Edebi bir metin ile siyasi bir metin kaleme alınırken, sözcük seçimlerinin arkasında farklı etkenler vardır. Birinde anlatının edebiyat yönünden etkisi gözetilirken, diğerinde anlam kaydırmaları, demagoji ve dezenformasyon temel kaygılar olarak ortaya çıkar.
Örnek olarak Türkiye’de havuz medyasının Suriye devlet başkanının adını siyasi rota uyarınca kâh Esad, kâh Esed olarak anması, Usame bin Laden’i sistematik olarak Ladin, yani dinsiz diye yazmasını anabiliriz. Irak Şam İslam Devleti adıyla siyaset sahnesine çıkan taşeron örgütü IŞİD yerine DEAŞ veya DAİŞ diye kısaltma operasyonu edebi kaygılardan kaynaklanmıyor. Benzer şekilde Ermenice’deki şahıs isimlerinden Karekin adının ‘Karakin’, Garabed adının ‘Karabit’ olarak kaydedilmeleri de basit yazım hataları değil, sistematik bir aşağılamanın sonucudur.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kısaltılmış hali AKP, bu tür kaygılar sonucu ve parti kararıyla resmiyet kazandırılarak ‘AK Parti’ halini aldı. Kimi basın, bir tüzel kişiliğin kendini nasıl tanımlıyorsa, buna saygı duyulması gerekir ilkesinden hareket ederken, kimi de bu oyunbazlığa tepki olarak bildiğini okumaya devam ediyor. Sonuçta yolsuzluklar, hukuk tanımaz uygulamalar ve şiddetten medet uman ayrıştırıcı dili ve siyaseti ile günden güne lekelenen, karalanan bir yapıyı böylesi ucuz laf ebelikleri ile aklamak çok da olası değil.
Olayları tanımlarken seçilen sözcükleri de değerlendirmek zorundayız. Eğer satır aralarına gizlenmiş tuzakları fark edemezsek, kurulan oyunun aldananı olmak işten bile değil.
Geçtiğimiz hafta sonu Kuzey Irak’ta, Kürt bölgesel yönetiminin Duhok kentinde yaşananların yorumunda kullanılan sözcükler de son derece anlamlı. TSK (niye Genelkurmay değil?) yayınladığı bildiride askeri üssün basılmasını, bazı askeri araçların ve karargâh çadırlarının ateşe verilmesi olayını ‘provokasyon’ olarak tanımlamakta. Meseleye bu açıklama çerçevesinden bakınca konu zaten bağlamından koparılmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı (yeni tanımı ile başkan) Erdoğan da olayı derhal PKK ile ilişkilendirerek, provokasyon iddiasını ‘yanlış’ ifadesi ile pekiştiriyor. Oysa olayın öncesinde Türk savaş uçakları bölgenin sivil yerleşim alanlarını bombalamıştı. Bu saldırı sonucu altı sivil ve bir peşmerge ölmüştü. Ardından Duhok’un Şeladize kasabasında sokağa çıkan insanlar askeri noktaya doğru yürüyüşe geçip yukarda andığımız, TSK’nin ‘provokasyon’ olarak servis ettiği saldırıyı gerçekleştirdiler.
Olayı bağlamından koparıp, sanki durduk yerde yaşanmış gibi göstermenin tarihimizde bir siyasi gelenek olduğunu belirtmek zorundayız. Ülkemizde isyan, başkaldırı, ayaklanma gibi sözcüklerle tanımlanan tüm olayların arkasında ağır bir baskının biriktirdiği basınç vardır. Ancak tarih yazılırken bu basınç birikimi sistematik olarak görmezden gelinir, unutturulmaya çalışılır. Oysa her şey insanların o basınç altında bunalıp, bir noktadan sonra ‘artık yeter’, ‘edi bese’ veya ‘al gı pave’ demesi ile başlamıştır.
Üstelik bu gelenek sadece günümüz iktidarına mal edilemez. Kökleri Cumhuriyet hükümetlerinden Osmanlı İmparatorluğu’na, oradan Bizans’a ve Roma’ya uzanan bir kötücül devlet geleneğidir yaşanan. Cizre bodrumlarından Dersim dağlarına, Adana kırsalından Torlak Kemal’in, Börklüce Mustafa’nın at koşturdukları Karaburun’a, Köroğlu’nun Bolu Beyi’ne meydan okuduğu Çamlıbellere uzanan bir tarihin güncel tezahürlerinden biridir Şeladize’de yaşananlar.
Üstelik geçmişte kullanılan ifadeler ile bugün geçerli olanlar arasında da önemli benzerlikler var. Sırtını dağlara vererek halk kahramanı olan Köroğlu, Bolu Beyi’nin gözünde bir çapulcudan fazlası değildi. Şeyh Bedreddin de Şehzade Mustafa’nın gözünde milli birlik ve beraberliği bozan bir münafıktı sadece. Vahdettin Mustafa Kemal adını duyunca acaba hangi sıfatları anımsamaktaydı. Yaser Arafat’ın İsrail Devleti nazarında, Fidel Castro ve Che Guevara’nın da ABD için birer terörist olduklarını biliyoruz. Güney Afrika’daki ırkçı Apartheid rejimi de aynı yakıştırmayı Nelson Mandela için kullanmıştı.
Gerçekler ile onların yansımaları arasındaki fark, insanlığın, buna bağlı olarak da medeniyetin ilerlemesini engelleyen en önemli etken olarak duruyor karşımızda.