Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Leyla Güven’in ve cezaevindeki 300’e yakın hükümlü ve tutuklunun PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride karşı başlattıkları açlık grevi riskli sınırı aştı. Her an kötü bir haber gelebilir. Ancak tecride karşı başlatılan bu eylemin yankı bulduğunu da söyleyebiliriz. Avrupa’da birçok merkezde destek açlık grevleri başladı ve sürüyor. Uzun süre olanları görmezden gelen Avrupalı kurumlar ve siyaset harekete geçmeye başladı. En taze örnek, İngiltere’de Lordlar Kamarası’nda Öcalan’ın fikirlerinin tartışıldığı bir konferansın düzenlenmesi oldu. Bundan başka Türkiye’de olanları yakında izleyen birçok aydın ve sivil toplum kuruluşu hareket halinde, sorunun barışçıl bir biçimde sonuçlanması için gayret ediyorlar. Avrupa’daki yönetici kurumların harekete geçmesi için çaba gösteriyorlar. Ancak AKP hükümeti, sanki açlık grevleri başka topraklarda cereyan ediyor gibi davranıyor. Sorumlu mevkilerde olanlardan bir ses çıkmıyor. Çeşitli uluslararası kişi ve kurumların talep ve açıklamalarına bir yanıt verilmiyor. Oysaki bu süreçte meydana gelecek herhangi bir olumsuzluk, Türkiye’nin zaten bozuk olan imajının daha da bozulmasına yol açar, zaten had safhada olan kutuplaşmayı daha da artırır. Oysaki Öcalan faktörü hem toplumsal barış, hem Kürt meselesinin bir hal yoluna girmesi konusunda önemli bir faktördür. Bunun böyle olduğunu hükümetin kendisi çözüm sürecinde deneyimledi.
Burada çözüm için uluslararası çevrelerce gündeme getirilen Mandela Kuralları denilen belgeye göz atmak, sorunun çözümüne yardımcı olacağı gibi, çözümün çok zor olmadığını ve açlık grevini sürdüren eylemcilerin özel bir talepte bulunmadığını, ayrıcalık istemediğini gösterecektir. Bir grup aydın, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland’a yazdığı açık mektupta, ‘Türkiye’deki tecride karşı acilen harekete geçilmesini” istediler. Söz konusu mektupta da Mandela Kuralları’na atıfta bulundular. İmzacılar, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Türkiye’ye Nelson Mandela Kuralları’na uymasının sağlanması ve Öcalan ile diğer tüm siyasi tutuklular üzerindeki tecride son verilmesi; avukatlar ve aile üyelerinin ziyaretleri gibi temel hakların sağlanması yönünde etkide bulunmak üzere acil ve kesin adımlar atılmasını istedi. Mandela Kuralları, tutuklulara uygulanacak tecride katı sınırlamalar getiriyor. Çok önemli bir atıftır ve ilk elde sorunun büyük ölçüde çözümüne hizmet eder. Çünkü bu atıf rastgele bir atıf değildir. Söz konusu olan bir Mandela Kuraları, Birleşmiş Milletler belgesidir. BM üye ülkeler tarafından imzalanmış ve imzacı ülkeler de bu kurallara uymayı taahhüt etmiştir. Burada hareketle şunları söyleyebiliriz.
Öcalan’ın üzerindeki tecridin kalkması için hükümetin özel bir adım atmasına, yeni bir yasa veya genelge çıkarmasına gerek yok. Yapılması gereken, Türkiye’nin zaten yıllar önce imzaladığı ve uymayı uluslararası topluluk nezdinde söz verdiği bu belgeyi uygulamasıdır. Ya da uygulanması için önündeki engelleri kaldırmasıdır. Öcalan’a 2015’ten bu yana uygulanan tecridin yasal ve ahlaki hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Tecridi kaldırmakla hükümet sadece attığı imzanın gereğini yerine getirmiş olacaktır. Özel olarak siyasi bir yükün altına girmiş olmayacaktır.
Buraya kadar Avrupalı aydınların atıfta bulunduğu Mandela Kuralları ışığında tecridi ele almaya çalıştık. Ama Öcalan ve Mandela arasında kurulması gereken ve kurulan başka bir benzerlik söz konusu; her iki figürün de barış için önemli bir işlev yerine getirmiş olmalarıdır. Mandela gerek cezaevinde, gerek çıktıktan sonra ülkesinde barışın sağlanması için büyük çabalar gösterdi. En zor durumda barışa katkıda bulunmaktan geri durmadı.
Türkiye’de ise Öcalan, 1993’teki ilk ateşkesten bu yana, barış için elini taşın altına koymaktan geri durmadı. Uzun uzun ateşkes süreçleri üzerinde durmayacağım, ancak Çözüm Süreci’nde Öcalan’ın barış için önemini herkes deneyimledi. Süreçte çıkan her pürüzde ona gidildi, onun önerleri ve çabaları ile süreç yol alabildi. Öcalan’ın çizgisinden ayrıldığında ise süreç çöktü. Öcalan’a uygulanan hukuksuz tecrit sadece Kürtlere zarar vermiyor. Bu durum bütün topluma zarar veriyor. Öcalan’a tecrit uygulamak, fikirlerinden Kürt hareketini ve Türkiye’yi mahrum bırakmak, Türkiye’nin taşı kendi ayağına düşürmesidir. Tecridin kalkması, ülkede ve bölgede barış kurulması, ekonomik krizin aşılması için bir ortamın doğmasının yolunu açacaktır.
Öcalan, sadece ülke için değil bölge için de önemli bir aktördür. Mandela’ya 2001’de kanser teşhisi konulduğunda bile faaliyetlerine ara vermedi, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde, Burundi’de ve diğer Afrika ülkelerinde barış müzakerelerinde yer aldı. Öcalan’ın hem fikri planda hem de pratikte Mandela’nın Afrika’da oynadığı rolün bir benzerinin Ortadoğu’da oynaması mümkündür. Mandela tarihi bir örnektir. Ama Öcalan, barış için aktüel bir aktördür. Bu bağlama oturtulduğunda, tecridin mantıksız bir uygulama olduğu görülecektir.