Leyla Güven’in tecride karşı açlık grevi direnişi sürüyor. Sevgili arkadaşımız ve milletvekilimiz Leyla Güven, ölüm tehlikesinin baş gösterdiği eşiği çoktan aştı. Çok sayıda Kürt siyasetçinin de katıldığı bu eylem tüm dünyada ses getirirken, Türkiye’de iktidar yangına körükle gidiyor. Muhalefet ise duymazlıktan, görmezlikten geliyor. Onlar yerel seçimin sınırlı ve Türkiye’deki sorunlara pansuman bile olmayacak günübirlik söylemleriyle meşgul.
Tabii, bunu diyorum ama seçimlerin önemini görmezden geldiğim sanılmasın. Kürt halkı HDP’nin de bildirgesinde ve sloganlarında ortaya koyduğu gibi yerel seçimler üzerinden özgür, demokratik, emekten yana, ekolojik bir gündelik hayat talep etmeyi sürdürecektir.
Ancak HDP seçim stratejisini açıkladığından beri sokakta da ilginç gelişmeler oluyor. Özellikle CHP’liler her zamankinden fazla bizlerle diyaloğa eğilimli. Sorular soruyorlar, cevaplarını alıyorlar, bizlerin soruları karşısında özeleştiri yapmak zorunda kalıyorlar ki bu iyi bir şey.
Fakat bir yandan da CHP’liler ve bazen de muhalefetteki diğer partilerin taraftarlarıyla anlaşmak öyle zor ki sokakta. Maalesef Türkiye’de genel siyaset son derece yüzeysel ve dar perspektifli.
Son zamanlarda diğer partilerin taraftarlarıyla iletişim kuramadığımız konulardan biri Leyla Güven’in şahsında somutlaşan direniş. CHP’liler bu seçimlere öylesine sınırlı bakıyor, talepleri öylesine az ki ürkekçe de olsa sık sık “şimdi zamanı mıydı?” diyorlar. İstiyorlar ki biz toplumun, halkların hayati ve temel taleplerini, Türkiye’ye barış ve demokrasiyi getirecek esas meseleleri bir yana koyalım ve yerel seçimlerin dar alanında onlarla kısa paslaşmalar yapalım.
Leyle Güven’in talebinin ve direniş amacının onlar için de hayati olduğunun farkında bile değil CHP’liler ve sokaktaki muhalifler. Leyla Güven, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevi yapıyor ve ölümü göze alıyor. Çünkü Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritle bütün Kürt halkı, bütün Kürt siyaseti, hatta onun üzerinden bütün Türkiye siyaseti tecride alınmaktadır.
Bu tecrit ve barışın önünün açılmaması sokaktaki insanın sofrasına da etki ediyor. Sona eren hayatlar anaların yüreğini yakarken, savaşın mali bilançosu halkların rızkına da el koyuyor. Cumhurbaşkanı geçenlerde açıkça söyledi, patlıcan, domates örneğinde olduğu gibi temel gıdalardaki fiyat artışını Efrîn’de atılan mermilere harcanan paraya bağladı. Böylece kendisi de bir ekonomik kriz olduğunu ve bunun sebebinin ısrar ettikleri savaş konsepti olduğunu kabul etti. HDP, seçim çalışmaları sırasında halka tecritle kendi hayatı arasındaki bu yakın ilişkiyi çok iyi anlatmalı.
İşte bu noktada bize toplumda, sokakta bir duyarlılık geliştirme, bir kamuoyu oluşturma görevi düşüyor. Sokakta olduğumuz saatlerde, yakın çevremizde birer kampanya görevlisi, birer yurttaş gazeteci gibi davranmalıyız. Her gün her fırsatta sokaktaki insana, iş arkadaşlarımıza, komşularımıza, esnafa açlık grevlerinin hedef ve anlamını, bu açlık grevlerinin kendileri için de ne kadar önemli olduğunu bıkmadan anlatmalıyız. Ekonomik kriz ile savaş arasındaki bağlantıyı, bunun tecritle ilişkisini ortaya koymalıyız. Bu seçim çalışmaları işte o zaman gerçek değerini kazanacaktır.