Mücahit Akgün
Dünya siyaseti açısından hareketli bir haftayı geride bıraktık. Üç önemli zirve gerçekleşti. Brüksel’de NATO Savunma Bakanları toplandı. Soçi’de Rusya, İran, Türkiye üçlüsü bir araya geldi. Bir diğer toplantı ise Polonya’nın ev sahipliğinde ABD, İsrail ve İngiltere’nin öncülük ettiği İran’ı çevreleme temalı Ortadoğu Konferansı oldu. Türkiye çeşitli düzeylerde üç toplantıya da katıldı. Konferansların hedef ve muhteviyatları ayrı olmakla birlikte tahmin edileceği üzere Türkiye’nin üç toplantıda da temel gündemi Kürtler oldu. Katılım düzeyine bakıldığında Soçi toplantısı Türkiye açısından en önemlisiydi. Soçi zirvesinde çıkan sonuç şu: Birincisi, Türkiye’nin Astana süreciyle verdiği sözleri bir an önce yerine getirmesi. Neydi bu söz? Erdoğan ‘katil’ dediği Esad’ı tanıyacak, Suriye topraklarından gerisin geriye çıkacaktı. Putin de Ruhani de bunu kameralar karşısında açık açık Erdoğan’ın yüzüne tebliğ etti. Erdoğan’ın bugün bunları yerine getirmeme gibi lüksü ve gücünün olmadığı için kendisine tebellüğ eden gerçekliği, “Bundan sonra geleceğimizi Adana mutabakatı çerçevesinde değerlendireceğiz” açıklamasıyla kabul ettiğini ifade etti.
Müdahale ihtimali kalktı
İkincisi, hiçbir ülkenin terörü bahane ederek Suriye topraklarında bir oldu bittiye girişmemesi uyarısıydı. Bu uyarının Türkiye’nin gerek güvenli bölge gerekse Adana mutabakatından bir mucize çıkararak Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik istediği tampon bölge uluşturma talebinin reddi olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok. Yani Türkiye’nin Suriye’ye girme değil çıkma zamanı olduğunun kibarca ihtarı oldu. Erdoğan, Adana mutabakatına atıf yapan sözleriyle bu tebligatın mahiyetini idrak ettiğini açıklamış oldu.
Toprak bütünlüğü meselesi
Üçüncüsü, İdlib konusuydu. Putin ve Ruhani’nin açıklamaları bu konuda karanın göründüğüne işaret etti. Erdoğan’ın her ne kadar, var olan statükoyu korumaya yönelik talepleri olsa da hem Putin hem Ruhani, burada bulunan Heyet Tahrir uş Şam (El Nusra) başta olmak üzere Türkiye’nin organize ettiği grupları terörist olarak gördüklerini ve varlıklarına daha fazla müsamaha göstermeyeceklerini olabilecek en net şekilde deklere ettiler. Erdoğan’ın ajandasında bulunan taleplerin hiç birisinin karşılanmadığını yapılan ortak basın açıklamasında anlamak mümkün. Suriye’nin toprak bütünlüğü noktasında mutabık kalma hususu Erdoğan açısından bir kazanım olarak yorumlanabilir. Zaten Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olmayan bir ülke de yok denklemin içinde. Ancak toprak bütünlüğünden bahsederken herkesin aynı şeyi söylediğini zannetmemek gerekir. Örneğin, Rusya federasyonla yönetilen bir ülke ama kendi olarak toprak bütünlüğünden asla şüphe etmiyor. Nitekim zirvenin Erdoğan açısından büyük sürprizi ise Ruhani’nin Kürtlere yönelik çıkışı oldu.
Varşova’nın etkisi
Ne dedi Ruhani? Kürtlerin Suriye’nin bir parçası olduğu ve Suriye’de yetki sahibi olmaları gerektiğini söyledi. Peki Ruhani durup dururken neden böyle bir çıkış yaptı. Türkiye ile İran’ın Kürtler konusunda paralel düşündüğü sır değil. Ruhani durup dururken imana gelmemişse burada başka bir neden aramak gerekir. Tamamıyla olmasa da acaba zirvenin yapıldığı Soçi’nin birkaç yüz kilometre batısına düşen Polonya’nın Varşova kentinde İran’ı Ortadoğu’da sınırlandırma temalı konferansın etkisi olabilir mi diye insan düşünmeden edemiyor. Kuşkusuz İran’ı çevrelemeye dönük İsrail, ABD, İngiltere ve Arap ülkelerinin bu konudaki çabalarını da akılda tutmakta fayda var. Yine İsrail-Rus ilişkilerinin düzeyi ve İran’ın Suriye’deki etkisinin giderek daha fazla iki ülkeyi rahatsız etmesi gibi.
Kürtlerle Şam sonuç alabilir
Özcesi ABD öncülüğünde yürütülen İran karşıtı kampanyanın Tahran’ı ciddi anlamda hem ekonomik hem de siyasi olarak zorladığı bir süreç yaşanıyor. Bunun önümüzdeki dönemde daha fazla şiddetlenmesi mümkün. Ortadoğu’da yaşanan kaostan korunmak için Kürdistan ve Kürtler, İran için sürekli bir tampon görevi gördü. Bunun tarihsel arka planı da hep böyle olageldi. Çevrelendiği hissine kapılan İran, böylesi bir denklemde Kürtlerle karşı karşıya gelmek istemiyor. İsteyeceği son şey Kürtlerle karşı karşıya gelmektir. Ruhani’nin Soçi’deki Kürt güzellemesi, Kürtleri kendisine karşı çevreleme hareketinin dışında tutmaktır. Rusya ile bu konuda yakın düşündüklerini de eklemek gerekir. İki güç de ABD ya da başka bir ülkenin Suriye’de olmasındansa Kürtlerin Şam ile asgari müştereklerde anlaşmasını ister. Bu durumda Kürtler ile Şam arasında duraksamalı olarak süren diyaloğun sıklaşması ve sonuç alma katsayısının artmasını beklemek mümkün. Kürtlerin zaten haklarının tanınması ve demokratik bir sistemin kurulması halinde Şam ile bir sorunlarının olmadığı biliniyor.
Türkiye’nin müdahale hevesi
Erdoğan, Kürtlere karşı ABD’den elde edemediği desteği almak için gittiği Soçi’de en yakın müttefiki Ruhani’yi de eskisi kadar heveskar bulmadı. Kürt düşmanlığı tam bir çıkmaz olarak Soçi’de Erdoğan’ın ayaklarına dolandı. Üstelik Kürt düşmanlığının Erdoğan’ın ayaklarına dolandığı tek yer Soçi de olmadı. Madalyonun diğer yüzü olan ABD ile ilişkilerde de Kürt düşmanlığı nedeniyle Erdoğan’ın istemediği haberler gelmekte. İlk olarak 5 Şubat’ta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD ile ‘güvenli bölge’ konusunu tartışmak için ABD’ye gitti. Tartışmalarda ciddi bir ilerlemenin sağlanmadığı taraflarca yarım ağızla ifade edildi. Ardından Washington’da 73 ülkenin dahil olduğu IŞİD Karşıtı Koalisyon paydaşları bir araya geldi. Konferansın sonuç bildirgesinde Irak ve Suriye’de DAİŞ ile mücadelenin sürdürülmesi ve Suriye’de askeri bir çözümün olmadığına atıfla Cenevre çağrısı yapıldı. Askeri müdahale isteyen tek ülkenin Türkiye olduğu bilindiğinden açıklamanın adresi belliydi. 13-14 Şubat tarihlerinde de Brüksel’de NATO Savunma Bakanları Toplantısı yapıldı. Savunma Bakanı Hulusi Akar bu toplantıda Türkiye’yi temsil etti.
‘Güvenli bölge’ isteği
Brüksel’deki toplantıyı Türkiye için önemli kılan güvenli bölge meselesiydi. Daha önce ABD basınında oluşturulacak olan güvenli bölgede Fransa, İngiltere ve Avusturalya’dan birliklerin konuşlandırılacağı yazıldı. Brüksel toplantısının hemen öncesinde ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan güvenli bölge konusunu NATO müttefikleriyle paylaştıklarını basına açıkladı. Bu konuda henüz net bir karar olmamakla birlikte ABD’nin bu plan üzerine çalıştığı biliniyor. Shanahan, toplantı sırasında Bakan Akar ile de bir görüşme gerçekleştirdi. Akar’ın görüşme sonrası yaptığı açıklamada güvenli bölge konusundan çok memnun olmadığını, “Güvenli bölgede sadece Türkiye olmalı” sözlerinden anlamak mümkün.
Kimse Türkiye’ye inanmıyor
Türkiye’nin dış politikada artık tek gündemi Kürt karşıtlığı. Herkesin bu politikaya tav olmasını ve taleplerini canhıraş savunmasını bekliyor. Bu olmayınca da Rusya ve ABD arasında mekik dokuyor, iki güç arasındaki dengeden faydalanmaya çalışıyor. Ancak ilişki düzeyini ve içeriğini giderek laçkalaştırdığı da gözden kaçmıyor. IŞİD, El Nusra ve bilimum terör örgütleriyle adının sık sık anılması yüzünden kimse ‘DSG teröristtir’ lafına da bir ehemmiyet biçmiyor. Kürt düşmanlığında gemi azıya aldıkça hem içerde hem dışarda yalpalıyor.
Savaşın maliyeti ağır oldu
Sözün özü Türkiye’nin Kürt inkarı ciddi anlamda tekliyor. S-400 ve Patriotlar denkleminde olduğu gibi ülke zenginliklerinin peşkeş çekilerek bu inkara eskisi gibi destek sağlanamıyor. Zaten savaşın bir sonucu olarak yaşanan ekonomik krizde peşkeş çekilecek çok az şey kaldı. Varsa yoksa jeostratejik konum. Onun da dünya lideri olmaya yetmediği aşikar. Erdoğan iktidarı bu konuda ciddi bir tecrit yaşıyor. İçeride de durum farklı değil. Kürt savaşının nelere mal olduğunu en son Erdoğan, “Ne biber, patlıcan, soğanı, bir merminin fiyatını biliyor musunuz” diyerek itiraf etti. Resmi ya da örtülü savaşa harcanan ve bu savaşın perde edildiği rant ülkeyi sarımsak soğana muhtaç duruma getirdi. Ülkeyi ciddi bir toplumsal kutuplaşma, karamsarlık, güvensizlik, adaletsizlik ve umutsuzluk girdabına soktu. Bir HDP’li vekilin yürümemesi için onlarca, yüzlerce polisin görevlendirilmesinin ciddi bir maliyetinin olduğu bilinmelidir. Bu maliyetin sadece ekonomik olmadığı her geçen gün daha iyi anlaşılıyor ve anlaşılacak. Gelinen aşamada Türkiye ya Kürt gerçekliğini kabul ederek akilane çözümlere dönecek ya da Kürt sorununun her geçen gün genişleyen hacmi ve etkisi karşısında bu girdabın içinde gark olacaktır. Alternatif çözüm yok değil ancak dünden çok daha uzak ve çetrefillidir. Gün geçtikçe Türkiye’nin aleyhine daha da girift hale gelmektedir.
DSM’nin diplomasi trafiği
Öte yandan Demokratik Suriye Meclisi (DSM) Eş Başkanı İlham Ehmed’in ABD’de bir hafta süren temasları Türkiye’nin Kürt’süz bir dünya politikasının işe yaramadığının diğer bir kanıtı. Trump başta olmak üzere birçok senatör, Temsilciler Meclisi üyesi, düşünce kuruluşu ve sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Kuşkusuz bunun politik anlamı önemli. ABD’nin Türkiye’nin Rojava Kürtlerine ilişkin argümanlarını ciddi bulmadığının kanıtı. Ehmed’e gösterilen ihtimam Kürt direnişinin Amerikan halkları ve kamuoyu nezdinde önemli bir sempati yarattığını gösteriyor. Hakeza Ehmed’in buradan Fransa’ya geçmesi benzer bir politik mahiyeti vardır. Ehmed’in diplomatik çabaları halkların desteğini daha somut kazanımlara çevirme ve Türkiye’nin olası bir saldırısına karşı direnç oluşturma yönünde etkileri olduğu muhakkak. Ehmed, ABD’den Fransa’ya uçarken aynı zamanda Tev-Dem Dış İlişkiler Sözcüsü Aldar Xelil de Avusturya’nın Başkenti Viyana’da temaslarda bulunuyordu. Aynı saatlerde Irak’ın BM Daimi Temsilcisi Hüseyin Mohammed Bahr El Uloom, Türkiye’nin Şeladıze protestosu ve öncesinde gerçekleştirdiği hava saldırılarına atıfla, Türkiye’yi işgalcilikle suçlarken, İngiltere Lordlar Kamarası’nda PKK Lideri Abdullah Öcalan’a ilişkin İngiltere İşçi Partisi üyeleri, İngiliz sendikalarının ev sahipliğinde konferans düzenliyordu.