PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle DBP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel, Kandıra Cezaevi’nde 25 gündür açlık grevinde. Tecridin Öcalan şahsında tüm topluma uygulandığını belirten Tuncel, “Tecrit, işkencedir, zulümdür, baskıdır, savaş ve çatışma siyasetidir. Buna ‘Hayır’ diyen herkes, Leyla Güven arkadaşımızın başlatmış olduğu direniş şölenine katılarak, özgürlük halayını büyütmelidir” dedi.
Yasin Kobulan/İstanbul/MA
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Leyla Güven’in İmralı tecridine karşı başlattığı açlık grevi, 93’üncü gününde. Güven’in ardından 16 Aralık’tan itibaren onlarca cezaevinde kalan aralarında siyasetçiler, gazetecilerin de olduğu 300’e yakın tutuklu periyodik olarak eyleme başladı. Açlık grevine başlayan bu isimlerden biri ise, Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel.
15 Ocak’tan bu yana açlık grevinde bulunan Tuncel, uygulanan tecrit, süren açlık grevleri ve yerel seçimlere dair Mezopotamya Ajansı’ın sorularını yanıtladı.
Öncelikle sağlık durumunuz hakkında bilgi verir misiniz?
Şimdilik sağlık durumunda herhangi bir sorun yok.
Girdiğiniz açlık grevi ile birlikte cezaevindeki günlük rutininiz değişmiştir. Bir gününüzü anlatır mısınız?
Açlık grevi nedeniyle günlük yaşam disiplini doğal olarak değişiyor. Daha disiplinli ve örgütlü bir planlamaya göre, hareket etme durumu yaşanıyor. Bu durum sadece bana değil, birlikte kaldığımız Figen ve Burcu arkadaşlar da bu yeni duruma göre kendini planladı. Günlük gelişmeleri takip ederek üzerinde tartışıyoruz, ki son 10-15 gündür gazeteler verilmediği için daha çok televizyondan izlediğimiz haberlerle siyasal, ekonomik, ekolojik, toplumsal gelişmeleri neden ve sonuçları, olası gelişmeler üzerinde tartışıyoruz. Ortak veya bireysel okumalarla da günü daha verimli geçirmeye çalışıyoruz.
DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in 8 Kasım’da başlattığı açlık grevi eylemi 3 ayı geride bıraktı. Güven’in öncülüğünü yaptığı bu eylem, nasıl bir itiraz taşıyor?
Leyla Güven, DTK Eşbaşkanı ve Hakkari milletvekilli olarak sürece müdahale etmiştir. Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye halklarına dayatılan zulüm politikalarına, faşizan saldırılara karşı nasıl bir tutum içinde olunması gerektiğini 8 Kasım’da başlatmış olduğu süresiz-dönüşümsüz açlık grevi ile göstermiştir. Bu süreçten çıkış ancak faşizme karşı direnişle mümkündür. Kendi gündemimiz etrafında örgütlenmek ve mücadele etmektir. Özgürlük sorunu, sadece Kürt halkının değil tüm Türkiye halklarının sorunudur. Özgürlüğü sağlamanın yolu da özgürlük talebi etrafında örgütlenmek, mücadele etmek ve direnmekten geçer. Sevgili Leyla Güven arkadaşımızın başlatmış olduğu süreçte böyle bir süreçtir. Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan işkence sistemine dönüşen tecrit, bugün Türkiye’nin içine girdiği siyasal, ekonomik, toplumsal sorunların asıl nedenidir. Tecrit, Sayın Öcalan şahsında tüm topluma uygulanmaktadır. Tecrit politikasının sonlandırılması demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesi için yeni bir yol açacaktır. Tecrit, işkencedir, zordur zulümdür, baskıdır, savaş ve çatışma siyasetidir. Buna ‘Hayır’ diyen herkes, Leyla Güven arkadaşımızın başlatmış olduğu direniş şölenine katılarak, özgürlük halayını büyütmelidir. Zindanlardan, Hewler’e, Strasburg’dan Galler’e, Kanada’dan Şengal’e ve Mahmur’a kadar yayılan bu süreç mutlaka başarıya ulaşacaktır.
12 Eylül’de, Diyarbakır Cezaevi’nde kalan Kemal Pir’lerden günümüze cezaevlerinde birçok defa ölüm oruçları, açlık grevleri yaşandı. Kürtler için cezaevleri ve cezaevlerindeki bu direnişler ne anlam ifade ediyor?
Direnişin her biçimi insanı güzelleştirir. Halkımıza, kadınlara dayatılan zulme, köleliğe, savaşa karşı direnmek, neoliberal kapitalist düzenin emek sömürüsüne karşı direnmek, doğanın talanına karşı direnmek, insanlığa dayatılan tüm kötülüklere karşı direnmek güzelleştirir hayatı. Direniş; faşizme, zalime geçit vermez. Direniş insan onurunu korumanın özgür, eşit ve onurlu bir hayatı savunmanın adıdır.
Kürt halkı yaşamın her alanında, en güzel örneklerini vermiştir. Mazlum Doğan’ın Amed zindanında dile getirdiği; ‘Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ sözü, Kürtler açısından tarihin her döneminde deneyimlenerek kanıtlanmıştır. Direnişin tek bir yönü yoktur elbette. Ancak bedenini ölüme yatırması, özgürlük ısrarını ‘Yaşamı uğruna ölecek kadar seven’ bir geleneğin ifadesidir. Zindanlarda direnişin anlamı daha da derindir. Sistemin denetiminde, sisteme karşı güçlü bir iradenin neler yapabileceğini gösterir. Direniş, onuru ve özgür bir yaşam için, kadınların ve halkların eşit, özgür yaşaması için, bir gelecek için inancı ve iradeyi güçlendirir.
Açlık grevlerine dair dışarda da kimi destek eylemleri sözkonusu. Bu eylemlere dair bakışınız ve önerileriniz nedir?
Dışardaki destek ve dayanışma eylemleri oldukça önemli ve anlamlı. Zindandaki eylemlerin kamusal alanda görünürlüğü ve bilinmesini sağlamak açısından özellikle medyanın tek tipleştiği ve iktidarın propaganda aracı haline geldiği bir yerde, eylemcilerin sesini duyurmak için bir efor sarf etmek gerekiyor ne yazık ki. Ancak dışardaki eylem ve etkinliklerin nitelik değiştirmesi gerekiyor. Daha doğrusu sadece destek için yapılan eylemlerden çok asıl amaç için Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit ve izolasyonun son bulması, toplumsal barış, Kürt sorunun demokratik, özgürlükçü, barışçıl çözümü için, Sayın Öcalan’ın özgürlük koşullarının sağlanması talebenin de daha güçlü geliştirilmesi gerekiyor.
Faşizm koşullarında, sürekli bir OHAL rejimi altında, sokağa çıkmak, ses çıkarmanın zorluklarının farkındayız. Şunu da çok iyi biliyoruz ki, faşizm en çok ışıktan ve sesten korkar. O nedenle bu süreçte nicelikten çok, nitelik önemli. Faşizme karşı dayanışmayı büyütmek, zulme karşı ses vermek önemlidir. Bunun tek bir biçimi olmaz. Dışarda olanaklar daha çok ve döneme göre çeşitli eylem tarzları geliştirilebilir.
Örgütlü kurum ve yapıların, siyasi partilerin bu süreçte öncü olması beklenendir. Ancak bazen bireyler de, halkın kendisi de kurumlara, siyasi partilere nerede ve nasıl durması gerektiğini gösterir. Esas olan direniş ve mücadeledir. Halkımızın özlemini duyduğu eşit, özgür, sınıfsız, sömürüsüz, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir hayatı örmektir. Toplumun özgürlük ihtiyaçlarına göre kendini örgütlemeyen, öncülük görevini yerine getirmeyen kurumlar, partiler aşılır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Önemli olan dönemin karakterini iyi analiz etmektir. Toplumsal-siyasal, ekonomik sorunlara açık çözümler üretecek politikalar hızla hayata geçirmek, direnişi hayata geçirmek, topluma yeni bir alternatif sunmaktır. Bugün AKP-MHP faşizminin iktidarda olması bu faşist bloğun gücünden değil, muhalefetin demokrasi ve özgürlük güçlerinin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Ancak bu zayıflık giderilebilir. Toplumda güçlü bir özgürlük, demokrasi ve barış talebi var. Önemli olan bu talepleri örgütlemek ve öncü parti olarak gerektiğinde riskler alarak, sürece zamanında ve yerinde müdahale ederek toplumun dikkatini çekebilecek politikalar geliştirmektir.
Devlet, açlık grevi sonucunda 12 Ocak’ta kardeşi Mehmet Öcalan’ın PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmesine izin verdi, ancak tecrit sürdü. Bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
2,5 yıl aradan sonra Sayın Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme elbette ki önemli, ancak bu görüşme tecridin aşıldığı anlamına gelmez. Aksine tecrit ve izolasyon politikalarının siyasi iktidarca yürütüldüğünün, bu sürecin bütün sorumluluğunun AKP-Saray iktidarında olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Görüşmenin eylemi kırmak amaçlı olduğu 12 Ocak’tan bugüne geçen süreçte de açığa çıkmıştır. Leyla Güven arkadaşımızın başlattığı ve tüm cezaevlerine yayılan, gerek süresiz, gerekse de dönüşümlü açlık grevleri ile Hewler, Strasbourg, Galler, Kanada, Mahmur, Şengal, Süleymaniye ve daha birçok yerde destek eylemleri ile büyüyerek devam eden eylemliliğin talebi çok nettir. Tecrit ve izolasyon politikalarına son verilerek, Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlük koşullarının sağlanmasıdır. Ayaküstü yapılan bir görüşme, bu talepleri karşılamaktan çok uzaktır. Talepler karşılana kadar da bu eylemlilikler sürecektir.
Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılması ve özgürlük koşullarının sağlanması durumunda Türkiye ve Ortadoğu için ne değişecek?
Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesi, Ortadoğu halklarının barış içinde güvenli bir gelecekte, eşit ve özgür yaşamasında Sayın Abdullah Öcalan’ın çok önemli bir rolü vardır. Gerek savunmalarında ortaya koyduğu toplumsal-siyasal çözümlemeler, analizler ve önermeleri ile, gerekse de 2013-2015 sürecinde olduğu gibi direkt sürecin içinde olmalı. Toplumsal ve siyasal sorunların çözümü için verdiği emek, çaba kendisinin süreçteki rolünün tartışılmaz olduğunu göstermiştir. Diyalog ve müzakere sürecinin sonlandırılmasının Türkiye’yi nasıl bir ekonomik, siyasi kriz ve kaosun içine girdiğini hep birlikte yaşıyoruz. Sayın Öcalan’ın gerek Türkiye, gerekse Ortadoğu’ya ilişkin öngörüleri doğrulanıyor. Sayın Öcalan’ın sesini Kürt halkı başta olmak üzere Ortadoğu halklarına, dünya halklarına ulaşması kördüğüm haline gelmiş olan sorunların çözümü açısından da oldukça önemli. O nedenle tecrit politikası tüm Ortadoğu’nun geleceğini etkilemektedir. Tecrit politikasına karşı çıkmak, özgür bir gelecek ve barışı savunan herkesin sorumluluğu diye düşünüyorum.
21 yıldır ağır tecrit ve izolasyon politikasına rağmen halkların kardeşliği, eşitliği, özgürlüğü ve barışı için emek harcayan 2013 Amed Newrozu’nda milyonların şahitliğinde özgür, demokratik ve barış içinde bir gelecek için kapı aralamaya çalışan Sayın Öcalan’ın bu çabalarına verilecek en anlamlı cevap, tecrit ve izolasyon politikalarına ‘Hayır’ diyerek, yaşamın her alanında, demokrasi, barış ve özgürlüğü savunmaktır.
Tecridi kırmak, savaş zincirini kırmaktır. Yeni bir yaşama şans vermektir.
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere dair neler söylemek istersiniz?
31 Mart 2019 yerel seçimleri, Türkiye siyasetinin geleceğini şekillendirecektir. AKP-Saray iktidarı, 16 Nisan referandumu ile başlayan faşizmin kurumsallaşma sürecini 31 Mart seçimleri ile tamamlamak istiyor. O nedenle seçimin niteliği ve sandıkta çıkacak sonucun anlamı değişmiştir.
Kürt halkı açısından 31 Mart seçimleri Kürt düşmanı, Kürt halkının tüm kazanımlarını gasp eden zihniyetle hesaplaşma, dil, kimlik, kültürünü, kendi kaderini savunma anlamına gelmektedir. Bu seçim aynı zamanda yüzleşme, hesaplaşma süreci olacaktır. Siyasi soykırım operasyonlarına, savaş politikalarına, OHAL uygulamalarına sandıkta cevap vermek demokrasi mücadelesi açısından da önemli sonuçlar açığa çıkaracaktır. Faşizmi geriletmek, faşizme karşı yaşamın her alanında mücadele etmek, demokrasi ve özgürlüklere alan açmak, dönemin en acil görevlerindendir. O nedenle hem içerde hem de dışarıda direnişi yükseltmek, faşizme karşı en geniş demokrasi ve özgürlük cephesi ile yüz yüze gelmek, dayanışmayı büyütmek, örgütlü gücü açığa çıkarmak bizi başarıya ulaştıracaktır. Kazanacağımıza olan inançla tüm yoldaşlara, dostlara, demokrasi ve özgürlüklerden yana olan herkese başarı dileklerimi sunarım.
Son olarak kamuoyuna bir mesajınız var mı?
‘Berxwedan jiyane’ sözü sanırım bu dönemi en iyi anlatan söz. Faşizme, zalime, kapitalist patriyarkal düzene karşı direniş, özlemini duyduğumuz özgür, eşit, demokratik, ekolojik bir yaşam kurmak için büyük bir güç ve moral veriyor. Başka bir yaşam mümkün diyen herkesi, özgürlük halayına davet ediyoruz. Olacaksa yaşam, özgür olmalı. Özgür yaşamı kurmak içinde direnişi büyütme ve hayatın her alanında örgütlülüğü sağlama sorumluluğu bizlerin omuzunda.