Soyut kavramlar alemine ait bazı tuhaflıklar vardır. Onlardan biri de bir nesnenin hızı arttıkça ağırlığının artması ama hızın artması ve ağırlığın artmasının yanı sıra kütle olarak gittikçe küçülme paradoksudur. Bu paradoksun siyasete uyarlanması on beş yılı aşkın bir süredir hızlandıkça ağırlığı artan ama hızı ve ağırlığı arttıkça da kütlesi küçülen rejimin kendisine tekabül ediyor.
Cüssesi her geçen gün küçülen Türkiye siyasetinin bu illeti yerel seçimlerde daha da küçülüp, siyaset yörüngesinden de çıkacak bir dönemin arifesinde. Soyut kavramların zihin dünyamızın yaratıcılığına etkisini unutmayalım, lakin soyut kavramlar dünyasından çıkıp somut meselelerin iştigal ettiği dünyaya odaklanmak gerekir. Bunun en önemli adımlarından biri de 31 Mart günü sandıkların sonucunu değiştirecek şekilde seçimlere aktif katılım sağlamak. Bu girizgâh içine girdiğimiz yörünge değişiminde hepimize ayrı ayrı sorumluluklar yüklemektedir. Ancak bu somut adımların sayesinde bu rejimin yıkıcı hızı, ağırlığı ve kütlesi küçülebilir.
Aksi takdirde bir göktaşı ağırlığıyla hayatının orta yerine çakılması an meselesidir. Buna yol vermemek için sorumlu yurttaşlar olarak aktif rol üstlenmek kaçınılmaz bir ahlaki ve etik yükümlülük olarak karşımızda durmaktadır. Bu seçimlerde rol üstlenmenin neden önemli olduğuna sofistike ve naif bir gelecek tahayyülünden ziyade, güncel verili panoramaya ve tarihin akış seyrine göre bakmak lazım. Bunları görmek için sınıf bilinci veya artı değer sömürüsü üzerine bir kurgu kurmaya da gerek yok.
Gündelik hayata sirayet eden rejimin yıkıcı ağırlığını hissetmek kâfidir. Onun için yönetim dizginleri bu rejimin elinden alıp, onları bir süreliğine siyasal ve toplumsal hayatın dışına göndermek gerekir. Tıpkı antik Atina yurttaşlarının bir vakitler yaptıkları gibi. Rivayete göre eski Atina’da, MÖ 5. yüzyıllarında imtiyazlı vatandaşlar yılda bir kez olmak üzere kentin refah ve adaletine zarar veren yöneticileri kent dışına göndermek için seçime giderdi. Bu yolla seçme hakkını elde eden ilk şehir devleti olarak tarihe geçer Atina.
Evvel zamanların en örgütlü yurttaşları olan Atinalılar halkın mal ve mülküne göz dikenleri, zulüm ve eziyet edenleri, potansiyel savaş yanlıları, devlet içinde devlet kuranları, hırsızlık ve hile ve siyasi rakiplerine kötü davrananları seçim yoluyla Atina dışına gönderirlerdi. Böylece elde ettikleri seçim seçeneğiyle olası çatışmaların ve kargaşaların önüne geçmiş oldu Atinalılar.
Kurallara bağlı olan seçimler her özgür yurttaş için ulaşılır temel bir haktı. Tek kıstas 6.000’den fazla destekçinin bir araya gelmesi ve kent konseyine bir seçim bildirgesiyle seçimleri Atinalılara duyurmaktı. Seçim sonucuna göre en fazla oyu alanlar, on yıl boyunca ülkeden ayrılmak zorunda kalırdı, hem de gerekçesiz ve yargısız bir şeklide. Atinalıların hayatına bu şekilde giren seçme hakkı hem tarihin ilk refah, adalet seçimlerinden biri oldu hem de kentlerini onursuzluk ve şerefsizlikten kurtaran yurttaşlar konseyi ortaya çıktı. Bu sayede Atina şehir devleti antik çağ boyunca demokrasi, özgürlük, hak, hukuk, bilim, sanat, felsefe ve mimari konularında, dünyanın en önemli merkezlerinden biri oldu. Tarihin bize sunduğu bu sarih aktarımının yüce bilgeliğinin kıymetinden hareketle hayal kurduğumuzda, neleri başaracağımızı idrak etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Üzerinden binlerce yıl geçen bu örnek, tarihin spiral akışı içinde, günümüzdeki benzer durumlara da ayna tutmaktadır.
Dolayısıyla bütün yaratımların tarihi hayal edebilme cesareti ile ilgili olduğu sarsılmaz bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. İşte Türkiye toplumunun kendi geleceğine dair hayal kurma cesaretini tekrar yakalayacağı varsayımıyla, HDP’nin bu seçimlerde proaktif siyasi çıkışına bakmakta yarar var. Çünkü HDP bu seçimlerde geliştirdiği proaktif seçim stratejisiyle hem Türkiye’nin problemlerine dair bir tanım hem de problemlerin çözümüne dair çok net bir şekilde önermeler yapmaktadır. Bu stratejiye göre bütün problemlerini temel kaynağı, bu rejimin hileli hızı, toplumun üzerine çöken ağırlığı ve her geçen gün küçülen kütlesidir. Rejimin bu mevcut halinin nihai bir çözüme kavuşmasının yegâne yolu antik Atina yurttaşlarının yaptığı gibi birinci derecedeki sorumluların bir şekilde siyasi arenanın dışına gönderilmesidir.
Dolayısıyla HDP’nin yerel seçimler stratejisinin ana ekseni mecazî manada antik Atina kent konseyinin ilklerine benzemektedir, çünkü esas amaç halkların başına musallat olmuş bu şer ittifakı, hilekâr ve hırsızları siyasi arenanın dışına atmaktır. Atinalıların başına bela olan o zatlara benzer zatlar olduğu bir süreçte hem ülkenin adaleti, refahı ve huzuru için hem de ülkenin itibarını kurtarmak için yegâne yolun sıradan iyi vatandaşların bir araya gelmesinden geçtiğini bilince çıkarmaktır. HDP’nin yaptığı tam da budur. Bu yaklaşım doğrultusunda, totaliter erke karşı demokrasi güçleri arasında seçim endeksli bir ittifaktan öte stratejik bir ittifak kurma çabasıdır HDP’nın siyasi konumlanışı. Son birkaç yıldır bir nevi terör tescil patent enstitüsü gibi çalışan iktidar ve yanındaki tescilli ırkçılara karşı demokratik cepheyi genişletmeyi bir stratejik denklem olarak önüne koymuş ve kuruluş esaslarına göre de önemli bir adım atmıştır. Çünkü statüko bölünmeden demokrasinin önünün açılamayacağı gün gibi ortadadır Türkiye’de.
HDP bu yerel seçimlere salt bir yerel seçim olarak bakmıyor, bunu bir demokrasi referandumu ve toplumsal barışın çıkış yolu olarak görüyor. Buradan hareketle, hiç beklenmedik bir anda yaptığı politik hamleyle Türkiye siyasi denklemini değiştirebildiğini göstermiştir. Bu hamleyle karşıtları olduğu gibi demokratik güçleri de bir nevi ters köşe yapmıştır. Bunun sonucunda hem tecrit çemberini yarmış hem de son günlerin en yoğun gündem belirleyen partisi haline gelmiştir. Dolayısıyla büyük resme bakınca, HDP bu stratejiyle salt gündem belirleyen ve tartışmalara konu olan bir partiden ziyade, Türkiye siyasetinde oyun kurucu haline gelmiştir. Ayrıca HDP bu stratejiyle dış faktörlerden dolayı duraksayan Türkiyelileşme projesini de bir sonraki aşamaya taşımıştır. Ayrıca HDP seçim beyanıyla siyaset bilimin kuramına göre ülkenin politik manzarasına radikal bir demokratik katkı sunmuştur. HDP, bugün Türkiye halklarına ortak bir gelecek seçeneği sunan tek yapı. Tabiri caizse “ütopya” sahibi tek siyasi geleneğin temsilcisi, sürdürücüsü.
Buna göre HDP’nin seçim bildirgesi antik Atina Yurttaş Konseyi’nin seçimleri kadar cesur bir adımdır. Çünkü antik Atina’da olduğu gibi bugün burada da rakipler arasında mutlak iyiyle mutlak kötünün mücadelesi söz konusudur. Onun için birinin diğerini alt etmesi mecazî anlamda kaçınılmaz bir kader gibi durmaktadır. Karşıtlarının zıttı üzerinde inşa edilen bu çatışmacı ve sataşmacı durum neredeyse Doğu’nun yüce bilgesi Zerdüşt’ün iyiyle kötünün ebedi mücadelesi kadar derin bir köke sahiptir.
İktidarın mutlak rejimi sonucunda ortaya çıkan yönetsel aygıtın geldiği nokta tamamıyla o düalist ikilem görünümündedir. Adalet ve yasalar yerine katı bir kast sistemi ve şiddet mekaniği üzerinden inşa ettiği terör mitosu, bütün toplumun üzerinden Azrail’in asası gibi sallanıp durmaktadır. Onun için HDP, bölgede 90’lı yıllarda ve yakın dönemde halka acılar yaşatan oluşumların dışındaki her kesimle tartışmaya, ittifaklar geliştirmeye hazır olduğunu beyan etmiştir bu stratejiyle. Ancak hakikatle yüzleşme doğrultusunda, çoğulcu bir demokrasi, ortak bir vatan ve demokratik bir cumhuriyetin inşasının mümkün olabileceğinin de vurgusunu yapmıştır. Böylesi bir strateji öncelikle halklar, inançlar, emek, kadın ve toplumsal güçlere kazandıracaktır. Dolayısıyla HDP’nin kurduğu kurucu denklem, mevcut rejim ile o geleneğe yaslanan faşizan cepheyi geriletmektir. Bu gelişmelere paralel bir şekilde Türkiye yerel seçimlere doğru giderken iktidar cephesinin seçim stratejisi ve kullandığı otoriter dilin ayrımcılığına ve şiddetine karşı da önemli bir işarettir, HDP’nin demokratik güçlerin yararına siyaseten bazı büyükşehirlerden feragat etmesi.
Ülkenin doğusunu ve batısını bütünlüklü gören bu strateji, bölgesel öznelliğe göre farklı yürüyecektir. Esas hedef Kürdi coğrafyada kendi gücüyle kazanmakken, Batı’da rejime kaybettirme stratejisi bu kurucu misyonun bir gereğidir. Bu stratejinin bazıları için yeterince anlaşılmamış olmasının tuhaflığı karşısında doğru zamanı beklemenin dışında, başka bir seçenek yoktur ama bunun toplumsal ve siyasal etkilerinin 1 Nisan’dan itibaren somut bir şekilde ortaya çıkacağı muhakkaktır.