AKP’nin seçimlere hile ile gittiğini söyleyen Sezai Temelli, “İktidarda kalmak için her türlü hukuksuzluk ve insan hakları ihlalini çok kolay yapabilen biri var. Bu yoldan dönmesi çağrısını yapıyoruz” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), dün Diyarbakır’da düzenlediği Aday Tanıtım Toplantısı ile seçim çalışmalarının startını verdi. Gözlerin çevrildiği partinin Eşbaşkanı Sezai Temelli, bölgede Kürt Ulusal Birliği ve batıda ise demokrasi cephesi kurma temelinde yürütecekleri ikili seçim stratejileri, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve tecridin kaldırılması talebiyle sürdürüen açlık grevi eylemleri ile Kuzey Suriye’ye dair ‘Güvenli Bölge’ önerilerine ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Özgür Paksoy ve Mehmet Şah Oruç’un sorularını yanıtladı.
Partinizin bölge adaylarını tanıttınız. Sahaya ne zaman iniyorsunuz?
Diyarbakır’da Kürt illerindeki adaylarımızın tanıtımı gerçekleştirdik. Bugünden itibaren sahaya iniyoruz. Tüm adaylarımız illerine gidiyor. İllerinde karşılanacaklar, ilçe belediye eşbaşkanlarımız ile birlikte çalışmalarına bugünden itibaren başlayacaklar. Sokağımızda, mahallemizde, kentimizde yoğun bir çalışma sürdüreceğiz. Halk yoklamalarıyla, halkın kendi talebi ve öngörüsü ile belirlemiş oldukları çalışmalar gerçekleştirilecek.
Yerel seçim çalışmaları başlıyor ancak bölgede yaklaşık 37 bin seçmen kaydırması gerçekleştirildi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da bunu doğruladı. yapılan itirazlar ise reddedildi. Nasıl bir ortamda seçime gidiliyor?
AKP her zaman olduğu gibi her seçime hile ile gidiyor. Bunların seçim kampanyası böyle bir yöntem. YSK’yi de işin içine katarak, valisi, kaymakamı, jandarması, polisi, devletin bütün güçlerini işin içine katarak, bir seçim kampanyası yürütüyorlar. Yine hileler, seçmen kaydırmaları, gerçek seçmenleri silme, bir eve 800 kişiyi yazacak kadar fütursuzluk artık had safhada. Bunların hepsini tespit ettik. Gerekli başvuruları yaptık. 56 bine yakın böylesi olayın incelenmesi sonucu tekrar düzeltildi. Çok daha büyük bir sayı olabilir. Bunun mühendisliğini yapıyorlar.
Nereye ne kadar seçmen kaydırırsam, burada belediye başkanlığını alırım hesabı ile hareket ediyorlar. Buna izin vermeyeceğiz. Bu konuda çalışmalarımız devam ediyor. Tespit ve itirazlar devam ediyor. Herkes evine, sokağına, mahallesine ve 31 Mart günü sandığına sahip çıkarak, bu hile ve şaibeye izin vermeyecek. Bu konuda gayet sorumlu davranacağız. Hem bizler hem halkımız iradesine ve sandığına sahip çıkacaktır.
YSK tüm bu itirazlara rağmen bu denli bir vakanın olmadığını, bunların aslında birer şehir efsanesi olduğu açıklamalarında bulunuyor. Sanırsınız YSK bu oylarla seçime giriyor, kendisi aday. YSK bir parti değil, tarafsız davranmalı, bütün müracaatları değerlendirmeli. Bu türden usulsüzlük varsa müdahale etmeli. Daha başvuru yolda, YSK telaşla bir açıklama yapıyor. YSK aslında bu sorumlu olduğu alanda iradesini yitirmiştir. YSK, anayasal bir kurumdur. Bir üst mahkemedir. İtiraz orada sonlandıktan sonra bunu taşıyabileceğiniz bir mahkeme olmadığını biliyoruz. Bu vasfına uygun davranmıyor. En büyük sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Referandumda mühürsüz oyları saymaktan tutulalım, 24 Haziran’da ortaya koymuş oldukları bir sürü şaibe ortadadır. Her şeyden önce oyumuza sahip çıkarak bunlarla mücadele edebiliriz. Bu seçimin sadece seçim olmanın ötesinde önemli bir mücadele olduğunu göstererek, irademize sahip çıkabiliriz.
Seçim güvenliği nasıl sağlanacak?
Adaletli bir seçimi ortadan kaldırmaya çabaladığı gibi aslında seçim güvensizliği yaratan bir mekanizma ile karşı karşıyayız. Ama kaygılanmamak gerekiyor. Sandıklardan uzaklaşmamak, tam tersine sandıklara daha fazla yaklaşmak gerekiyor. Seçim güvenliğinin bizzat halkın kendi gücü sağlayacak şekilde 31 Mart günü bunu hayata geçirmeliyiz.
Sandık görevlilerimiz, müşahit ve okul sorumlularımız, ilçe seçim kurulunda yetkili arkadaşlarımız görevlerinin başında olacak ama bunun ötesinde sürekli güvensizlikten beslenen, oy çalan, oy devşiren ve seçmen kaydıran zihniyete karşı seçim güvenliği sağlamanın yolu, halkın bizzat sandığın yakınında olmasıdır. Bunu da başaracağız.
Aday gösterdiğiniz 96 belediye kayyum yönetiminde. Yine AKP, Diyarbakır’da belediyeye kayyum olarak atanan Cumali Atilla’yı aday gösterdi. AKP’nin kayyumu aday göstermesi ne anlama geliyor?
AKP’nin Diyarbakır’da kayyumu aday göstermesi, aslında bir çaresizliktir. İçine süründükleri aczi gösterir. Çünkü aday bile çıkaramayacak hale geldiler. 24 Haziran öncesinde de söyledik; Osmaniye’den öteye geçemezsiniz dedik. Bu savaş politikaları ile Kürde kurt işareti yaparak, Kürt düşmanlığını yaygınlaştırarak, ‘Kürt meselesi yoktur’ diyerek gideceğiniz yer tabela asamayacak yerdir. O hale geldiler. Aday bulamıyorlar, kayyumlarla işi götürmeye, kurtarmaya çalışıyorlar. Başarılı olamayacaklar. AKP çökmüştür, bitmiştir. Çünkü halkın iradesine saygı göstermemiştir. Kayyumcu zihniyet halkı yok sayarak, Kürt halkını yok sayarak, buraya faşist zihniyetini kayyum rejimi ile dayatmıştır. Bunu sonlandırma zamanıdır.
Halk tekrar belediyelerine, yerel demokrasiye sahip çıkacaktır. Çok önemli bir adım olacaktır. Bu adım Türkiye’de tecride, savaşa karşı kentleri yönetme anlayışı ile atılmış olacaktır. Tecridi de kıracağız, savaşı da sonlandıracağız, kentlerimizi de biz yöneteceğiz. Bu özgüven ve kararlılıkla biz 31 Mart seçimlerine hazırlanıyoruz. 31 Mart’tan sonra da gerçekten demokrasi ve barış yolunda önemli değişim ve dönüşümleri sağlamak için çalışmalarımıza, mücadelemize devam edeceğiz. Sadece 96 belediyeyi değil, kayyum atanmış 96 belediyeyi geri alacağız ama bundan çok daha ötesini geri almalıyız. Bu sayede güçlü iradeyi göstermeliyiz. Bu da yetmez, Türkiye’nin diğer büyükşehirlerinde de, batısında da temsil edilmeliyiz. AKP-MHP bloğunu geriletmeliyiz. Türkiye’nin başta Kürt meselesi olmak üzere bütün meselelerini çözmeye aday olduğumuzu en güçlü şekilde ortaya koymalıyız.
Bugün içinde bulunduğumuz sorunların merkezinde Kürt meselesi var. Önce bunu çözerek başladığınızda, diğer meselelerin çözümü kolaylaşır. Diğer meseleleri çözmeye de aday olmalıyız. Biz adayız, Türkiye’nin her meselesini çözmek için, radikal demokrasi anlayışımızı hayata geçirmek için çalışıyoruz. Yerel seçimler bu açıdan önemlidir. İstanbul’da, Ankara’da, Türkiye’nin her yerinde bu zihniyet ve benzeri zihniyetleri geriletmek için halkın iradesini meclislere taşıyacağız. Orada bulunacağız, bununla birlikte aslında halkın iradesi o meclislere taşınıyor olacak.
HDP bölgede diğer Kürt partileri ile ittifak sağladı, batıda ne yapılacak?
İkili strateji sürdürdüğümüz için Amed’te Kürt illerinde göstereceğimiz adaylarımızı tanıttık. Kürt Ulusal Birliği’ne yönelik çalışmaların önemli bir adımı olan seçimlere yönelik ittifaka bağlı adayları tanıttık. Şimdi sırada batıdaki stratejimize bağlı adaylarımızı tanıtacağız. Bu stratejiye bağlı olarak batıda demokrasi güçlerinin adaylarını tanıtacağız. Bu da bir hafta içinde tamamlayacağız.
İmralı tecrit sistemi sürüyor. Öcalan ile Mehmet Öcalan arasında yarım saat süren bir görüşme oldu. Bu görüşme ne anlama geliyor?
Sayın Öcalan 2 buçuk yıl önce kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşebildi. O dönem de açlık grevi eylemleri vardı. Mehmet Öcalan apar topar adaya gitti Sayın Öcalan ile görüştü. O dönem tecride karşı yapılan açlık grevleri sonlandı. Aradan 2, 5 yıl geçti, yine açlık grevleri var, Leyla Güven bugün 78’inci gününde. Türkiye cezaevlerinde 200’den fazla tutsak süresiz-dönüşümsüz eylemini sürdürüyor. Tecrit sonlansın diye çok yaygın bir açlık grevi var. Böyle bir durum karşısında iktidar aynı yöntemle bu meseleyi savuşturabileceğini sandı. Aile görüşü ile bu meselenin sonlandırılabileceğini varsayarak bir adım attı. Oysa iktidara, devlete tecridin sonlandırılması için defalarca açıklamada bulunduk Ağır tecrit koşulları var.
20 yıldır uygulanan İmralı sistemi, bir tecrit sistemidir. 5 Nisan’dan bugüne ağırlaştırılmış tecrit koşulları var. Sayın Öcalan’la görüşme için yapılan bütün başvurular reddedilmiş. 2011’den beri avukatları ile görüşmüyor. 2 yılda bir ailesi ile görüşmüş. Tablo insan hakları dediğimiz meseleye de, Avrupa Konseyi’nin CPT çerçevesinde ele aldığı haklar çerçevesinde de kabul edilemez. Tecridin sonlandırılması gerekiyor. Aile görüşü ayrı bir mesele, haftada bir yapabilmeli. Haftada bir yapılması gereken bir şey 2 buçuk yılda bir yapılıyor. Bunu da ‘tecrit bitti’ gibi kamuoyuna yaygınlaştırmak, bunun üzerinden propaganda yapmaya çalışıyorlar. Bu zihniyet kendini bir kez daha deşifre etti. Bu zihniyet, tecrit, savaş ve demokratik siyaseti tasfiye ederek ayakta duran bir iktidar. Tecridin kırılması, savaşın sonlanması, demokratik siyasetin tekrar hakim hale gelmesi için topyekün bir mücadeleyi önümüze koymalıyız. Tecride karşı mücadele ihmal edilmemelidir. Aile görüşü, avukat görüşü bir periyoda kavuşmalıdır. Bir diğeri ise gerçek anlamda tecridin ortadan kalkabilmesi için siyasi bir özne olarak Sayın Öcalan tecrit koşullarından kurtarılmalıdır. Ama şu anda acil olan avukatlarının adaya gitmesidir. Biz ölümlerin olmasını istemiyoruz. Açlık grevleri, saygı duyduğumuz bir iradenin aslında tüm toplumda yükselen sesidir. İktidara, Avrupa Konseyi’ne, CPT’te ve tüm kamuoyuna çağrı yapıyoruz; bir an önce tecrit sonlansın diye, başta Leyla Güven olmak üzere arkadaşlarımızın sesine ses katın, gücüne güç katın.
Leyla Güven’in açlık grevi çok kritik bir aşamada. Hükümetin sessizliği sürüyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün değerlerini yitirmiş, iktidarda kalmak için her türlü hukuksuzluk ve insan hakları ihlalini çok kolay yapabilen biri var. Bu yoldan dönmesi çağrısını yapıyoruz. Bu siyaset değil, insan hakları ve hukuku ilgilendiren bir meseledir. Bu konuda sürekli olarak insan hakları ihlalini olağanlaştıran bir anlayışla karşı karşıyayız. Bir an önce avukatların adaya gitmesini önemsiyoruz. Sadece tecridin sonlanması değil, açlık grevlerinin ölümle sonuçlanmaması için bu adımın atılması gerekiyor.
Bu çok ciddi bir meseleyi ortaya koyuyor. Bu konuda adım atılmazsa, ortaya çıkacak çok vahim sonuçlara hep birlikte katılacağız. Bunun nedeni ve sürecin bu aşamaya gelmesinin tek sorumlusu Saray iktidarı olacaktır. İktidarını savaş ve tecrit üzerine, demokratik siyaseti yok saymanın üzerine kuruyor. Bunu yaparken, Suriye’ye dayatıyor, demokratik çözümleri yok sayarak, Suriye halklarına ve Türkiye halklarına dayatıyor. Oysa Kürt düşmanlığı üzerinden değil, Kürt meselesinin çözümü üzerinden Türkiye yol alabilir. Türkiye’nin geleceği buradadır. Türkiye’nin geleceğine, demokrasiye, insan haklarına, barışa sahip çıkanlar bugün açlık grevi yapıyorlar. Karşısında bunları yok sayan bir iktidar var. Bu konularda bir şey söyleyemediği için sessiz. Ne söyleyecek, insan haklarını ihlal ediyorum mu diyecek? Bu konuda hiçbir sözleri kalmamıştır. Bu sessizlik onlar için bir sonun habercisidir. 31 Mart seçimleri de bunu çok net gösterecektir.
Kuzey Suriye’ye dair ‘Güvenli Bölge’ tartışmaları gündemde. Türkiye ve uluslararası güçler Suriye’de ne yapmak istiyor?
Suriye’de bir çözüm bulamıyorlar. Ne ABD ne Rusya ne Türkiye bulabiliyor. Suriye halklarının iradesini gözeten bir noktadan konuya yaklaşmıyorlar. Tam tersine Suriye’ye pazar olarak bakıyorlar. Kendilerinin düzenleyeceği bir mecra olarak görüyorlar. Oysa Suriye’de halklar vardır. Bütün bu halkların nasıl bir arada yaşayacağının en iyi örneği, Rojava’da ortaya konuldu. Suriye’deki iktidarın geçmişte yaptığı hatalar çok net ortada.
Suriye’de nasıl bir geleceğin şekilleneceği Suriye’nin halkları tarafından cevap verileceği gösterilmelidir. Masa böyle dizayn edilmelidir. O masanın etrafında iradenin temsilcileri yer almalıdır. Bunu yok sayanlar, çıkarları doğrultusunda bir şeyi Suriye halklarına dayatıyorlar. Sürekli bunun pazarlığını yapıyorlar. ABD, olmadı Rusya, olmadı İran. Fıkra gibi, Suriyeliler yok, merkez var. Suriye halkları yok. İdlib ve IŞİD meselesinin hızla sonuçlandırılması gerekiyor. Bunu da çözümsüzlük haline getirmişler. Bunun sonlandırılması ve dış güçlerin buradan çıkarak Suriye halklarının iradesine uygun bir çözüm konusunda çaba göstermeli. İnisiyatif alabilecek tüm uluslararası kesimlerin bunu sağlaması gerekiyor.
Artık Türkiye’nin başına “güvenli” cümlesi geliyorsa, bilin ki orada bir sorun var. Çok ciddi bir sorun var. İş güvenliği diyorlar, çocuk cinayetleri, kadın güvenliği diyorlar, kadın cinayetleri var. Suriye’de ‘Güvenli Bölge’ diyorlar; Suriye’de vahşet hala sürüyor. Güvenli denildiğinde temkinli yaklaşmak lazım. Güvenli bölge bu anlamı ile güvensizlik yaratır. Bu anlamıyla şiddeti, çatışmayı yeniden üretir. Halkların oradan dışlanma sonuçlarını getirir. Güvenli bir bölge değil, güvenli bir Suriye için, Suriye halklarının iradesine saygı gösterilmelidir.