Özellikle 1946’da kısmen, 1950’de tamamen sona eren tek partili yaşamla birlikte nüfusun %60’dan fazlası köyde yaşayan Türkiye’de, insanlarda şehre karşı bir ilgi doğmaya başlasa da 60’lı yıllara kadar yerleşmek amacıyla gidenler pek azdı.
O tarihlere kadar Alevilerin hemen hemen tamamı, Türklerin ise Türkiye ortalamasının çok üstünde olan kısmı köylerde oturup tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır.
1960’lardan itibaren iş, tahsil ve benzeri nedenlerle yavaş yavaş insanlar köyden şehre inmeye başladılar ve başta küçük esnaflık olmak üzere çeşitli alanlarda iş sahibi oldular. O zamana kadar köyde yetiştirdiği ürünlerini şehre getirip “gaz-tuz” ve “pılı-pırtı” diye nitelendirdiklerini ihtiyaçlarını gidermekte olan bu “müşteri” kesiminden bir kısmı şehirlilerle aynı işleri yapmaya başladılar.
Bu yeni esnaf takımının yerleşik düzenin tersine kendi köyleri ve çevresinden gelen “müşteri”lerin önemli bir kısmını kapmasının yol açtığı hoşnutsuzluk ve bundan kaynaklanan provokasyonlar yer yer özellikle alevilere karşı olaylar çıkmasına neden oldu.
1966’da Muğla’nın Köyceğiz ilçesine bağlı Ortaca beldesinde Alevi esnafa karşı başlayan olaylar önemli yıkıma neden oldu, birçok iş yeri tahrip edildi. Olaylarda ölen ve yaralananlar oldu.
Bunu 1967 yılında Elbistan’da üç kişinin ölümü ve yirmiyi aşkın otel, eczane, manifatura dükkanı gibi iş yerinin yakılıp tahrip edilmesi izledi.
Bu olaylardan sonra Türkiye’de toplumsal bölünme ibresi zaman zaman yavaşlasa da özellikle ırkçı ve milliyetçi iktidarlar ile darbe dönemlerinde hızla yükselmeye başladı.
Maraş, Malatya, Çorum, Sivas olayları ile yüzlerce Alevi ve Kürt yurttaşımı, aydınlarımız katledildi. Faili meçhul cinayetler işlenmeye başlandı ve 12 Eylül faşist darbesine gelindi.
İşte bu tarihten sonra, devletin ırkçı politikaları kapsamında ve “terörle mücadele” kılıfı altında 4000 civarında köyün yakılıp yıkılması sonucunda şehre akın başladı.
Eskinin aksine, bu sefer göçün hedefi büyük şehirlerdi. Başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir, Mersin, Diyarbakır gibi kentlerde “varoş”lar dolmaya, sağlıksız ve altyapısız gecekondu mahalleleri oluşmaya başladı.
Bu hareketlenmeler sonucunda Anadolu’nun boşaltılan köyleriyle büyükşehirlerde farklı etkilenmeler görüldü.
Andaolu’nun birçok yerindeki, Kürt, Türk, Alevi, Sünni köylerinin boşalması sonucunda tarım büyük zarar gördü; 1960’larda elli beş altmış milyon civarında olan küçük baş hayvan sayısı, nüfusun üç kat artmasına rağmen yirmili milyonlara düştü; et ithal etmeye başladık.
Tarım alanları boş kaldı; bir zamanlar kendine yeterli yedi ülkeden biri olan Türkiye, buğday ve saman ithal etmeye başladı.
Şaraba getirilen ağır vergiler nedeniyle bağcılık alanı büyük zarar gördü. Denizlerin ve akarsuların kötü kullanılmasının yol açtığı kirlilik balıkçılığı vurdu.
Boşalan köylerde öğrenci kalmaması sonucu okullar kapandı, taşımalı eğitim başladı, 15-20 köyün öğrencileri bir köyde toplanarak sözde eğitim verilmeye başlandı.
Büyükşehirlerde durum bundan da iyi değildi. Sağlıksız, altyapısız varoşlarda, işsizliğin de tetiklemesiyle, suçlar artmaya, uyuşturucu kullanımı artmaya başladı.
4+4+4 gibi çağ dışı gibi bir sistem ve İmam Hatip Liselerine öğrenci yetiştirmek amacıyla çağın gerisinde bir eğitim sistemi ile geleceğimiz karartılmaktadır.
Küçük bir bölümünü burada özetlediğimiz, başta Göç-Der olmak üzere çeşitli kurumların yaptığı araştırmaların ortaya koyduğu göç sorunlarının en çok etkilediği kesim ise Kürt ve Alevilerdir.
Elli yıl kadar önce nüfuslarının yarıya yakını veya fazlası Alevi olan Erzincan, Sivas, Malatya, Maraş, Tokat, Amasya, Çorum ve benzeri bir çok ilde bu oran %10’ların altına bile inmiştir. Günümüzde bu kentlerden göz edenlerin büyük şehirlerdeki nüfusları, kendi illerinin bir kaç katıdır.
Bunların önemli bir kesimi de başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın her tarafına dağılmışlardır. Yalnız Paris’te yaşayan Pazarcıklıların nüfusu Pazarcık’tan fazladır.
Özellikle, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kürt illerindeki yakıp yıkma ve bombalamalar sonucu yerle bir edilip zorla boşaltılan kentlerdeki halk, Diyarbakır, Batman, Urfa, Antep gibi büyük kentlere sığınmak zorunda kalmıştır.
İktidar bloku bu sorunların çözümü yolunda adım atacağına, içte ve dışta ötekileştirdiği insanlara karşı daha ağır baskılar uygulamaktadır. Sözüm ona terörle mücadele adına hem yurt içinde hem yurt dışında büyük toplumsal yaralara yol açan bir politika gütmektedir.
Umarız 24 Haziran bu sorunlara bir çözüm kapısı açar.