Sabiha Temizkan
Bir insanın annesiyle söyleşi yapması zordur sanırım, hele de anneniz 87 gündür açlık grevindeyse. Sizin hiç anneniz açlık grevinde oldu mu? Genelde evlatlar yatırır bedenini açlığa ve analar döker gözyaşlarını. Ama benimki gibi bir anneniz varsa durum biraz farklı olabilir. Nasıl mı? “Ben sadece kendi çocuklarımı düşünemezdim çünkü Cizre’de kızı Cemile’nin cansız bedenini günlerce buzdolabında saklamak zorunda kalan bir anneyi tanıdım” diyen, herkesin derdini kendine dert edinen bir anne. Evet, Leyla Güven’den bahsediyorum, annem. Annemi açlık grevinin ilk gününden beri anlatmaya çalıştım ama o iradesiyle zaten kendisini çoktan anlatmıştı. Şimdi gazeteci olarak bu kez ben ona sordum, “Bir anne olarak bu kararı almakta zorlanmadın mı?” diye. Hayatımın en zor söyleşisi oldu.
Bu eylemi sen başlattın ve seninle sembolleşti. Ardından tüm cezaevlerine yayıldı. Ama tahliye edilmenin ardından eylemin de sona ermiş gibi bir algı oluştu. Bir sessizlik mi oldu? Bu konuda ne demek istersin?
Aslında eylemimin karanlıkta bir çığlık olduğunu düşündüm. ‘Sesimi kim duyabilir ki?’ diye geçirdim içimden. ‘Dışarıdaki kurumlara, oluşumlara sesimi duyurabilecek miyim? Sesim uluslararası alana taşınabilecek mi?’ diye düşündüm durdum. Ben ismimin ön plana çıkmasını değil, tecridin öne çıkmasını istedim. Bu insanlık suçunun kaldırılmasını istedim. Tahliye edilip dışarı çıktığımda bu sesin duyulduğunu gördüm. Bu da beni mutlu etti.
Tutukluluğunun 7 ayını milletvekili olarak hapiste geçirdin. Hukuken değişen bir şey olmadı. Tahliye edilmeni nasıl karşıladın?
Bu ülkede sesimizin duyulmaması için her şey yapılıyor. Hapiste süren bir açlık grevinin yankısı daha büyük oluyor. İşte devlet tam da bunu kırmaya çalıştı. Belki de benim eylemi bırakmamı istediler. Tabi ki bu Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını ispatlayan bir durum. Bu ülkede yaşanmış acıların damıtılmış hali olan Barış Anneleri ve Cumartesi Anneleri, nöbetleşerek “Sana yardım etmek, sana bakmak istiyoruz” diyorlarsa bu eylem amacına ulaşmıştır.
İnsanlar sana destek olmak için evinin önüne geliyorlar ve polis TOMA’larla ve zırhlı araçlarla evin etrafını ablukaya alıyor, müdahale ediyor. Sence bunu neden yapıyorlar?
Halkımızın seçtiğine, yöneticilerine ve değerlerine çok ciddi bir saygısı var. İşte devlet bundan ciddi şekilde ürkmüştür. Bu destek eylemleri kitleselleşir mi diye kaygı duyuyorlar. Bu kaygıdan dolayı beni cezaevinden adeta kaçırarak çıkardılar. İşte o zaman beni halktan ve kapıda bekleyenlerden kaçırmak istediklerini anladım. Her akşam halkımız evin önüne gelerek uzaktan da olsa bana selam vermek istiyor. Bunu engellemek için TOMA’lar, zırhlı araçlar getirmişler, tazyikli su sıkıyorlar. Aslında onlar Kürt halkının değerlerine sahip çıkmadığı algısı yaratmak istiyorlar ama böyle değil. Bu faşizme, baskıya rağmen insanlar sloganlarla evimin önüne geliyorlar. Eminim iktidar da bundan bir sonuç çıkartacaktır.
Cezaevinde olduğun için sana başka bir yol bırakılmadığını ve bu yüzden açlık grevine başladığını söyledin. Şimdi tahliye oldun. Bana gelen bir soruyu sana sormak istiyorum. Artık cezaevinde değilsin ve bir milletvekilisin, tecride karşı mücadele için farklı yollar yok mu?
Ben demokratik siyasete inanıyorum ve yaklaşık 25 yıldır mücadele ediyorum. AKP iktidarı, demokratik siyasetin belediyesinden vekiline kadar her aşamasına saldıran ve demokratik siyaset yürütenleri cezalandıran bir tutum sergiledi. Bunun da sonuçlarını hep birlikte gördük. Vekillerimizin dokunulmazlıkları kaldırıldı ve tutuklandılar. Siyasi partimizin eşbaşkanları mesnetsiz ve hukuksuz gerekçelerle tutuklandı. Belediyelerimize kayyumlar atandı. Demokratik siyaset yürüten kurumlarımızın tümü kapatıldı. Bunlarla bir mesaj verilmek istendi: Eğer siz Kürt kimliğiyle siyaset yürütürseniz buna izin vermeyiz dediler. Halkımız 7 Haziran ve 1 Kasım’da, 16 Nisan’da ve 24 Haziran seçimlerinde bunun cevabını çok net verdi, ‘Size boyun eğmeyeceğiz’ dedi iktidara. Seçilmişlerimiz dik durdukları için AKP’nin hedefi oldular. Bütün bu hukuksuzlukların temelinde ise bir dönem çözüm masasının diğer tarafında oturan Sayın Öcalan’a yönelik tecrit yatıyor. Evet, açlık grevine cezaevinde başladım ve açlık grevimin geldiği kritik aşamaya rağmen talebim karşılanmadı. Bu karanlığı yırtmak için eylemimi sonuna kadar sürdüreceğim.
Sağlığın elverse Ankara’ya gider miydin?
Parlamentoda sorunların çözümünü aramaya devam edeceğiz. Bu realiteyi görüyoruz, reddetmiyoruz. Fakat Diyarbakır Cezaevi’nde geçmişte yaşananlar ve halen günümüzde onlarca kadın arkadaşımın içeride sürdürdüğü mücadeleyi de göz önünde bulundurarak şu an Amed’in bana verdiği ayrı bir motivasyon var. Sağlığım da elvermiyor, o yüzden şu an Amed’de evimde bu grevi sonuç alıncaya kadar sürdürmeyi düşünüyorum.
Eylemin devam ederken PKK Lideri Abdullah Öcalan ile kardeşi Mehmet Öcalan arasında bir görüşme oldu. Ama sen avukat görüşü konusunda ısrarcısın. Neden?
‘Biz görüşmeyi gerçekleştirdik ve Leyla Güven ile zindandakiler de eylemi bitirir’ gibi bir yaklaşımla bunu yaptı iktidar. Fakat biz bu sahneyi 2016 yılında da yaşadık. O dönem de Sayın Öcalan’dan haber almak için benim de olduğum 50 siyasetçi açlık grevine başlamıştı. Darbe girişimi sonrası yaşayıp yaşamadığını dahi bilmiyorduk. Eylemin 8. gününde Mehmet Öcalan görüşme yapmış ve biz de eylemimizi sonlandırmıştık. Fakat bu defa taleplerimizi çok net bir biçimde ortaya koyduk. Her tutuklu ya da hükümlü ayda 3 defa kapalı bir defa açık görüş yapar ve avukatları ile görüşebilir. Ayrıca Sayın Öcalan’ın yanı sıra İmralı’da 3 arkadaşımız daha var ve onlar da yıllardır aileleri ile görüştürülmüyor. Sayın Öcalan ve bu arkadaşlarımızın avukatları ve aileleri ile görüşmesini yani yasadan doğan haklarını kullanmalarını istiyoruz. Türk basını bunu manipüle ederek farklı bir talebimiz varmış gibi yansıtmaya çalışıyor. Sayın Öcalan’ın politik kimliği ve kişiliği gereği de sesinin dışarıya çıkması gerekiyor. Çünkü Sayın Öcalan Ortadoğu’da kilit noktada bir insan. Eğer Türkiye Kürt sorununun çözümünü diyalog ve müzakere ile çözmek istiyorsa bu tecridi kaldırmalı. Umut ediyorum ki yetkililer de bu gerçekliği görür ve en kısa zamanda adım atarlar.
Öcalan’la yapılan görüşme herkesi meraklandırdı. HDP’liler birkaç güne açıklama yapılacağını belirtti. Sonra görüşmenin çok kısa sürdüğü ve Öcalan’ın sağlığına dönük olduğu belirtildi. Sana İmralı’daki görüşmeye dair bir bilgilendirme yapıldı mı?
Arkadaşlarımın bana ilettiği bilgi Mehmet Öcalan’ın Sayın Öcalan ile 15 dakikalık bir görüşme yaptığı ve Öcalan’ın sağlığının iyi olduğu bilgisiydi. Dışarı çıktığımda Sayın Mehmet Öcalan beni ziyaret etti ve aynı bilgileri paylaştı. Ben görüşmeyi önemsiz görmüyorum fakat eylemi bitirmem için yeterli bir görüşme değil.
Bir siyasetçi olarak konuşmak belki kolay senin için ama bu kez kızın olarak soracağım. Bugüne kadar ben kızın olarak hep buna cevap vermeye çalıştım, bir anne olarak bu kararı almak seni zorladı mı? Ne hissettin?
Kürdistan’da anne olmak da evlat olmak da kolay değil. Kürdistan’da insan olarak yaşamak bedel gerektiriyor. Çok büyük acılar yaşandı. Anneler 12 Eylül döneminde evlatlarını sadece 5 dakika görebilmek için kapının önünde saatlerce itilip kakıldılar, darp edildiler. Bir evlat düşünün, Taybet Ana’nın evladı. Gözleri önünde vurulan annesinin cenazesine bir hafta boyunca ulaşamadı. Bir Kürt kadını olan Ekin Wan’ın cenazesi teşhir edildi. Onun da annesi, babası, kardeşleri vardı. Ben Cizre’de kızı Cemile Çağırga’yı buzdolabında saklayan anneyi biliyorum. Böyle bir halkın evlatlarıyız. Ben de bu kararı alırken kolay olduğunu düşünmedim. Benim çocuklarım, hatta torunlarım var. Ama Kürdistan’daki bütün çocuklar özgür olduğu vakit ben de özgür olacağım. Bu anlayışla bu mücadeleye başladım. Vedat Aydın, Mehmet Sincar, Savaş Buldan, Muhsin Melik evliydi, çocukları vardı. Onlar katledildikten sonra çocukları büyüdü. Bu yüzden ailem, evlatlarım beni anlayacaktır. Ben 25 yıldır bu mücadeledeyim en büyük desteği ve dayanışmayı ailemden aldım. Hem annemin hem babamın ölümünü zindanda karşılamak benim için acıydı. İkisine karşı da son görevimi yerine getiremedim. Ben de zorlandım ailem de. Fakat eylemim boyunca da ailem en büyük destekçim oldu. Her biri bir yerden eylemime güç katmaya çalıştı. En büyük yükü de kızım olarak sen taşıdın. Aslında seninle beraber büyüdük. Aramızda 17 yaş var. Benim duygularımı iyi yansıtacağına şüphem yoktu. Olacaksa bir barış topyekun olmalıdır. Ben sadece çocuklarımı düşünüyor olsaydım evimde oturuyor olurdum.
Mücadelen boyunca kadın kimliğin hep ön planda oldu. Kadın kimliğini vekilken de belediye başkanıyken de hiç arkanda bırakmadın. Leyla Güven deyince akla hep güçlü bir kadın geldi. Senin ismin geçtiğinde ‘Şêr şêr e çi jin e çi mer e’ sözü akla geliyor. Bir kadın olarak bu kadar güçlü olmayı nasıl başarıyorsun?
Gücünü nereden alıyorsun? Dünyada kadın olmak zor. Rosa Lüxemburg’lardan Clara Zetkin’lere Mirabel Kardeşler’e ve Sara’lara, Sakine’lere, Leyla’lara, Fidan’lara ve daha yüzlercesine binlercesine gerçekten kadın olmak zor. Bir Hint atasözü der ki “Pusulanın yönü hep bir kadını gösterir. Aynen bir erkeğin işaret parmağının sürekli bir kadını göstermesi gibi.” O yüzden egemenler ‘önce kadını vurun demiştir.’ Çünkü kadınlar uyanırsa toplum uyanır. Ben bir kadınım, anneyim, siyasetçiyim. Kadın olarak kendimi anlamlandırabilirsem daha sonra diğer kimliklerimi anlamlandırabilirim diye düşünüyorum. Bugün Selma Irmak, Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Figen Yüksekdağ ve cezaevindeki bütün kadın arkadaşlarım adına söyleyeyim, hepsi bu bilinç ile hareket ederek kadın olarak var olabildiler. Feministiz, Kürdüz, Türküz, Lazız, Çerkeziz ama bizi ortak paydada bir araya getiren şey kadın kimliğimizdir. Biz toplumla yeniden sözleşmemiz gerektiğini söylüyoruz. Bu sözleşmenin de kadın öncülüğünde yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
87 gündür açlık grevindesin. Talebin karşılanıp açlık grevini sonlandırdığında ilk yapmak istediğin şey ne?
En çok neyi özledin? Açlık grevi başarıyla sonuçlandığında ve kendimi iyi hissettiğimde Diyarbakır surlarına gidip orada dolaşmak isterim. Sayın Öcalan’ın Diyarbakır surları için söylediği söz ve yazdığı şiir vardı. Ben ondan çok etkilenmiştim. Eğer Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kalkarsa ben de surlardan o şiirle onu hatırlamak isterim.
Herkes senin ölüme yattığını düşünürken şimdi yanımdasın ve görüyorum ki büyük bir gayretle yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorsun. Ve bu çok etkileyici bence. Bunu nasıl başarıyorsun?
Tabi ki yaşamak istiyorum. Tabi ki eylemin başarısını halk ile kutlamak istiyorum. Kürt sorununun demokratik çözüme kavuştuğunu ve Sayın Öcalan’ın da Mandela gibi kendi halkının içerisinde mücadelesini yürüttüğü günleri görmek istiyorum. Bu bir ütopya değil. Bunun gerçekleşeceğine olan inancımız güçlü.
Yeni Yaşam aracılığıyla eyleminle ilgili nasıl bir mesaj vermek istersin?
Türkiye’de bir sessizlik olduğunda özellikle farklı çevrelerin sesinin çıkmadığını görünce üzülmedim değil cezaevinde. Ama dedim ki tecrit sadece Kürtlerin sorunu değil. Eğer böyle düşünenler varsa yanılıyorlar. Çünkü biz Sayın Selahattin Demirtaş’ın da söylediği gibi aynı gemideyiz. Bazı kesimler belki halen bunun farkında değil. Bu mücadelede bizi yalnız bırakanların yarın pişman olacaklarını düşünüyorum. Bu aynı zamanda herkesin safını belli eden bir sınav. Kim ne kadar insan haklarına saygılı, kim ne kadar demokrat, kim ne kadar sosyalist, kim ne kadar devrimci böyle zamanlarda anlaşılır. Che’yi takdir edip, onun felsefesine inandığını söyleyip Che’nin yaptığı gibi yapmayanlardan söz ediyorum. Çünkü Che bir ülkenin devrimini bitirdikten sonra başka bir ülkenin devrimi için mücadele etti. Halkların birlikte gerçekleştirmesi gereken bir mücadele var.