“Parayı takip et”. Polisiye bilmeceleri çözmede öncelikle başvurulacak yöntemdir. O halde ne “Caracas düştü düşecek”, ne Antep rektörü, ne de Fazıl Say vakası; bu haftanın konusu tanesi 2500 liraya satılan bir kitap. 1881 adet basılmış 9’u 5 geçe piyasaya çıkarılmış ve üç saat içinde tükenmiş. Çarpın ikisini, üç saatte elde edilmiş deli para. Muhtemelen Ömer Şerif bile Las Vegas’ta bu kadar süratli bir vurgun yapmamıştır. Takibi hak ediyor. Ama üç saate takılmamak gerek. Yazarı, on sene uğraştığını beyan ediyor. İçine bakınca her sayfanın çift ara ile üç-dört paragraftan, paragrafların çoğunun tek cümleden, cümlelerin bir çoğunun da tek tük birkaç kelimeden oluştuğu parlak kağıda basılmış karton kapaklı dört yüz küsur sayfadan müteşekkil bir “eser”le karşı karşıyayız…
Türkçe bilmeyen bir gözlemci, kitabı açıp baktığında, fiyatı da dikkate alarak herhalde bu dahi bir şairin başyapıtı diye düşünecektir. Öte yandan yazarın şahsiyeti ve üslubu hakkında fikir sahibi olmayan bir okur, on yıl çalışıp da böyle bir içerik üretmek için eni-konu embesil olmak gerektiği sonucuna varacaktır. Ortaokul İnkılap Tarihi tedrisatından çıkartılmış özet içine “rahmetli her gün çamaşır değiştirirdi” seviyesinde bazı “özel hayat sırları” serpiştirilmiş, satılıyor.
Meselenin ahlaki boyutu, kült ticareti ya da fetiş sömürüsü, her sene üç beş tane birbirinin tekrarı yeni “eserin” kitapçı vitrinlerinden asla eksik olmaması vb. üzerine yeterince konuşuldu. Bu son fenomen de artık tam manasıyla “tüy dikmiş” oluyor. Yazara ve yayıncıya uygun görülebilecek sıfatlar bir yana, kırılan satış rekorları denkleme eklenerek ortaya çıkan kültür ürünü tüketicisi profilinin seviyesi ve kitlesel hacmi düşünüldüğünde, orta zekalı, makul bir yurttaş için Gramsci’nin şu ünlü “iradenin iyimserliği” boyutunun bütünüyle rafa kaldırılıp “aklın kötümserliği” ile hayatta kalma mücadelesine eğilmekten başka bir yol kalmamış görünüyor.
Ama konumuz ahlak değil. Konumuz bir kült ya da fetiş olarak Atatürk ve bir ideolojik ufuk, modern Türkiye’nin “hakikat rejimi” olarak Kemalizm tragedyasında son perdenin bu tuhaf “eser”le sergilenmekte olan kapanış performansının anlamı.
Elisabeth Kübler-Ross, 1969 tarihli “Ölüm ve Ölmek Üzerine” adlı araştırmasında, ölümcül hastaların durumlarını kabullenene kadar geçtikleri beş aşama saptıyor. Daha sonra araştırmanın ölçeğini genişleterek genel olarak insanların yaşadıkları büyük bir kayıp ya da üzücü vakalar karşısındaki tavırları için de aynı aşamaların geçerli olduğunu savunuyor: İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve nihayet kabullenme. Yakın zamanda, Profesör Cas Mudde, özellikle ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi, İngiltere’de ise Brexit referandumunda “evet” oyu çıkması karşısında Batılı liberallerin söyleminde de benzer semptomlar saptadı.
Buradan hareketle, Türkiye’nin laik-“ulusalcı” kesimlerinin de-Kemalizasyon süreci karşısındaki tepkilerinde de benzer aşamalar gözlemlenebilir. Başlangıçta siyasal İslam’ın Kemalist müesses nizamın aygıtlarıyla boy ölçüşmeyi göze alamayacağına duyulan inançta tezahür eden inanamazlık ve inkâr haleti ruhiyesi. Sonra Cumhuriyet mitingleri, Genelkurmay muhtırası, parti kapatma davası, kelli felli adamların ilkokul önlüğü içinde “andımız” okumasına kadar giden öfke ve protesto nöbetleri. Mudde, bu aşamanın komplo teorilerini de içerdiğine dikkat çekiyor. Rus manipülasyonu olmasa Trump seçilemezdi iddiası misali, kömür ve makarna ile aldatılan “saf” seçmen imgesi… Ardından “Atatürk dine karşı değildi yanlış anlaşıldı” türünde pazarlık hamleleri (örneğin söz konusu “eser”de Kuran, mevlit okutma, hayır yapma, cami, namaz, hacı/hoca benzeri terimlerin pozitif kodlama ile bol miktarda belirişi dikkat çekici). Sonra depresyon: “Vatan elden gitti”, “devlet kimlere kaldı” gibi düşüncelerle içe kapanma, hüzün ve sükûnet. Ve nihayet olanları ve olabilecekleri kabullenme ve buna paralel olarak yeni “hakikat rejimi” içinde kendine yer arama çabası.
Can Dündar’ın ağlak seslendirmesiyle ilerleyen “Mustafa” adlı beyazperde belgeselini (2008) hatırlarsınız. Toplumun siyasal ufkunu terk etmekte olan Kemalist ideoloji ve onun kült şahsiyeti ile vedalaşma sancısı anlamında tam da depresyon aşaması ile örtüşmüyor mu? Zamanımızın pahalı “eseri” ile ise, geçen on yıl içinde yaşanan şiddetli de-Kemalizasyon karşısında pazarlık ve kabullenme aşamalarının iç içe oynandığı son perde sahneleniyor.
Söz konusu “eser”in piyasaya çıkışıyla eş zamanlı olarak Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde CHP’li vekillerin Türkiye’de muhalif siyasetçiler üzerindeki baskıların devamı lehine oy kullanmış olmaları da Kemalizmin pazarlık/kabullenme aşamasında düşülen seviyenin bir başka göstergesi olarak algılanmaya müsait.