Arif MOSTARLI
“Saklı bir şey vardır her insanın içinde,
Biliyor musun arkadaş, ne olduğunu onun?
Dayanandır o, bir milyon yıldır darbelere
Ve sonuna dek de dayanacak olan.”
Çok uzak bir geçmişte değil, 38 yıl önce, İrlanda’nın Long Kesh Cezaevi’nin kötü şöhretli H-Blok hücrelerinde genç bir adam, küçücük bir kalemle yazmıştı bunları. Ne bulursa onun üzerine! Sigara kağıtları, tuvalet kağıtları, her yere! Şiirin adı: Zamanın Ritmi’ydi…
İngiliz Parlamentosu’nun bir milletvekiliydi o genç adam; daha doğrusu, açlık grevi sürerken, yaşamını yitirmeden yirmi beş gün önce seçilmişti: Bobby Sands… Savaşçı, siyasetçi, şair… Bugün bile İrlanda kentlerinin duvarlarını süslüyor onun resimleri. O günlerin pek ünlü başbakanı ise şimdilerde arada bir ‘Demir Leydi’ yakıştırmasıyla parlatılmak istense de, bir savaş suçlusundan başka hiçbir şey değil.
Oydu harlayan ateşleri, yokluğunda ateşin
Ve tutuşturdu aklını insanın,
Su vererek çeliğine kurşunlanmış yüreklerin,
Başladığı andan beri zamanın
Bobby Sands, 9 Mart 1954’te Kuzey İrlanda’da, Belfast’ın kuzeyindeki Newtownabbey bölgesinde doğdu. Çocukluğu kraliyet yanlılarının baskıları altında geçti ve sık sık ev değiştirmek zorunda kaldılar. Sonunda, Belfast’a taşınmak zorunda kaldılar. Böylece çok genç yaşlarda İrlanda Cumhuriyet Ordusu’na (IRA) katıldı. İlk tutuklanması da aynı döneme rasgeldi.
Bol bol okumakla geçirdiği 3 yılın ardından cezaevinden çıkar çıkmaz yeniden yurtsever mücadeleye katıldı. Artık işler daha sertleşmişti. Sands, 1976’da bir bombalı saldırı ile suçlanarak yeniden tutuklandı. Çatışmada kullanılan silahların onun arabasında çıktığı iddia ediliyordu. Bu kez, on dört yıl hapis cezasına çarptırılarak Long Kesh Cezaevi’ne gönderildi.
O her umut ışığında vardır,
Ne mesafe tanır, ne de sınır,
Doğmuştur kızılda ve karada ve beyazda,
Orada tüm ulusların içinde…
Bu arada, cezaevleri artık eskisi gibi değildi. Sömürgeciler, tutsakların 1972’de kazandıkları ‘siyasi tutuklu’ statüsüne göz dikmiş, dışarıda toplu tutuklamalara yönelirken, cezaevlerinde de “kriminalizasyon” politikasını başlatmıştı. “İrlanda’da politik suçlu yoktur” diye başlatılan uygulama, tek tip elbise dâhil birçok işkence biçimini gündeme getiriyordu. Sivil elbiselerine el koyulunca çıplak kalan tutsaklar bu kez battaniyelere sarınmaya başladılar ve ünlü ‘battaniye direnişi’ gündeme geldi. 1978’de, hücrelerindeki dışkı dolu kovaları boşaltmak için hücrelerinden dışarı çıkan mahkûmlara yönelik gerçekleştirilen bir dizi saldırının ardından işler iyice çığırından çıktı ve tutsaklar yıkanmak için kendi hücrelerini terk etmeyi reddedip dışkı ile hücrelerin duvarlarını kaplamaya başladı…
Yatar ölmüş kahramanların kalplerinde,
Haykırır tiranların gözlerinde,
Yetişmiştir yüksek doruklarına dağların,
Ve gelir oturmaya göklerin karşısında.
1980 Ekim ayında yapılan ilk açlık grevinde kısmi bir başarı sağlansa da hükümet sözünü tutmayınca, 1981 yılında sorunlar iyice ağırlaştı. Tutsaklar bir yandan bin bir türlü yoldan bütün dünyaya tecrit koşullarını anlatıp kamuoyu desteği sağlarken, diğer yandan da yeni eyleme hazırlanıyordu. Böylece 1 Mart 1981’de büyük açlık grevi başladı. Bütün dünyaya yayılan propaganda çalışması bütün hızıyla sürüyor, Afrika’dan Amerika’ya kadar birçok yerde destek eylemleri yapılıyordu. Ancak, Thatcher hükümeti, ‘taviz’ vermemekte kararlıydı. Eylem sırasında Sands’ın milletvekili seçilmesi bile, sömürgecilerin inadını kıramadı.
İlk önce, 66. günde Sands yaşamını yitirdi. Henüz 27 yaşındaydı. Cenazesine katılan 100 binden fazla insan saygı duruşuyla uğurlandı. Daha sonra, Francis Hughes, Raymond McCreesh, Patsy O’Hara, Joe McDonnell, Martin Hurson, Kevin Lynch, Kieran Doherty, Thomas McElwee ve Michael Devine peş peşe yaşamlarını yitirdiler.
Açlık grevi sona erdiğinde tutsaklar, her şeyden önce ahlaki bir zafer kazanmışlardı. Bütün dünya onların sesini duymuştu. İrlandalı tutsaklar siyasi statülerine tekrardan kavuşabildiler. Ama bundan da daha önemlisi, IRA ve Sinn Fein artık inkâr edilemeyecek bir güç ve itibara kavuşmuştu ki, bu güç, sonraki yıllarda sömürgecileri görüşmelere zorlayan en temel etken olacaktı.
Günlüğünün son sayfasına ‘Tiocfaidh ar la’ (Bizim de günümüz gelecek) yazmıştı Bobby Sands. Keşke kibirli sömürgecilerin burnunun sürtüldüğünü o da görebilseydi.
O aydınlatır, bu hapishane hücresini,
O çakar, şimşek gibi kudretini,
O, “yıldırılamaz düşünce”dir arkadaşım,
Ve o düşünce der ki: “Ben haklıyım!”