PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin 20’inci yılında konuşan Hatip Dicle, Suriye’den çıkış sürecini, ABD’nin verdiği kararları ve günümüzdeki açlık grevi eylemlerini değerlendirdi. Öcalan’ın son görüşmede ‘Hepiniz tecrit altındasınız’ dediğini belirten Dicle, halka çağrıda bulundu.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasının ardından 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilişinin üzerinden 20 yıl geçti. 20 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan Öcalan, 27 Temmuz 2011’e kadar avukatları ile aralıklar ile görüştürülürken, bu tarihten sonra tek bir avukatıyla bile görüştürülmedi. 11 Eylül 2016’da ailesiyle görüştürüldükten sonra yaklaşık 2 buçuk yıl Öcalan’dan hiçbir haber alınmadı. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven ve cezaevlerinde bulunan 300’e yakın tutuklunun Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle girmiş olduğu açlık grevleri sonrası kardeşi Mehmet Öcalan son olarak 12 Ocak’ta kendisiyle 15 dakika görüşebildi.
Kürt siyasetçi Hatip Dicle, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin 20’nci yılını ve tecridi Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Yasin Kobulan’a değerlendirdi.
‘ABD PKK’yi istediği çizgiye getiremeyince tasfiye kararı aldı’
15 Şubat 1999’un Kürtler için kara bir gün olduğunu ifade eden Dicle, Öcalan’ın 20 yıl önce “uluslararası bir komplo” sonucu tutuklandığını söyledi. ABD’nin bu işi resmen üstlendiğini belirten Dicle, ABD’nin bunu yapmasındaki amacını ise şu sözlerle açıkladı: “1991 yılında ABD iki bloklu dünya sisteminin bitmesinin ardından Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek üzere Kuveyt krizinden sonra Irak-Saddam’a saldırdı. ABD’nin müttefiki ise KDP ve YNK’ydi. ABD onları, PKK ve Sayın Öcalan’ı kendi çizgilerine çekmek istiyordu. Öcalan da zaten bunu kendisi ‘1997’de aracılar vasıtasıyla CIA ve MOSSAD’dan bize teklif geldi. Bir anlamda ABD ve İsrail’in yedeklenmemiz isteniyordu. Biz bir özgürlük hareketiydik. Bunu kabul edemezdik’ sözleriyle açıkladı. 1997’de PKK’nin bu tavrından sonra ABD, İsrail, İngiltere, bir bakıma Batı Bloku PKK’yi hedefe koymaya başladı. En son 16-17 Eylül 1998 Washington Mutabakatı ile PKK’yi tasfiye etme kararı verildi. O mutabakatta ABD, Türkiye, KDP ve YNK vardı. Bu mutabakatın maddelerinden biri ise PKK’nin tasfiyesiydi. Çünkü PKK’yi kendi programlarına bir engel olarak görüyorlardı. Sayın Öcalan da o dönemde NATO’nun desteğinde Türkiye’nin Kara Kuvvetleri Komutanlığı Suriye’yi tehdit edince, 1998’de Suriye’den çıkmak zorunda kalmıştı.”
Suriye’den çıkış
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasına ilişkin “Önümde iki seçenek vardı. Ya Kandil’e gidip büyük bir savaşı göze alacaktım ki NATO’nun desteği ile Türkiye her türlü silahla oraya yüklenecekti ve binlerce gerilla da beni korumak için canlarını feda etmek zorunda kalacaktı. Bunun bir çıkış yolu olmadığını gördüm ve riskli olmasına rağmen Avrupa’ya çıkışı tercih ettim” sözlerini hatırlatan Dicle, “Dört aylık bir süre boyunca başta Yunanistan, Rusya ve bütün Avrupa devletleri uluslararası hukuku çiğneyerek Sayın Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da esir edilmesine kadar varan bir süreci yaşattılar” dedi.
‘Guantanamo’nun ilk denemesi’
Öcalan’ın “Beni İmralı’ya indirdiklerinde bir kadın siyasetçi, Avrupa Konseyi’ni temsilen oradaydı” sözlerini hatırlatan Dicle, “Bu, şunu gösteriyor aslında. İmralı Cezaevi sistemi Avrupa Konseyi ve bütün Avrupa devletleri tarafından birlikte tasarlandı. Neden bunu bu kadar rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Avrupa Konseyi Rusya’nın da ABD’nin de içerisinde yer aldığı, Türkiye’nin de kuruculuğunda yer aldığı bir ittifak sistemi. CPT ve AİHM de Avrupa Konseyi’nin bir parçasıdır. Burada bir İmralı sistemi yaratıldı. Guantanamo’nun ilk denemeleri orada yapıldı” diye belirtti.
ABD’ye karar değiştiren sahiplenme ve yeni paradigma
Öcalan’ın bütün bunlara rağmen tasfiye planlarını boşa çıkardığını aktaran Dicle, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Sayın Öcalan tasfiye planlarını boşa çıkardığı gibi, PKK’nin de tasfiye planlarını boşa çıkardı. Çünkü Washington Mutabakatının bir kararı da PKK’nin liderinin tasfiyesiydi. O dönemki ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemleri, halkın direnişleri, Kürt halkının olağanüstü sahiplenmesi ABD’ye Sayın Öcalan’ı fiziki olarak tasfiye edememesi kararını verdirdi. Ve ondan sonra da Sayın Öcalan İmralı sürecinde büyük bir siyasi hamle yaparak, hem PKK’nin stratejisini, hem de paradigmasını sorguladı ve bu hareketi dönüştürdü. Sayın Öcalan bugün esaret durumunda. O nedenle PKK’yi tasfiyeyi gerçekleştiremediler.
O amaçlarına ulaşamadılar, bilakis PKK daha çok güçlendi. Ortadoğu’nun temel dinamiği haline geldi. Ama Sayın Öcalan hala esaret altında, tecrit ve işkence sistemi altında. Bu nedenle Kürt halkına düşen, bütün dostlarına düşen Sayın Öcalan’ın bu tecridine son verdirmektir. Komplo yürürlükte. Komplonun tamamen tasfiye edilmesi Sayın Öcalan’ın özgür kalması ile mümkündür. Sayın Öcalan İmralı’da kaldığı sürece komplo hala devam ediyor anlamındadır. Son olarak ABD Türkiye’yi kazanmayı gerekçe yaparak üç PKK yöneticisi hakkında bir anlamda ‘vur’ emri çıkardı. Bu şunu gösteriyor. ABD Rojava’da hala bir müttefik pozisyonunda Kürtleri değerlendirse bile Türkiye’yi kaybetmemek adına, PKK’yi tasfiye edilmesi gereken bir hareket olarak değerlendirdiği bu konuda açığa çıkıyor.”
‘Halkımız açlık grevindekileri yalnız bırakmamalı’
Tecridin kaldırılması talebiyle Leyla Güven ve cezaevlerinde bulunan 300 tutuklunun başlatmış olduğu açlık grevi eyleminin tarihsel bir değer taşıdığının altını çizen Dicle, şunları ifade etti: “Halkımıza düşen görev onları yalnız bırakmamak ve aktif olarak devreye girmektir. Halk İran Devrimi’ni düşünsün. İran Devrimi sırasında halkın çok kitlesel ama basit bir eylem tarzı vardı. Örneğin, yatsı namazından sonra ‘herkes Allah-u Ekber diye bağırsın’ diyorlardı. Ve milyonlarca insanın yaşadığı Tahran bir süre sonra o saatlerde inlemeye başladı. Onun önünde ne Şah ne asker dayanabildi. Halkın gücü karşısında hiçbir şey dayanamaz. Onun için çeşitli eylem yöntemleri ile hatta en kitlesel ve barışçıl eylem hangisi ise onunla dahil olsa da olur. Bu tecridin kırılması için halkımız devreye girmelidir. Bu 300’e yakın arkadaşımız halkımızın büyük değerleridir. Bugün bütün dünya halkları bizi görüyor, izliyor. Kürt halkı 100 yıl boyunca çok büyük acılar çekti. Ama şimdi geldiğimiz noktada en ileri düzeydeyiz. Yüzyılın en ileri noktasındayız ve kazanabiliriz. Onun için halkımızın kesin olarak vicdan hareketi başlatarak bu gelişmelere seyirci kalmaması, başta Sayın Öcalan’ın tecridine karşı ve giderek onun özgürlüğüne kadar olağanüstü bir direniş göstermesi gerekir. Ve gün herkesin elinden ne geliyorsa onu yapması günüdür.”
Dicle, “Siyasetten az biraz anlayan biri şunu çok iyi bilir. Bu 20 yıl boyunca ne zaman Sayın Öcalan rahat konuşabilmişse Türkiye’de ve Ortadoğu’da bir barış havası esmiş ve demokratik havada adımlar atılmış. Tersine Sayın Öcalan’ın tecrit edildiği her dönem kan akmış, acılar yaşanmış. Bu bütün Türkiye halkları açısından böyledir. Sadece Kürt halkı açısından değil” dedi.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri “üçüncü dünya savaşı” olarak tanımlayan Dicle, “Kürdistan Ortadoğu’nun tam merkezi olarak, politik olarak da bütün gelişmelerin merkezinde çok önemli ve tarihi bir misyon içindedir. Bu nedenle Sayın Öcalan’ın özgürlüğü sadece Kürt halkının özgürlüğü anlamına gelmeyecek. Bugün özgür olması, bir tecrit altında olmadan özgürce fikirlerini söylemesi Türkiye’de, Kürdistan’da, Ortadoğu’da barışın ve demokrasinin gelişmesine hizmet edecektir. Bu nedenle önemlidir” diye konuştu.
Son görüşmede ‘Hepiniz tecrit altındasınız’ mesajı
Öcalan ile 11 Eylül 2016 ve 12 Ocak 2019 tarihli görüşmelerin bir direniş sonucu gerçekleştiğini dile getiren Dicle, şu değerlendirmede bulundu: “Gerek 11 Eylül 2016 görüşmesi, gerek son 12 Ocak görüşmesi bir direniş sonucunda yapılan görüşmelerdir. Ama burada devletin, özel savaş aygıtının amacı çözüm bulmak değildi. 2016 yılında ben de ülkedeydim. DTK olarak ortak bir karar aldık. 15 Temmuz sürecinden sonra haber alamadığımız Sayın Öcalan hakkında kesin bir bilgi alma ihtiyacı duyduk ve çok kısa bir zaman içerisinde bu görüşme yapıldı. O zamanki talepler sadece yaşayıp, yaşamadığını anlamaktı. Ama şimdi Leyla Güven, DTK Eş Başkanı olarak çok önemli bir süreç başlattı. Bu tecridin kırılması yönünde eylemin startını verdi. Önemli, tarihi eylemler, doğru kararlar verilmişse süreci kucaklayan, arkasında kitleleri takabilen bir eyleme dönüşebiliyor. Nitekim Leyla Güven’in açıklamasından sonra 300’e yakın yoldaş büyük bir direniş ve mücadele içerisinde. Bu devleti belli bir ölçüde ürküttü. 12 Ocak görüşmesi bu temelde gerçekleşti. Ama öyle görünüyor ki Sayın Öcalan onların tekliflerini bu anlamda kabul etmedi. Aldığımız bilgilere göre şu cümlesi bile yeterdir; ‘Ben sadece tecrit altında değilim, hepiniz tecrit altındasınız’ diyor. Doğru, faşist diktatörlük tüm toplumu, tüm sivil toplum örgütlerini, tüm demokrasi güçlerini tecrit altına almış. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın verdiği mesaj, ‘önce siz tecridinizi kırın. Siz tecridinizi kırdığınız zaman ben de özgürleşirim’ olmuştur.”
‘En pasif eylem tarzı bile kitleselleşirse…’
Öcalan üzerindeki tecridin kalkması ve özgürlüğünün kazanılması için Leyla Güven ve cezaevleri ile birçok yerde başlayan açlık grevi eylemlerinin öneminden söz eden Dicle, 28 Mart 2006 ve 6-8 Ekim 2014 eylemlerini hatırlatarak, sözlerini şöyle tamamladı: “Leyla ve arkadaşlarının sürdürdüğü bu direniş bayrağını halkın da kavraması ve halkımızın 2006’daki, 2014’teki gibi tarihi bir çıkışla bu sürece öncülük etmesi gerekiyor. Başka yolu yok bunun. Şundan halkımız emin olmalıdır. Onun evlatları çıktıkları bu yoldan geri dönmeyeceklerdir, bedeli ne olursa olsun. Ama bunun bedelinin az olması ve kesin bir başarıya gitmesi için halkımızın devreye girmesi gerekir. Faşizm koşullarında 2006, 2014 yıllarındaki gibi bir direniş gerçekleştirme koşulu yoktur denilebilir. Ama en pasif eylem tarzı bile kitleselleşirse, Amed, Van, Batman gibi yerlerde halkın sadece çığlığı bile onları korkutmaya yeter, geri adım atmaya yeterdir. Biz halkımıza ne yapacağını söyleyemeyiz. 40 yıldır evlatlarını şehit veren, bedeller ödemiş, politik öngörüsü yüksek olan halkımızın sadece bu dönemde mutlaka devrede olmasını söylüyoruz. Yoksa eylem biçimlerini onlar daha kolay saptayabilirler. Karar yine onlarındır ama halkımızdan bunu beklediğimizi açık söylemeliyiz.”