Ulus devlet sisteminin ve onun temel ideolojisi olan liberalizmin en önemli başarılarından biri, devlet karşısında bireyin ve toplumun güçsüz olduğu algısını geniş çapta yayabilmesidir. Devletin tüm ideolojik aygıtları bu durumun yaşama geçirilmesinde seferber durumdadır. Bilim insanları tarafından öğretilmiş çaresizlik ya da toplumsal siniklik olarak tanımlanan bu olgu, bireye politik etkinlikte hem kişi olarak hem de toplumsal örgütlenmeyle beraber sergileyeceği pratiğin sonuçsuz, anlamsız olacağına inandırmaktır. Liberalizmin kutsallaştırdığı bireye, etkisizliği bu denli empoze etmesi onun temel paradokslarından biridir. İnsanlara devletin çizdiği sınırlarda tabi ki politik faaliyet yapılabilir denmekte fakat özü kişisel menfaat peşinde koşmak olan siyasetin kirli ve sonuçsuz olduğu her zaman bilinçaltına işlenmektedir. Bu şekilde hem siyaset kavramı çarpıtılarak insanlar apolitize edilmekte hem de daha iyi bir dünya inşa umudu boğulmak istenmektedir. Kişi ne yapabilirim ki her şey sonuçsuz kalıyor duygusu ile baş başa bırakılmaktadır.
Ulus devletin genel bir özelliği olan bu durum söz konusu anti demokratik karakteri bariz olan sistemler olduğunda daha da katmerlenir. Keza artık devlet insanları siyasal alanın dışına çıkarmak için baskı aygıtlarını daha fazla ağırlık vermektedir. Faşist sistemlerin kendi rejimlerini devam ettirmede temel gıdaları toplumda oluşturdukları bu çaresizlik hissidir. Devlet karşısında hem birey insan olarak hem de toplum olarak bir hiçsin, yapabileceğin hiçbir şey yok prensibi toplumsal yaşamın her anında sürekli vurgulanmaktadır. Öte yandan devlet güzellemelerinin temelinde de bu yatmaktadır.
Türkiye’de toplumsal siniklik ya da öğretilmiş çaresizlik olgusu, 12 Eylül darbesi ile daha görünür olmuştur. Ve bu durumun köklü bir kabul dönüşmesini Kürt halkının mücadelesi engellemiştir. Toplumsal mücadele ile sistemin değişebileceği, demokrasi, özgürlük ve emek mücadelesinin bitmeyeceği ispatlanmıştır. AKP-MHP ittifakı da bu yanılgılı düşünceyi yaymayı temel dayanaklarından biri haline getirmiştir. İktidarın geçen süreçte uyguladığı açık OHAL’in ve bugün sürdürdüğü fiili OHAL’in aslında temel işlevi budur. Başta demokrasi mücadelesinin temel aktörlerinden HDP’in yönetici ve çalışanları olmak üzere tüm muhalif güçlere yönelik sürekli polisiye operasyonlar bu noktadan ele alınabilir. Yine seçimlerdeki hukuksuz uygulamalar ve seçim sonuçlarını yansıtmada yaptığı manipülasyonlar, bu hükümet değişmez algısının derinleşmesi içindir. 24 Haziran seçimlerini elde ettiği yüzeysel ve geçici sonucu, bu temelde yoğun bir şekilde kullanmaya devam etmektedir.
AKP-MHP iktidarının bu açıdan belli sonuçlar aldığı açıktır. Toplumda geniş bir karamsarlık ve çaresizlik hissi görülmektedir. Toplumu derinden sarsan ekonomik krize karşı toplumsal mücadelenin istenen düzeyde olmaması bu durumun göstergelerinden biridir. Yine bazı araştırmaların ifade ettiği Türkiye’den Avrupa’ya yaşanan yoğun göç bu temelde yorumlanabilir. 31 Mart da yapılacak yerel seçimlere toplumun ilgisinin düşüklüğü de hükümetin yarattığı algıyla ilintilidir. Fakat bu sonuçlar toplumun ve insanların güçsüz olduğu anlamına gelmez.
Aslında kendi sistemlerinin zayıflığından korkmaları toplumu güçsüz gösterme politikaları özünü oluşturmaktadır. Çünkü yaşamı inşa eden, değiştiren ve ilerleten toplum birey dengesi temelinde işleyen toplumsallıktır. Bu gerçeği günümüzde bir kez daha ispatlayan kendi toplumsallığını anlayıp ona göre harekete geçen Leyla Güven olmuştur. PKK Lideri Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecrit durumunun toplumun tümünü etkilediğini fark etmiştir. Ve bu durumun mücadeleyle aşılabileceğini inançla eyleme geçmiştir. Leyla Güven’in ilmik ilmik ördüğü 73. gününe giren eylemi “çaresizlik” kavramını tuzla buz etmiştir. Onun bu pratiği önce tüm cezaevlerini sonra da toplumun tümünü etkilemiştir. Ve sürekli gelişen bir umut dalgasına yol açmıştır.
Bilinçle hareket eden bir insanın toplumsallığı ile beraber neler yapabildiğini gösteren Leyla Güven aslında kendi pratiği ile öncü kavramını tanımlamıştır. Her insanın toplumsallığı ile buluşan bilinçli eyleminin muazzam etkilerinin olabileceğini herkese çok somut bir şekilde göstermiştir. Fakat bunu yapabilmek için bazı fedakârlıkların da zorunlu olduğu açıktır. Leyla Güven günü güne gerçekleştirdiği iradi mücadele ile demokrasi ve özgürlük mücadelesi için zorlukları göze almanın da gerektiğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Şimdi vicdan sahibi herkese ne yapabilirim ki sorusunu bir kenara bırakarak Leyla Güven’in direnişinin bir parçası olmak düşmektedir.
Yazımızın başlığındaki soruya gelecek olursak toplumun gücünün sınırları yalnızca ve yalnızca örgütlenip kendi gücünün farkına varması ile ölçülebilir. Egemenler ne derse desin, ne ile korkutursa korkutsun esas belirleyici olan toplumun hareketidir. Tarihi yaratan ve şekil verende örgütlenmiş toplumsal güçtür. Leyla Güven’in hepimize gösterdiği gibi bedeli göze alan bilinçli bir insan bile bu gücü yönlendirebilir ve tarihe yön verebilir.