Açlık grevinin 18’inci gününde olan DBP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel, Leyla Güven şahsında kadınların müdahalesiyle yeni bir sürecin başladığını belirterek, “Bu süreçte hem içeride hem dışarıda yürütülen güçlü iradeli ve kararlı mücadele bizleri başarıya ulaştıracaktır” dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekilli Leyla Güven’in sürdürdüğü açlık grevi eylemi 86’ncı gününde. Cezaevlerindeki siyasi tutsakların başlattığı açlık grevi ise 48’inci gününe girerken, eylemlere birçok cezaevinden katılım gerçekleşiyor. Leyla Güven ve cezaevlerine destek olmak için süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlayan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in eylemi 18. günü geride bıraktı. Sebahat, tutsak bulunduğu Kandıra F Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’nden İmralı tecridine karşı birçok cezaevinde sürdürülen açlık grevlerine ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
Leyla Güven’in açlık grevi eylemi 86’ıncı gününde devam ediyor. 30’dan fazla cezaevinde ise 300’e yakın tutsak, bu eyleme destek veriyor. Açlık grevi sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Leyla Güven’in 8 Kasım 2018’de PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde tecride dönüşen mutlak işkence sisteminin son bulması ve toplumsal barışın önünün açılması için başlatmış olduğu süresiz açlık grevi yeni bir direniş sürecini de başlatmış oldu. Bu eyleme zindanlarda bulunan yüzlerce Kürt siyasi tutuklu da kimisi 10’ar günlük dönüşümlü kimisi ise süresiz-dönüşümsüz açlık grevleri ile dahil oldu. Yine Kürtlerin dostları Sayın Öcalan’a uygulanan ağırlaştırılmış tecride sessiz kalmayarak dayanışma eylemleri gerçekleştirdi. Bugün Türkiye cezaevlerinin neredeyse tamamında kitlesel bir eylemlilik süreci yaşanıyor. Ayrıca Hewler Strasbourg, Galler ve daha birçok yerde hem süresiz açlık grevi eylemleri hem de destek ve dayanışma etkinlikleri sürüyor. Bu eylemlilik sürecine dahil olan tüm arkadaşlara dostlara selam ve sevgilerimizi sunuyoruz.
Kürt halkının özgürlük sorunu çözülmeden gerçek anlamda bir barıştan, demokrasiden ve özgürlüklerden bahsetmek mümkün değildir. Sayın Öcalan şahsında tecrit ve izolasyon politikaları sadece İmralı ile sınırlı değildir. Bu politika tüm Türkiye siyasetini şekillendirmektedir. Kürt karşıtı, sorunun diyalog ve müzakere ile çözümünü dışlayan sadece Türkiye’de değil, tüm Ortadoğu’da dünyada Kürt kazanımlarını hedef alan bir politik hat, Öcalan şahsında başlatılan saldırı tüm topluma dayatılıyor. Bugün yaşanan faşizan yönetim, demokrasi ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, şiddetin özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel, fiziksel psikolojik şiddetin artması, insanların kendisini güven içinde hissetmemesinin nedeni de Türkiye’nin içine girdiği bu politik hatla alakalıdır. O nedenle açlık grevi direnişinin başarıyla sonuçlanması Türkiye siyasetinde de yeni bir başlangıca vesile olacaktır. Direniş sürecinin içinde olan bizlerin bu eylemlilik sürecini başarıya ulaşacağı konusunda şüphemiz yok. Çünkü sürece dahil olan her bir arkadaşımız yaşanan toplumsal ve siyasal gelişmeleri ifade ettiğim perspektifle ele almaktadır. Olacaksa özgür ve eşit olmalı yaşam. Onun içinde mücadele edilmeli.
Leyla Güven’in açlık grevinin 68’inci gününde PKK Lideri Abdullah Öcalan’la yarım saatlik bir görüşme sağlandı. Bu görüşmede yalnız sağlık durumunun teyit edildiği belirtilirken, bunun tecridin kalktığı anlamına gelmediği vurgulandı. Bunun üzerine Leyla Güven’de tutsaklar da, tam anlamıyla tecrit kalkana dek eylemlerinin devam edeceğini deklare etti. Bu görüşmeye ilişkin ne söylersiniz?
Leyla Güven arkadaşımızın başlattığı eylemlilik süreci her ne kadar görünmez kılınmaya çalışılsa da siyasi iktidarı zorlamıştır. Eylem sürecinin kitleselleşmesi ve süreçte ki kararlılık iktidarı bir şeyler yapmaya zorlamıştır. Ancak AKP- MHP faşist iktidarının Kürt sorunu başta olmak üzere toplumsal sorunlara kalıcı barışçıl ve demokratik bir çözüm geliştirmek yerine inkar, imha, asimilasyon ve şiddet politikasını esas aldığı için talebi karşılama, Sayın Öcalan ve İmralı Hapishanesi’nde kalan diğer arkadaşların gasp edilen haklarının iade edilmesi, yasal haklarının kullanımını sağlamak yerine yasak salma babında bir yönteme başvurmuştur. Mehmet Öcalan’ı İmralı’ya göndererek eylemi kırmak istemiş. Ancak hem sevgili Leyla heval eylemini sürdürerek hem de cezaevlerinde de süresiz açlık grevlerine yeni katılımlarla bu yaklaşım boşa çıkarılmıştır. Tabi ki Öcalan’la 2 buçuk yıl sonra görüşülmüş olması sağlığı hakkında ailesi ve kamuoyunun bilgilenmesi oldukça önemlidir. Ve bu eylemlilik sürecinin bir sonucudur. Ancak bu görüşme eylemin taleplerini karşılamaktan çok uzaktır. Bu sürecin tüm sorumluluğu ülkeyi yöneten AKP-Saray iktidarındadır. Açlık grevlerinde olumsuz bir durum yaşanması istenmiyorsa bir an önce adım atılması ve direnişçilerin taleplerinin karşılanması gerekir. Asıl talep tecrit ve izolasyonun kaldırılarak İmralı’da uygulanan özel hukuk ve işkence düzenine son verilmesidir. Tüm kamuoyunun şunu bilmesi gerekir; Talepler karşılanana kadar açlık grevleri eylemleri sürecektir.
* Bugün Türkiye’nin iki ana gündemi var. Biri tecride karşı birçok yerde devam eden açlık grevleri, diğeri ise yaklaşan 31 Mart yerel seçimler. Yerel seçimlere bu iki ana gündem etrafında giden HDP aynı zamanda bu seçimlere ciddi bir politika ile yaklaşıyor. Baskının ve saldırıların yoğun olarak yaşandığı böylesi bir atmosferde gidilen yerel seçimler ne anlam ifade ediyor?
Türkiye’de Kürtler, kendi gündemleri etrafında hem zindanlarda hem de dışarıda yürütülen eylemliklerle tecrit ve izolasyon politikalarına karşı çıkarak Sayın Öcalan’ın özgürlük koşullarının sağlanması için mücadele ederken diğer yandan da 31 Mart yerel seçimlerine hazırlanmaktadır. Bu iki çalışma birbirini engelleyen değil aksine birbirini büyüten bir süreçtir. AKP’nin Dolmabahçe Mutabakatı’nı yok sayarak diyalog ve müzakere masasını devirmesi Türkiye’de Kürt halkının tüm kazanımlarına yönelik de bir saldırıyı beraberinde getirmiştir. DBP’li belediyelere kayyım atanarak halk iradesi gasp edilmiş. Siyasi soykırım operasyonları ile eş genel başkanlar, belediye eşbaşkanları, milletvekilleri ve binlerce siyasetçimiz rehin alınmıştır. Özgürlükler bir bütündür. Parçalanamaz. Yani siz bir alanda özgürlükleri ortadan kaldırıyorsanız, aslında tüm alanlarda kaldırıyorsunuz demektir. Türkiye’de tüm demokrasi kanalları kapatılmış. Siyasi ve ekonomik kriz derinleşmiş. Hak ve özgürlükler gasp edilmiş, toplumsal muhalefete yönelik baskı derinleştirilmiş. Toplum nefes alamaz bir hale gelmiştir. Tüm bu yaşanılanların birbiriyle bağlantısı var. ‘Tek başına kurtuluş yok ya hep beraber ya hiç birimiz’ sloganı yaşadığımız toplumsal ve siyasal sorunlardan çıkışında ancak faşizme karşı birleşik bir mücadele ve dayanışma ile mümkün olacağını göstermektedir. O nedenle bu süreçte ulusal birlik ve demokratik birlik perspektifinin esas alınarak faşizme karşı ortak mücadele zeminlerinin oluşturulması oldukça önemli. Yerel seçimleri sadece yerel yöneticilerin, meclis üyelerinin, belediye eşbaşkanlarının seçiminden ibaret görmemek gerekir. Bu süreci demokratik siyaset alanına yönelik saldırılara halk iradesinin gaspına ve halklarımız, kadınlarımıza uygulanan zulüm ve zor politikalarına karşı direnişin mücadelenin bir parçası olarak ele almak bize kazandıracaktır. Seçimler açısından önümüzde az bir zaman kaldı. Bu süreci doğru değerlendirmek ve başarıyla sonuçlandırmak için yapılması gereken en önemli görev yaşamın tüm alanlarında örgütlülüğü sağlamak ve güçlendirmektir. Seçim süreçleri kadınlarla, gençlerle ve halkla buluşmak açısından önemli fırsatlar sunmaktadır. Bunun için örgütlülüğü geliştirmek yerel meclislerin, komisyon ve komitelerin kurulması yerel demokrasinin gelişmesi, halkın ve kadınların sürece katılımını kolaylaştıracaktır.
‘Başka bir yaşam mümkün’ diyen ‘Hayat bizimdir’ diyen herkesin ‘YA ME YE’ (Bizimdir) sloganı etrafında kenetlenmesi gerekir. Demokratik eşit ve özgür bir geleceği ancak kendi ellerimizle şekillendirebiliriz. Kentlerin nasıl yönetileceğini, kaderimizin nasıl olacağına karar verecek olan bizleriz. O nedenle bu süreçte hem içeride hem dışarıda yürütülen güçlü iradeli ve kararlı mücadele bizleri başarıya ulaştıracaktır.
* Son olarak kamuoyuna nasıl bir çağrınız olur?
Leyla Güven arkadaşımız şahsında kadın öncülüğünün bir kez daha yaşama, siyasal ve toplumsal sürece müdahalesiyle yeni bir direniş süreci başlamış ve zamanın ruhunu açığa çıkartmıştır. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesi, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi, Ortadoğu ve Türkiye halklarının demokrasi ve barış mücadelesinin başarıya ulaşmasının yolu direnişi geliştirmek ve büyütmektir. Bu tarihin her döneminde kanıtlanmış bir gerçekliktir. Kadınların, gençlerin halklarımızın bu gerçeklik etrafında örgütlenmesini mücadeleyi büyütmeye ihtiyacımız var. Türkiye’nin içine girdiği siyasal ekonomik krizden çıkışın yolu da kadınlara halklara yeni bir alternatif sunmaktır. Bunun içinde yapılması gereken önce kendi toplumsal zeminimizi örgütlemek, ideolojik ve politik olarak donatmak, sonra da demokrasi ve özgürlük güçleri ile ilişki ve dayanışmayı güçlendirerek faşizme karşı birleşik bir demokrasi cephesi geliştirmektir. Bu konuda bazı girişim ve çabaların olduğu görülüyor. Ancak bunun çok yetersiz olduğu da ortada. Karşımızda duran güç tüm hak ve özgürlüklerimizi gasp etmiş. Demokrasi kanallarını tıkamış. Savaş ve zor politikaları ile şiddeti ve korkuyu toplumsallaştırmıştır. Bunun karşısında bizlerin yapması gereken gasp edilen tüm haklarımızı geri almak radikal demokrasiyi geliştirmek, barış mücadelesi ve cesaretini toplumsallaştırmaktır. Bunun içinde her zamankinden daha çok safları sıklaştırmaya dayanışmayı büyütmeye direnişi yükseltmeye ihtiyacımız var. Yaşadığımız sürecin tüm zorluklarına karşı zafer direnen kadınların ve halkların olacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. İnanmak kazanmanın yarısıdır. Diğer yarısı ise inandığımız tüm değerler için emek vermek mücadele etmektir. Kazanacağımıza olan inancımla başta kadınlar olmak üzere halklarımızı selamlıyor. Başarılar diliyorum.