Roma ve Yunan demokrasileri vatandaşlar içindi. Köylülerle köleler demokrasiden nasibini almazlar, oylarına baş vurulmaz. Demokrasi, yalnızca bir sınıfın tekelindeydi.
İslam çevrelerinin “devri saadet” olarak adlandırdıkları ve “İslam Demokrasisi” dedikleri Dört Halife Devri’nde de demokrasi, hemen hemen tümüyle Kureyş kabilesinin ileri gelenleriyle birkaç zengin Mekkelinin tekelindeydi.
Gerek antik Roma ve Yunan’da, gerek Dört Halife İslamı’nda en azından söylemde tarafsızlık esastı. Yandaşlık yerine liyakatın esas olduğu kabul edilirdi. Halife Osman’ın katledilmesindeki en önemli etkenlerden biri de akraba ve taallukatını kayırdığı iddiasıydı.
Bizdeki demokrasi ve tarafsızlık anlayışının temelinde ise suyun başındakilerin suyu sadece kendi bostanlarına akıtması yatar. Hatta tarafsız olmayı açıkça reddederler. Sayın Erdoğan, her ne kadar gerek milletvekilliği gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde tarafsız davranacağına namusu ve şerefi üstüne and içmişse de “bitaraf olan bertaraf olur” demekle bu yemine ne denli sadık kaldığını ve kalacagını açıkça ortaya koymuştur.
Beş yıl içinde tanık olduğumuz beş seçim döneminde devletin tüm imkânlarını ve devlet aygıtını seçim propagandasında kullanmanın tarafsızlıkla ne kadar bağdaştığı ortada.
Seçimin demokratik bir ortamda ve güven içinde yapılmasını sağlamak ve denetlemekle görevli olan tarafsız (!) Yüksek Seçim Kurulu da el hak, tarafsızlığına gölge düşürmüyor. Seçim yasaklarına uyulması gerekirken AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı bu kuralın dışında tutabiliyor. Televizyonlarda tarafsızlık ve tüm partilere eşit davranılması ilkesini görmezden gelebiliyor. Dahası, kritik yerlere kayırılmış ahırlarda, kullanılmayan, hatta olmayan binalarda bir daireye yüzlerce seçmen yazılmasını kabul edebiliyor, tutukluların seçme özgürlüğünü yasaya aykırı bir biçimde kısıtlıyor, mühürsüz milyonlarca oyu geçerli sayabiliyor. Onlar da namus ve şerefleri üzerine and içmişlerdi. Tarafsız ve kararları kesin olup aleyhine yargı yoluna gidilemeyen yüksek yargı organı!
Tabi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı da tarafsız. O da yeminini “şerefi ve namusu” üzerine yapmıştı. Anayasanın 94. maddesi, bu tarafsızlığı daha da pekiştirmek için onu, partisiyle bağını keserek hiçbir siyasi faaliyete katılmayacak biçimde bağlamış ve hatta Meclis’te oy kullanmasını bile yasaklamıştır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan sayın Binali Yıldırım ancak evvelki akşam istifa edebildi. Bu güne kadarki seçim çalışmalarını Meclis Başkanı titri ve gücüyle devlet olanaklarından yaralanarak yapıyordu. Hoş, gene de o olanaklar fazlasıyla emrinde olacak ya… İşin ilginç yanı ise sayın Yıldırım’ın insanları aptal yerine koyarak seçimin siyasi faaliyet olmadığı yolundaki açıklamasıydı.
Ülkemizde yargı da tarafsız(!). Gerek yukarıda seçime ilişkin YSK için söylediğimiz alanlarda, gerekse hukuk ve ceza alanlarında tarafsızlık maalesef ortadan kalkmış durumda. Mafya liderlerinin ölüm ve toplu katliam tehditlerini düşünce özgürlüğü sayar, barışa ve insan haklarına yönelik bir medya paylaşımını terör örgütü üyeliği veya terör propagandası sayarak cezalandırır. Sokakta kadın bıçaklayanı serbest bırakır, seçilmiş milletvekilini içeride tutar.
Anlı şanlı ve demokrat (!) muhalefet partilerimiz de tarafsızdırlar. Üsküdar’daki birkaç yüzlük seçmen kaydırmasını günlerce konuşur -ki haklılar-, Kürt illerindeki yüzbinlerce kaydırmayı görmezdan gelir. Bir yandan “Millet İttifakı” deyip AKP’ye ve Cumhur İttifakı’na karşı işbirliği yaparlar, öte yandan hiçbir karşılık beklemeden sırf demokrasi için kazanamayacakları yerlerde kendilerine destek olan HDP’ye cephe alıp Iğdır’ daki gibi AKP ile MHP yi birlikte harekete zorlar, tabi Iğdır yalnız değil, diğer illerde de ‘İYİ’lerin, iyiliklerini göstereceklerini ve ulusalcı ortaklarına da oy vermeyebileceklerini bilmek için kâhin olmaya gerek yok. İşte bizde iktidarı ve muhalefetiyle demokrasi anlayışı: Rabbena, hep bana!..
Avrupa ülkelerindeki muhafazakâr partilerin çoğunun adında”Hristiyan” kelimesi var. Kendilerini öyle tanımlarlar. Muhafazakârlığı, kendi toplumsal ve kültürel değerlerine bağlılık olarak algılarlar. Tabi oralarda da her türlü yolsuzluk olabilir ama buna karşılık etkili ve ayrım gözetmeyen denetim yolları ve gerçekten tarafsız davranabilen bir yargı mekanizması var. İnsanlar “Berlin’de hakimler var” diyerek kralın karşısında diklenirken, biliyorlar ki gerçekten Berlin’de hakimler var. Biz ise yapılan haksızlığın katmerleneceği korkusuyla hakimin varlığından söz etmekten çekinir hale geliyoruz.