Uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirilen PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın esareti 20 yılını tamamlamak üzere. Normal koşullarda yan yana görünmekten bile rahatsızlık duyan birçok gücü yan yana getiren bu komplonun şu an bulunduğu aşamayı ve günümüzde nasıl sürdüğünü değerlendirme ihtiyacı vardır. Özellikle Sayın Öcalan’ın esareti ile başlayan kapitalist modernite müdahaleciliği gerçekleştirilen komplo ile sadece Kürt halkını değil, bölgede yaşayan ve demokratik yaşamın mücadelesini veren tüm halkları hedeflemiştir. Özellikle bugün de Ortadoğu’nun aynı kapitalist modernitenin müdahalesine sahne olduğu düşünüldüğünde aslında komplonun hangi düzeyde olduğunu değerlendirmenin önemi gün gibi ortadadır.
İmralı’da sürdürülen ağırlaştırılmış tecride karşı gelişen direnişi boşa çıkarmak amacıyla, 12 Ocak 2019 tarihinde Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan görüş yaptırılmak üzere adaya götürüldü. Yaptırılacak olan görüşme ile aslında tecrit olmadığı algısını yaratmak isteyen devlete Sayın Öcalan’ın cevabı kısa ve net olmuştur. Özellikle basına yansıdığı kadarıyla bu görüşmede Sayın Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan’a “Tecrit altında olan yalnızca ben değilim, tüm toplum tecrit altındadır” demiştir. Uluslararası komplonun ilk gerçekleşme sürecinde Sayın Öcalan’ın esaretiyle birlikte demokratik mücadelenin sonlanacağı, Kürt halkının özgürlük duruşunun tasfiye olacağı ve bir daha dirilememecesine mezara gömüleceği hesabı yapıldı. Komplo umulduğu gibi sonuçlanmayınca zamana yayılmış zehirleme yöntemi gibi birçok yönteme de başvurarak Öcalan’ın etkisini ve toplumsal mücadeledeki rolü bitirilmeye çalışılmıştır.
Bugün özellikle AKP-MHP rejiminin geliştirdiği Kürt inkarı, demokrasi ve özgürlük düşmanlığı İmralı’daki gelişmelerde açıkça görülmektedir. Artık İmralı’yla sınırlı kalan bir tecrit yoktur. İmralı’da başlayıp, Türkiye’ye yayılan bir tecrit vardır. Çeşitli yöntemlerle ve hilelerle toplumu aldatabileceğini düşünen Erdoğan rejimi, uzunca bir süre açılım ve demokratikleşme adı altında komployu daha ince ve maskeli yürütmeye çalıştı. Bu siyaseti karşısında demokratik mücadelenin kitleselleştiğini gördüğünde ise İmralı ile sınırladığı ağırlaştırılmış mutlak tecridi topluma yayarak cevap vermek istedi. Bu durum 20 yıl önce uluslararası bir suç ortaklığı ile başlayan komplonun en tehlikeli aşamasına gelindiğini göstermektedir. Bu tehlikenin ciddiyetinden dolayı Sayın Öcalan, kardeşi üzerinden toplumu ve demokratik güçleri uyarma ihtiyacı duymuştur.
İmralılaştırılan Türkiye, bu saldırı ile tecrit ve izolasyon altında tutulmak, sessizleştirilipher şeye biat eder hale getirilmek isteniyor. Toplum, içine çekildiği bu tecrit kıskacında nefessiz bırakılıp teslim alınmak isteniyor. Üstelik bu sadece Türkiye’de geliştirilen politikalarla değil, bölgede devreye sokulan savaş ve işgal politikalarıyla da sürdürülüyor. Özellikle Rojava’ya müdahale tartışmaları sürerken, Rusya’nın Türkiye devletinin gündemine Adana Mutabakatı’nı getirmesi, tıpkı 20 yıl önce Sayın Öcalan’ın esaretiyle sonuçlanan planların tekrarlandığını, yine Kürtler üzerinden bölgedeki hesapların görülmeye çalışıldığını gösteriyor. Komployu 20 yıl önce geliştiren güçler aynı iştahla bir kez daha anlaşma tazelemek, Kürt varlığını Erdoğan rejiminin hedefi haline getirip, rant elde etmek ve palazlanmak istiyor.
Uluslararası komplonun güncelleştirilmeye çalışıldığı 20. yılda Kürtler de komplo karşısındaki demokratik direniş tutumlarını güncelleştiriyor. Özellikle “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim” hamlesi, salt Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne odaklanmış bir hamle değildir. Tıpkı Öcalan’ın da dediği gibi, şahsında geliştirilen topluma yönelik tecridi kırma hamlesidir. Bu yönüyle komplonun ilk olarak gerçekleştirildiği süreçte olduğu gibi, Sayın Öcalan şahsında toplumu, özgürlüğü ve demokrasiyi savunma hamlesidir. Halkların güncelleştirilerek sürdürmeyi amaçladığı komploya cevabı bu olmuştur.
15 Şubat komplosu gerçekleştiğinde etkisi nasıl ki Kürt halkıyla sınırlı kalmadı, bugün de güncelleştirilmesi amaçlanan komplo da Kürt halkıyla sınırlı kalmayacaktır. Gerçekleştikten sonra başta Afganistan ve Irak işgali olmak üzere, birçok müdahale geliştiyse, bugün de içinden çıkılamaz bir hal alan Ortadoğu savaşlarında halklar lehine değil, egemen ve sömürgeci kapitalist modernite güçleri lehine bir sonuç yaratılmak istenecektir. Bundan dolayı tehdit altında olan Kürt halkı ve bölge halklarıdır. Yeni savaşların ve işgallerin önünü açmayı hedefleyen bu cinnet haline son vermek ise demokratik ve özgür yaşamı kurtarma ve örgütleme anlayışına girmekle mümkündür. Bunun da ilk şartı açlık grevi direnişçilerinin sıkı sıkıya sarıldıkları amaçtır; yani Öcalan’ın özgürlüğüdür. Bu yönüyle direnişçiler toplumun içine alındığı büyük tecridi kırmayı hedeflemektedirler. Tecride karşı böyle bir yanıt geliştirmek yeni bir komplonun daha gelişmesinin önüne kesmekle kalmayıp, halkların demokratik ve özgür yaşam mücadelesinde de yeni bir aşamayı ifade edecektir. O nedenle her zamankinden daha fazla tecride karşı mücadele yükseltilmelidir.