Leyla Güven üç aya yakın bir zamandır aç. Deneyimleyenlerin anlattığına göre bir aydan sonrasında gelen günlerin pek farkı olmuyor. Günler geçtikçe duyuların, sinirsel sistemlerin refleksleri daha hızlı oluyor. O süreç içinde organlar kendi sabrını zorlayarak hasar almaya başlıyor. Hasar büyük bir kelime. Yazıldığı gibi değil. İlk başta görülmez, sonra yaşanır, yaşatır. Aç kalmak sıradan bir eylem biçimi değildir. Dedim ya, duyular, korkular falan, aslında olan, duyuların kaosvari savaşı. Beden fena halde konuşur çünkü. O bedenlerin sahipleri, sadece duymak istediği zaman duyar o sesleri.
Leyla Güven sıradan olamayan bir taleple açlık grevine başladı. Kendisi büyük bir oy alarak Meclis’e Hakkari’nin vekili olarak seçildi. Hakkari halkı Leyla Güven’in cezaevinde olduğunu biliyordu. Cezaevinden çıkartmak kaygısıyla da değil, kime ve neden oy verdiklerini bilerek oy verdiler. Kanunlara göre Güven seçildikten sonra cezaevinden çıkabilirdi. Nitekim CHP milletvekili Enis Berberoğlu tahliye edildi. O da içerideyken milletvekili olmuştu. Güven hakkında tahliye kararı verildi ama daha kendisi çıkamadan yeniden tutuklanmasına karar verildi. Bir insanı yargılama hakkına erişmiş bir kurum bu kadar çapsız kararlar alabiliyordu. Aldı da nitekim. Leyla Güven tutuklu kalmaya devam etti. Bunca olan biten şeye karşı, kendisine oy veren halka karşı hiçbir şey yapamıyordu. Sorumluluk aldı, hayatıyla ödeyebileceği bir sorumluluk aldı.
Açlık grevi bir eylem biçimi olarak kayıtlara geç düşmüştür. Resmi kayıtlara göre 1950 yılında şair Nazım Hikmet, uğradığı hukuksuzluğa karşı, “Millete verdiğim açık istidaya canımı pul yerine kullanıyorum” diyerek açık grevine girmiş ilk politik tutsaktır. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan da idam edilmeden önce açlık grevine katılmışlardır.
12 Eylül askeri darbesinin cezaevlerinde uyguladığı vahşete karşı PKK’li tutsaklar açlık grevi gerçekleştirmiş ve bu eylem daha sonra ölüm orucu şeklinde devam etmiştir. Bu eylemde PKK davasından yargılanan Ali Erek, açlık grevindeyken zorla yedirilmek istenen yemeğin boğazını delmesiyle açlık grevinde yaşamını yitiren ilk tutsak olmuştur. Sonrasında da PKK’nin öncü kadrolarından Kemal Pir ve diğer önder kadrolar aynı eylemde yaşamlarını yitirmiştir. Aslında o dönemde Latin Amerika’dan güneş batmaz Britanya’ya kadar birçok ülkede açlık grevi eylemleri gerçekleştirilmiştir. Açlık grevi cezaevlerinde en etkili bir eylem biçimi olmuştur tutuklular için.
Leyla Güven de Diyarbakır cezaevinde açlık grevini başlattı. Yüzlerce tutuklu da eylemin haklılığına ikna olarak destekleme kararı verdi. Halen de yer yer farklı cezaevlerinden tutuklular eyleme destek verdiklerini açıklamaktadır.
Nihayetinde devlet Güven’in ve diğer eylemcilerin kararlılığı karşısında adım atarak talep karşılanmış gibi Mehmet Öcalan’ı paldır kültür İmralı’ya götürüp Abdullah Öcalan ile görüştürerek eylemi bitirmek istedi. Bu tecrit kalmış gibimsi görüşme elbette Leyla Güven’in ve cezaevinde grev yapanların talebini karşılamaktan uzaktı. Eylemdekiler devam kararı verdi.
Türkiye’de hakim ideoloji ve siyaset mekanizması Kürt siyasetinin iradesini yıllar sonra kabul etti. Bu Kürt siyasi iradesinin inadıydı tabi. Kürt siyasi hareketinin buraya kadar ne şartlar altında ve ne bedeller ödeyerek geldiğini bilmeyen artık yok sanırım. Fakat tüm bu kendini kabul meselesinde elbette devletin de bir kodlaması olacaktı. Kürtlerin hakkını savunanlar ve bir de Kürtlerin hakkının savunulmasını beraberinde getiren Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü konusuydu. Kürt siyasetinde Abdullah Öcalan meselesinde ikircikli kalanlar genelde devletin hışmından muaf tutuldular. Yıllar önce ortaya çıkan bir ayırım boşuna gündem olmamıştı: Şahinler ve Güvercinler.
Devletin Kürt siyasi hareketini kabulünün ve de kendine göre çözümünün kilit stratejisiydi bu. Böl-parçala-yönet insan ilişkilerinde dahi bir yöntemdi sonuçta; pek tabi bir siyasi hareket için de uygulanabilirdi. Nitekim uygulandı da. Yıllar geçtikçe, ölümler devam ettikçe bu ayrım sürekli birilerini eledi. HDP halen de bu ayrım ve stratejiyle sınanıyor. Çünkü devletin Öcalan hassasiyeti örgütlü bir stratejidir. Çünkü bugünün siyasi çalkantısında Öcalan’dan gelecek bir mesaj, Ortadoğu’daki emperyal müdahalelerden halkların özgücüne dayalı stratejilerine kadar birçok açmaza alternatif öneriler sunacaktır.
İşte kimsenin sokaklara çıkamadığı zamanlarda Leyla Güven bir çıkmazın sonucunu işaret etti; İçinde yaşadığımız ekonomik buhran, adalete olan güvensizlik ve bunların yarattığı tahribatların sıradanlaşması ve hatta kanıksanmasını yaratan siyasal atmosfer. Bunların panzehiri var ve halen de geniş kesimler tarafından da inkar edilemiyor. Sadece bunun için uygun zamanlar biriktiriliyor. Leyla Güven artık tahammül edemeyip çıkmazın bir hülya olduğunu anlatacak ve eğer yerine getirilse domino taşları gibi farklı kurum ve yapılara sirayet edecek bir gelişmeyi alternatif olarak gördüğünü aç kalarak beyan etti. Devlet artık ona Şahin diyor. Susanlara Güvercin.
İranlı şair Sohrap Sepehri bir şiirinde şöyle der:
“Bilmiyorum, neden
“At soylu hayvandır, güvercin güzeldir.” derler?
Ve neden hiç kimse yarasayı kafese koymuyor.
Yoncanın ne eksiği var kırmızı laleden.
Gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli.”
Evet, gözleri yıkamalı ve evet, başka türlü görmeli. Evet, milletvekilleri, yerlerine kayyum atanan belediye eşbaşkanları, üyeler, akademisyenler, yazarlar içeri atıldı ama Abdullah Öcalan cezaevinde olan bir insan olarak tüm anayasal haklarından mahrum bırakıldı ve bu bir tecrit etme halini aldı. Leyla Güven bu hak ihlalini sorgulatmak ve hak ihlaline uğrayan kişinin bir aktör olarak gündemleşmesini, ailesiyle ve avukatlarıyla görüşebilmesini talep etti. Leyla Güven’in talebi, aynı zamanda onun Meclis’te kendilerini ve siyaset yaptığı partinin temsiliyetini yerine getirmesi için oy veren insanların talebidir. Aynı partinin sokakta, Meclis’te savunduğu bir taleptir ve bu parti 6 milyondan fazla oy almış bir partidir.
Hiç tanımadığınız da olsa bir insanın hak ihlaline uğradığına inanıp onun için bir itiraz geliştiriyorsanız, bu sizi gerçekten vicdanlı yapar. Leyle Güven çok büyük bir çıkmaza alternatif bir çözümü imkan olarak görüyor ve bu talebinin yerine getirilmesi için aç kalıyor. Talebi nettir. Abdullah Öcalan üzerindeki hukuksuz uygulamalardan vazgeçilmesi ve cezaevinde hüküm giymiş bir insan olarak tüm yasal haklarını kullanabilmesi. Bu yüzden Leyla Güven üç aya yakındır bir zamandır aç.
Açlık iki şekilde akıllarda yer edindi. Biri Knut Hamsun’un önemli romanlarından Açlık. Filmi de çekildi. Bir yazarın maddi yoksunlukların dehşetinde aç kalmasında yaşadığı sorunların ve açlığın travmaları anlatılır kitapta. Diğer açlık ise IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) yargılamalarında tutuklanıp cezaevine giren ve daha sonra da milletvekili olduğu halde tahliye edilmeyen Bobby Sands’ın hayatı. Açlık adında filmi de çekildi. Dönemin Demir Leydi’si olarak bilinen faşist Margaret Thatcher’in hapishane zulmüne karşı çıkar IRA’lı tutukluların açlık grevini konu edinir. Bir milletvekili olarak Sands’ın eylemde yer alması hatta öncüsü olması, eylemi uluslararası gündeme taşır.
Sands’ın unutamadığı bir hikayesi var, günlüklerine yazmıştır. Sands’a da dedesi anlatmış. Tarla kuşunu kafese kapatmaya çalışan gaddar bir adamın hikayesini anlatır Sands. Hikaye şöyle: Bir adam tarla kuşunu kendisi için ötsün diye kafese kapatır. Ama tarla kuşu artık ötmez. Adam, kafesi siyah bir örtüyle örter, kuşu aç bırakır, ama istediği sonucu yine alamaz. Gözlerine mil çeker, parmaklıkları görmesin diye. Bir an ötüp uçmaya başlar ama yine parmaklıklara çarpar. Ötüşü o an kesilir. Kendini kafes duvarlarına vurarak ölür, öldürülür.
Sands, büyüyüp de duvarlar ardına hapsedildiğinde tarla kuşunun öyküsünü hatırlar yeniden ve günlüğüne şu sözleri düşer: “Tarla kuşuyla ortak bazı şeyler hissediyorum. Ben politik bir tutsağım, bir özgürlük savaşçısı. Tıpkı tarla kuşu gibi ben de sadece içeride değil, dışarıda, esir alınan ülkemde de özgürlüğüm için savaştım. Ben de işkence gördüm ve hapsedildim ve tarla kuşu gibi ben de demir kafesten dışarıyı gördüm. Aynı küçük arkadaşım gibi en vahşi yöntemlerin yatıştıramayacağı özgürlük ruhuna sahibim.” Sands açlık grevinin 66. gününde hayatını kaybeder ama eylemi dünyada yaşar.
Leyla Güven bir kadın olarak bu topraklarda büyümenin cefasını çekmiş ve gençliğinden başlayıp bu kader halini alan kedere itirazını yükseltmiş biri. Yoksul ve feodal bir ailede büyüyenlerin sonuna yakalanmış ve kendini hapishanede saymış. Bu idrak bile sonradan ortaya çıkacak ve gelecek tüm musibetleri göğüslemeyi üstlenecek bir aydınlamadır: Kedere ve coğrafyaya direnmek. Kendisi bu halkın makus kaderine eş değer bir başkaldırıya ortak olup Leyla olmanın bilincine vardığını beyan ediyor.
Kürtlerin her döneminin Leylaları vardır. Her dönemin açmazında soluk olabilen Leylalar; Leyla Kasım, Leyla Yücel (Sema Yücel), Leyla Güven… Bir çembere başka bir halka ekleyerek kısır bir döngüden kurtaran yepyeni bir halka olmuştur Leylalar.
Açlık grevi eyleminin politik bir alan olarak ortaya çıkmasında eski dinlerden politik süreçlerin hükümranlığına kadar geniş bir zaman dilimine tekabül eden bir geçmişi var. Öyle ya, bir politik eylem kazanımla sonuçlanıncaya kadar ister eski zamanlar olsun ister yeni bir deneyim olsun, kazanımla sonuçlanmışsa devamlılığı her zaman örnek teşkil eder. Nitekim devlet Leyla Güven’in kararlılığı karşısında geri adım atmış, onu tahliye etmiştir. Pek tabi Leyla Güven deneyimli bir siyasetçi olduğundan, geri adım atmanın uzlaşmacılık olduğunu teşhir edercesine eylemini evine taşımıştır. Bugünlerde Diyabarkı’rda bir evde bir açlık grevi var. İçeride ise yüzlerce yoldaşı ona destek için eylemdeler.
Açlık hassas bir eylem. Bunu bilenler, anlayanlar, anlamak isteyenler, dayanamayalar bir şekilde itirazlarını Leyla Güven’in talebiyle ilişkilendiriyor. Çünkü su akıyor. Su her zaman akacağı yeri buluyor.
Yine şair Sepehri’nin dediği gibi:
“Neler görmedim ki yeryüzünde:
bir çocuk gördüm ay’ı kokluyordu.
kapısız bir kafes gördüm,
içinde, aydınlık kanat çırpıyordu.
bir merdiven gördüm,
aşk onunla melekler âlemine çıkıyordu.
bir kadın gördüm, havanda ışık dövüyordu.”