. Rapor Türkçe dışında İngilizce ve Almanca olarak da yayımlandı.
17 Mart 2016’da, Sputnik bu raporu ve söz konusu iddiayı haberleştirdi. Haber çok sayıda dilde dolaşıma girdi.
19 Mart 2016’da, Brüksel’de PKK sempatizanlarının eylem yapmasına izin verilmesine tepki gösteren Erdoğan, Brüksel’i adeta tehdit edercesine uyardı: “Ankara’da patlayan bombanın, şehrin göbeğinde terör örgütü yandaşlarına şov yapma imkanının sağlandığı Brüksel’de veya Avrupa’nın herhangi bir şehrinde patlamaması için hiçbir sebep yok. Bu açık gerçeğe rağmen Avrupa ülkelerinin hala aymazlık içinde hareket ediyor olmaları, mayın tarlasında dans etmek gibidir. Ne zaman mayına basacağınızı asla bilemezsiniz. Ama bunun kaçınılmaz bir son olduğu ortada. … Terör örgütlerine doğrudan veya dolaylı kucak açan ülkelere sesleniyorum. … Türkiye’de patlayan bombaları, televizyon ekranlarından seyretmek size bir şey ifade ediyor olmayabilir. Aynı bombalar sizin şehirlerinizde patlamaya başladığında, bizim ne hissettiğimizi mutlaka anlayacaksınız ama o zaman her şey için çok geç olacak.”
22 Mart 2016’da, IŞİD Belçika’nın başkenti Brüksel’de büyük çaplı saldırılar düzenledi. 33 kişinin ölümü, 250 kişinin yaralanması ile sonuçlanan saldırıların faillerinden İbrahim el Bakraoui, Tayyip Erdoğan’ın da daha sonra doğruladığı üzere önce Gaziantep’te Yabancı Terörist Savaşçı olduğu tespitiyle yakalanmış, sonra da Avrupa’ya geri gönderilmişti. Erdoğan, Belçikalı ve Hollandalı yetkililerin uyarıldığını söylerken; Belçikalı makamlar bir uyarı geldiğini, kendilerinin uyarıyı değerlendirme noktasında yetersiz kaldıklarını ancak Türkiye’nin bildiriminin de geç yapıldığını; Hollandalı makamlar ise Türkiye’nin Bakraoui’nin iade nedenini tam olarak belirtmediğini ve gerekli prosedürü uygulamadığını kaydetti.
Yalnızca 22 Mart 2016 Brüksel değil 7 Ocak 2015 Charlie Hebdo, 13 Kasım 2015 Paris, 19 Aralık 2016 Berlin, 3 Nisan 2017 St. Petersburg ve 7 Nisan 2017 Stockholm saldırılarının hemen hepsinde saldırganların yolu Türkiye’den geçti. Bir kısmı da 5 Haziran 2015 Diyarbakır, 20 Temmuz 2015 Suruç ve 10 Ekim 2015 Ankara katliamlarında Türkiye’de iş gördü. Bu süreçte Türkiye’den Avrupa’ya “terör gelir sizi de vurur” uyarıları sık sık tekrarlandı, karşılığında da Avrupa’dan AKP’ye “Suriyeli mültecileri Türkiye’de tutmaları” için mali ve politik destek geldi.
Yani Lüksemburg Dışişleri Bakanı’nın Trump’a dediği gibi öyle gelişigüzel tweet atmaya gerek yok.
*Bu yazı Sendika.org’la eş zamanlı yayımlanmaktadır.