Geçmişte birilerinin veya kendi genç halimizin gelecek diye tasavvur etmeye çalıştığı bir zaman diliminde yaşamak ne kadar tuhaf! O tasavvurlardan iyimser olanlarının fersah fersah uzağına düştüğümüzü görmek veya tersine en kötümser tahminlerin gerçeğe dönüştüğü bir şimdinin içinde olmak ne kadar hazin! Geçmişin bilim kurgu karakterleri gibiyiz; yıllar öncesinde insanlık ‘bilim’den güç alarak bugünü ‘kurgu’lamaya çalışıyordu, şimdi o geleceğin içinde nefes alıp veriyoruz işte.
Geçen yüzyılın içinden 2000’li yıllara bakarak yapılan sözde bilimsel kehanetler bugün ne kadar da eğlenceli geliyor. Zamane Kassandra’ların çığlığını, ısrarla dile getirdiği gerçekçi kehanetleri ise hatırlamak bile istemiyoruz, zamanında duymadığımız gibi.
İnsanın Ay’a ilk ayak basışının üzerinden 50 yıl geçti. O zamanın insanı bugünleri, hatta 20-30 yıl öncesini Ay’a neredeyse dolmuş seferlerinin düzenleneceği, orada tatil yapabileceğimiz, viskimizi yudumlarken dünyamızı uzaktan seyredebileceğimiz bir gelecek olarak hayal etmişti. Üstelik bunlar temelsiz ham hayaller değildi; Ay’a seyahat gibi büyük bir adımın atılmış olmasına dayanarak yapılan ‘gerçekçi’ tahminlerdi.
Elektriğin keşfi insanın hayal gücünü nasıl da coşturmuş olmalı; acaba aynı elektriğin sorgularda insan vücuduna işkence etmek için kullanılacağını da öngörmüş müydü kahinler? Yüzyıl öncesinden bakınca, bugünün metropolleri üstünde uçan taksilerin, uzay araçlarının cirit attığı bir yer olarak hayal edilmişti. Bir yere kadar isabetli bir öngörü; uçakla seyahat aşırı yaygınlaştı. Ama helikopterin sadece polisiye/askeri amaçlara hizmet edeceğini, en fazla dünyayı yöneten elitlerin ulaşım aracı olacağını, uçaklarınsa sivillerin üzerine bomba ve kimyasal yağdıracağını herhalde kimse düşünmek istememişti.
Her bakımdan en uçuk tahminleri aşan bir çağın içindeyiz. İnsanlığın bir ucunda iletişim teknolojisi, Mars’a seyahatler, CERN, Higgs Bozonu, vs. diğer tarafında Yemen, Filistin, Kongo, Nauru Adası, göçmen botları… Şairin dediği gibi, türümüz ölü yıldızlara hayat götürmeye çalışırken, dünyamıza ölüm ve zulüm kusuyor.
Geçen yüzyılın son çeyreğinde, Theodore J. Kaczynski adlı bir matematik profesörü, insanlığın uçuruma doğru sürüklendiğini görmüş, gidişatı durdurmak için Don Kişot’vari bir mücadeleye soyunmuştu. 1995’de büyük gazetelerde yayınlatmayı başardığı -herhalde bu şekilde kitlelerin gözünü açmayı umuyordu- “Sanayi Toplumu ve Geleceği” başlıklı manifestosu, “Sanayi Devrimi ve sonuçları insan soyu için bir felaket oldu” diye başlıyordu ve çözüm olarak endüstriyel-teknolojik sistemi tamamen yıkmaktan başka yol görmüyordu. Aynı manifestoda dile getirdiği, birkaç onyıl sonrasına, yani bugünlere dair olası senaryoları okuyunca, aynada kendimizi görüyoruz şimdi.
Haklılığı kanıtlanan öngörülerine ne yazık ki kardeşini bile inandıramayacak, onun FBI’la paylaştığı bilgiler sayesinde yakalanıp hapsi boylayacaktı. ‘Unabomber’ lakaplı bir terörist -en iyi ihtimalle meczup- olarak tarihe geçen Ted Kaczynski, yaşam boyu hapse mahkum olduğu dört duvar arasında ömrünü tüketirken, biz onun çıplak gözle gördüğü bir şimdinin içinde, karanlık bir distopyaya doğru yol almaya devam ediyoruz.
Artık eskisi gibi hayaller kurmuyoruz; 30 yıl sonrası gözümüzün önünde teknolojik bir cennet gibi değil, cehenneme daha yakın bir resim olarak beliriyor. Yerkürenin daha az yaşanılır bir mekana dönüşeceğinden neredeyse kuşkumuz yok. En azimli ve dirençli olanlarımız, daha beter olmasını nasıl önlerizin mücadelesini veriyor.
Kâr hırsına dayalı kapitalist tüketim kültürü, sadece geleceğimizi değil hayallerimizi de kısırlaştırdı çünkü. Neyse ki tamamiyle değil! Devrimin göz kıptığı kısacık anlarda farklı bir gelecek görür gibi oluyoruz. Başka ihtimallerin var olduğunu, bu yola mahkum olmadığımızı hatırlıyoruz, devrimci bir sürecin içinden bakınca.
“Geçmiş geleceği aydınlatmaya son verdiği için insan aklı karanlıkta yolunu kaybediyor” demişti Tocqueville, “Amerika’da Demokrasi” kitabında. Geleceği görmek için geçmişin ışığı gerekli ama yeterli değil. Çağdaşımız Kaczynski, ormanın derinliklerindeki kulübesinden bir el feneri tutmaya, hızla yaklaşan ürkütücü geleceği göstermeye çalıştı. Geçmişin ışığıyla gördüğü şeyin kıyısındayız ve başka türlü bir gelecek görmek istiyorsak, şimdinin ışığını da yakmaya ihtiyacımız var. İsyan ateşinin ışığını…