Her gün oluyor da, ben iki tipik olanını yazayım.
Irak’ta Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucu Güney Kürdistan’lı ve Irak vatandaşı sivillerin öldüğünü muhtemelen duydunuz. Bunun sonucunda Erdoğan’ın tabiriyle halk “bir yanlış” yaptı. Hiçbir uluslararası anlaşmaya dayanmadan Irak topraklarında kurulan bir TSK üssünü bastı. Basanların “terörist” olduğu söylendi, ama askeri üsten açılan ateş sonucu hayatını kaybedenlerden birinin 13 yaşında olduğu ortaya çıktı. “Teröristin 13 yaşında çocuk kılığına girdiğini” iddia eden Havuzcu oldu mu bilmiyorum.
Ama şunu biliyoruz artık: 26 Ocak günü, TSK savaş uçaklarının baş komutanı, yani bütün bu bombardımanların baş sorumlularından birisi, Tuğgeneral Akgülay gözaltına alınmış. Belli ki general emrindeki savaş uçaklarının işlemekte olduğu uluslararası suçların sorumluluğunu daha fazla taşıyamayarak emekliliğini istemiş, ister istemez de “ya uçaklarını uçurursun ya da sen uçarsın” denerek gözaltına alınmış.
Saray rejimi Türkiye’yi, bu kadar ağır yenilgilere rağmen daha beter savaşlara sürükleye dursun, “kışlalar dolup boşalmakta bugün…”
Generallerinin yarısını tutuklamış, kendi ordusunun bel kemiğini kırmış bir orduyla “savaş” olur mu? Bu soru bizi ilgilendirmiyor. Saray düşünsün. Ama bizi bir başka gözaltı olayı derinden ilgilendiriyor. Bir iki gün önce Şırnak’ta Saray polisi bir evi bastı. Evde konuk olarak bulunan HDP Cizre Belediye Eşbaşkan adayı Berivan Kutlu’yu gözaltına aldı.
Yerel seçimlerin eşiğinde gerçekleşen bu gözaltı, Erdoğan’ın “seçilirlerse yeniden kayyumla belediyelere el koyarız” beyanının “güncelleştiğini” gösteriyor. Seçilmeden adaylar gözaltına alınıyor.
Adayların gözaltına alındığı bir “seçime” seçim denebilir mi?
Denemez. Hayalet seçmenlerle girilen ve gözaltına alınan adaylarla yapılan “seçim” seçim olabilir mi? Bu soru Saray’ı değil, ama tüm halkı ilgilendiriyor. “Savaş” halinde, ama kendi generallerini, subaylarını “ankesörlü” telefon kullandığı için tutukluyor.
“Seçim” eşiğinde, bu defa HDP’nin adaylarını gözaltına alıyor. Demek ki, hem “kendi ordusundan” korkuyor; hem de HDP’nin seçim zaferinden panikliyor. Bu panik şu sıralar iyice tavan yapmışa benziyor. Trump attığı bir tweette, Rojava’ya saldırırsanız, “ekonominizi mahvederiz” dediği günden beri Saray neredeyse dilini yuttu.
Derken Venezuella’da işler karıştı. ABD muhalefetin seçimleri “boykot” etmesi ve seçime katılanların yarıdan fazlasının sandığa gitmediği bu ülkede iktidarı gaspeden Maduro’yu tanımadığını açıkladı. Ardından da büyük bir katastrof yaşayan Venezuella ekonomisini tamamen “mahvetmek” üzere harekete geçti. Venezuella’nın bankalardaki paralarını “başkanlığını ilan” eden Meclis başkanına yönlendirdi.
Quto’nun iyi haber alan kaynaklarından öğrendiğine göre, şimdi Saray’da Venezuella “sendromu” yaşanmaktaymış.
Neyse ki, Maduro’dan farklı olarak Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu liderliğindeki “muhalif” gibi görünen “gizli” bir ortağı var. Böyle olmasaydı, öncekileri geçtik, şu anda yapılacak seçimleri CHP’nin “boykot” ettiği ve HDP’nin de buna katıldığı durumda Saray Madura’dan beter hale gelirdi.
Ama gelmez. Çünkü CHP var.
CHP böyle bir “gizli ortak” olduğu halde, HDP’nin üç büyük şehirde aday göstermemesini nasıl anlamalıyız? CHP ile değil, ona hala inanan CHP seçmeniyle “dayanışma” olarak anlamalıyız. Aynı zamanda AKP/MHP koalisyonunu metropollerde yenilgiye uğratarak Türkiye için “küçük” de olsa “imkan” yaratma hamlesi olarak da düşünmeliyiz. Rejim bu seçimde yenilirse iktidardan düşmez. Ama temeli sarsılır. Suçlara ortak olanlar tereddüde düşer. Bunlar ağaçta çürümüş armutlar gibi, ama sen ağacı sarsarsan patır patır dökülür.
Sarsmak mümkün mü?
Mümkün. Hakkari’nin HDP’li vekili Leyla Güven 80 günü aşan “açlık greviyle” ağacı sarsmaya başladı. Etrafında muazzam bir hareket yarattı. A. Öcalan’ın üstündeki hukuk dışı tecritin kaldırılması amacıyla yürüttüğü direniş rejimi geriletmeye başladı. “Grevi kırmak” için geri adımlar birbirini izledi. Önce Mehmet Öcalan paldır küldür İmralı’ya göitürüldü. Ardından Leyla Güven ansızın tahliye edildi. Bunlar “grevcilerin” başarılarıdır. Ama henüz amaçlarına ulaşmış değiller.
Ulaşacaklar. Çünkü bu direniş dünya çapında yankılandı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde, direnişçilerin talebi resmen kabul edildi. (Ah, yine CHP, hem de Selin Sayek Böke de içinde, bir iki Azerbaycan petrol rantçısı parlamenterle birlikte bu karara karşı çıktı…)
Ama yine de üç büyükşehirde “adaysızlık”… Selin Sayek Böke için değil, halkın bu rejimden kurtulması için…