“Köpeğini boğmak isteyen onu kuduz olmakla suçlar” [Fransız atasözü]
İnsanlık tarihinin yaklaşık 500 yılı, kolonyalizmin, emperyalizmin ve neokolonyalizmin tarihiydi… Bu zaman zarfında ‘görüntüler’, ‘biçimler’ ve retorik değişse de, şeylerin seyrinde reel/radikal bir değişiklik olmadı… Dünyanın Avrupa ve onun uzantısı olan ABD tarafından sömürüsü, yağma ve talanı aralıksız devam etti… Bağımsızlıklar hiçbir zaman reel bir bağımsızlık niteliği kazanmadı. Bir bayrağa, bir milli marşa, bir devlet başkanına… vb. sahip olmak bağımsız olmanın, ‘kendi kaderini tayın etmenin’ yeterli koşulu değildi…
Sömürgecilik ve yeni-sömürgecilik (kalkınmacılık) dönemlerinde, çıkarları emperyalist sermayenin, emperyalist oligarşilerin çıkarlarıyla ortak ‘yerli oligarşiler’ oluştu… Ve bu yerli-bağımlı oligarşiler, emperyalist kamptaki oligarşilerle ortak çıkarlara sahipti… Bunu, “sermaye bir bütündür parçalanamaz” şeklinde ifade etmek de mümkündür… Dolayısıyla, sorunun bu veçhesini göz ardı eden tahlillerin bir kıymet-i harbiyesi yoktur… Zira, sömürgecilik ve emperyalizm sadece ‘maddi kategorilerden’ ibaret değildir… Geride kalan dönemde, sömürge halklarının sadece maddi ve beşeri zenginliği, emperyalist-kolonyalist Batıya taşınmadı, aynı zamanda sömürge halklarının bilinci de sömürgeleştirildi ki, bu son derece önemli sorun hep gözden kaçtı… Bilincin sömürgeleşmesi demek, sömürge insanının ‘kendi gerçekliğine’ kendini sömürgeleştirenlerin gözüyle bakması demektir… Dolayısıyla, bilinci ‘özgürleştirmeden’ gerçek bir bağımsızlık mümkün olmazdı ve olmadı… II. Emperyalist Savaş sonrasında “Üçüncü Dünya”, şimdilerde de “Güney” denilen ülkelerin eğitimli kesimleri ‘Avrupa merkezli ideolojik yabancılaşmayla’ malûldürler… Bu durum, yerli oligarşilerin ve emperyalist oligarşilerin işini kolaylaştırdı… Böylesi bir ilişkiler bütünü de ekseri ‘milliyetçilik’ safsatasıyla kolaylıkla meşrulaştırılıp-dayatılabildi… Velhasıl, neden söz ettiğini bilmek önemlidir!
Bu günlerde Washington Venezüella’da sağcı bir darbeyle ‘rejim değiştirme’ mühendisliğine girişmiş görünüyor. Eğer darbe girişimi sonuç vermezse, bir iç savaş peydahlamayı da deneyeceklerdir… Muhalefet lideri Juan Guaidó kendini devlet başkanı ilan ediyor ve onu ABD hemen tanıyor, tam destek veriyor, başka ülkeleri de tanımaya çağırıyor. Avrupa dahil çok sayıda ülke ABD’ye “Biz de varız” diyor… Aslında ABD, Venezüella’da yaklaşık iki yüzyıldır yaptığını yapıyor, dolayısıyla ‘garp cephesinde yeni bir şey yok’. 2002’de Hugo Chavez’e karşı darbe girişimi başarısız olmuştu. Şimdi Maduro’yu gözüne kestirmiş görünüyor… Trump’ın hamlesine karşı Maduro, diplomatik ilişkileri kesip, ABD’li diplomatları persona non grata ilan ediyor ve 72 saat içinde ülkeyi terk etmelerini istiyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, “Bizi ilgilendirmez, zira Maduro hükümeti meşru değil” diyor… Aslında Pompeo, ‘Biz bir haydut devletiz, öyle uluslararası hukukmuş, teamüllermiş, bizim defterimizde yazmaz’ diyor… Maduro’yu diplomatları ‘zorla çıkarmaya’ zorluyor ve eğer Maduro öyle bir şeye cüret ederse, onu da bir ‘müdahale’ nedeni sayacaklar… Zaten Trump da “Bütün seçenekler masada” demiyor mu?
ABD, Venezüella ‘demokratik değil, Maduro bir diktatör’ diyor, yönetimi ‘gayri-meşru’ ilan ediyor… Güya, ‘yüksek demokrasi idealleri’ adına müdahaleyi bir hak sayıyor. Oysa, sorun demokrasiyle, özgürlüklerle ilgili değil… Doğrudan emperyalist çıkarları angaje ediyor… Aynı Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Somali’de vb. olduğu gibi… ABD, Venezüela’da sağcı bir diktatör istiyor, onun için de Venezüella’daki rejimi ‘gayri meşru’ sayıyor… Elbette Venezüella’daki demokratik bir rejim değil ama ABD’deki de demokratik değil… Sorun rejimin ‘niteliğinden’ çok başka şeylerle, ekonomik ve jeopolitik çıkarlarla ilgili… ABD’deki rejimin demokrasiyle bir ilgisi yok, lâkin ‘demokrasinin beşiği’ sayılıyor… Bu dünyada olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek bir ‘egemen ideoloji’ kategorisidir…
Öyleyse sorun ne ile ilgili? Chavez bir ulusal ekonomi oluşturmaya girişmişti. Petrolü millileştirip, o kaynağı kendi ülkesinin/insanının refahı için kullanmak istemişti… Öyle bir şey ABD’nin tolere edeceği bir şey olamazdı… Zira Venezüella, dünya petrol rezervlerinin dörtte birine sahip, altın madeni ve başka doğal kaynaklar bakımından da zengin… Venezüella’nın kendi doğal kaynaklarını kendi refahı için kullanması ABD’nin kabulleneceği bir şey değil… Fakat saldırının bir gerekçesi daha var: Venezüella’nın başkalarına ‘kötü örnek’ olması ihtimalini bertaraf etmek…
Böylesi bir durum ortadayken, hiçbir gerekçe ileri sürmeden ve ikircikli olmayan bir tarzda Venezüella’nın emekçi halkının safında yer almak ve desteklemek gerekiyor… Emperyalizme karşı olmak insan haysiyetinin bir gereği olduğuna göre…